Şuanda 416 konuk çevrimiçi
BugünBugün5966
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13690
Bu ayBu ay13690
ToplamToplam10482114
Koca bir sevdaydı yaşadığımız, ama nasıl? PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 09 Nisan 2014 18:11


ODTÜ’den tanıştığımız ve bir dönem aynı yapılanma içinde bulunduğumuz Mehmet Hakkı Yazıcı’nın “Koca Bir Sevdaydı Yaşadığımız” adlı kitabının çıktığını duymuş ancak okumamıştım. Okumayı da düşünmüyordum. Ne ki, bu tutum Hakkı Yazıcı’ya yönelik değildir. 1975 öncesi güzellemelerinden bana çoktan sıkıntı geldi. Her yazan başka bir tarafından güzelleme yapıyor ve büyük soru ortada duruyor: Eğer 1975-80 dönemi hatalar da barındırmasına karşın genel olarak iyi olarak değerlendirilecek ise, 12 Eylül 1980 sonrasında devrimci hareketin yaşadığı büyük bozgun nasıl ortaya çıktı?

Hakkı Yazıcı’da içinde bir dönem yer aldığı Devrimci Yol’dan hareketle bu yönde bazı belirlemeler var ama kitapta dönemin övgüsü belirgin olarak ağır basıyor.

Bunu kitabı okuduktan sonra anladım.

100 Yıl Önce Türkiye’de Ermeniler adlı büyük çalışmayı değişik dillerde basan, geçmişte bu topraklarda yaşamış azınlıklarla ilgili yayınları da sürdüren Osman Köker bu kitabı okuyup okumadığımı sormuştu. Olumsuz yanıt alınca da, “Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ndaki fikirler Yıldırım Koç’a ait” diye yazıyor, okusan iyi olur” demişti.

Kitabı gönderdi ve okudum.

İsim karışıklığı olmaması için belirteyim, Yıldırım Koç, Aydınlık Gazetesi’nde yazan Yıldırım Koç’tur. Aynı isimdeki başkalarıyla karışmasın…

Kitabı okudum ve sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: ODTÜ İdari Bilimler Bölümü’nü bitirmiş birisinden daha iyi bir değerlendirme yapmasını beklerdim, diyeceğim. Okulu bitirmekle kalmamış, yıllarca da aktif politikanın içinde bulunmuş…

Kitapta iki tane önemli yanlış bulunuyor:

İlki, bizim bir örgüt (sonradan Acilciler adını alan örgüt) olarak ortaya çıkmamız ve ikincisi TDAS’ın yazılması…

Değişik yazılarda da anlatmıştım bu nedenle özetleyerek geçeceğim. Önce kitaptan bir alıntı: “ODTÜ’yü üçe böldük; yukardaki Mühendislik bölümlerindeki örgütlenmeden Murat Gültekingil; ortasından, Fen Edebiyat Fakültesi’nden Engin Erkiner; aşağıdan, yani Mimarlık İdari Bilimler Fakültesi ve Hazırlık’tan önce Feridun Yücel, o mezun olduktan sonra da Yıldırım Koç sorumlu olacaktı.” (S. 164)

Doğru. Neden böyle bir örgütlenmeye gerek duymuştuk?

Kızıldere olmuş, THKP-C’nin önder kadrosu öldürülmüş ya da yakalanmış ve partinin önemli bir tabanının bulunduğu ODTÜ’de biz kalmıştık. Ne zaman çıkacağı belli değildi ama af çıkacaktı ve bu kadronun bir bölümü tahliye olacaktı. Çıktıklarında dışarıyı boş bulmamaları ve baştan başlamamaları için o günün koşullarında ihtiyatlı bir biçimde ilişkileri korumalı ve yeni ilişkiler kurmalıydık.

Sorumluca alınmış doğru bir karar…

Zaman 1972 yılında Kızıldere sonrasıydı.

Aldığımız karar örgütlenme yapmaktı ama Fen Edebiyat’ta ben ve Necati’nin ilişkileri dışında büyüyen başka yer yoktu. Ben 1972’de okulu bitirmiştim ama yüksek lisans yapıyordum, Necati henüz bitirmemişti.

Bu çalışmalarla 1974 yılına, Ecevit affı denilen af ile çok sayıda kişinin tahliye olması dönemine geldik.

Hakkı Yazıcı bu dönemi şöyle anlatıyor:

“Engin’le yollarımız 1974 affı sonrasındaki süreçte ayrıldı. Zira Engin, bizim bilgimiz dışında, bizim de içinde olduğumuz ifade edilen başka dar yapılanmalarla ilişkiye geçmişti. Bizim beklentimiz ise af sonrası çıkan arkadaşlarımız ve yaşanılan göreli ferahlama sürecinde yeniden gelişen gençlik hareketi ve diğer demokratik örgütlenme çabalarıyla bütünleşmek, hareketi genişletmekti.”

Yukarda da belirttiğim gibi Fen Edebiyat’tan başlayan örgütlenme büyümüş, Ankara içinde değişik okullara ve başka kentlere kadar genişlemişti. Bu konuda Yıldırım ve Murat’a bilgi vermedim, vermem de gerekmezdi. Onların kendi sorumlu oldukları alanda örgütlenmenin nasıl gittiğini de genel geçer bilgiler dışında öğrenmedim. O dönemki anlayışımız böyleydi ve bu doğru bir anlayıştı.

1972 yılında biz, “hapisten çıkan eski THKP-C’lilere yaptığımız örgütlenmeyi teslim edeceğiz” diye bir karar almamıştık. “Gençlik hareketini esas alacağız” diye bir karar da yoktu. Hiç birimiz, hapisten çıkan eski THKP-C’cilerin artık Mahir Çayan’ı savunmayabileceklerini düşünmemiştik. Ama gerçekte olan da buydu.

1972-74 döneminde oluşturduklarımızı onlara teslim edeceğiz diye düşünürken, onların hala THKP-C çizgisini savunacakları varsayımından hareket etmiştik. Başlangıçta böyle davranılması normaldi ama tahliye olanların (Örneğin Oğuzhan Müftüoğlu) durumu da açıktı.

(Kendisiyle ikili görüştükten sonra bu konuda fikrim değişmek şöyle dursun, iyice güç kazanmıştı.)

Bu durumda sormak gerekir: Madem her durumda yaratılan ilişkileri bu kişilere devredecektik, neden bu devir işlemini Mahir Sayın’a ya da Ömer Güven’e yapmadık? Onlar da eski THKP-C’liydi, öyle değil mi?

Mahir o çizgiyi savunmuyordu, Ömer Güven hiç savunmuyordu, Oğuzhan sadece lafta savunuyordu.

Bizim 1972 yılında aldığımız kadar THKP-C çizgisini savunmaya devam etmekti. 1974’te beklenmedik bir durum çıkınca Hakkı, Yıldırım, Taner Akçam kendilerini Devrimci Gençlik’e attılar, biz gitmedik.

Başka yapılanmalarla bilgileri dışında ilişkiye geçmemiz herhalde İlker Akman ve Yüksel Eriş ile olan ilişki olsa gerektir. Onlarla yapılanma olarak ilişkiye geçmedik bir kere… Yapılanmaları yoktu, içinde bulundukları ilişkiler dağılmıştı. Yurtdışı Grubu ile ilişkiye geçtiğimiz zaman ise yollarımız zaten ayrılmış durumdaydı. (1975 yılı yazı).

Tahminimi söyleyeyim: Devrimci Yol içinde bu nedenle eleştirildiklerini sanıyorum: “sözde aynı yapılanma içindeydiniz ama onlar varolan ilişkilerin büyük bölümünü götürdüler; neden haberiniz olmadı?”

Arkadaşlar kendilerini Devrimci Gençlik’e (sonrasında Devrimci Yol) attılar, biz atmadık; yollarımız ayrıldı.

Sonradan Acilciler olarak anılacak örgütün kuruluşu 1974 affı sonrasındadır. Sadece Ankara içinde değil Adana, Balıkesir, Konya ve daha birkaç kent ile ilişkimiz vardı. Ayrışma sadece Ankara’da oldu, geriye kalan ilişkilerde olmadı.

Gelelim ikinci bölüme ve uzun bir alıntı yapayım:

“Engin, birlikte olduğumuz, ilişkilerimizin henüz kopmadığı dönemde, esas olarak Yıldırım Koç’un yazdığı, emperyalizm ve dünya ekonomisinin analizinin yapıldığı bir çalışmadan yararlanarak, arkasına kendi siyasi analizlerini ekleyerek Türkiye Devriminin Acil Sorunları isimli bir broşür yazmıştı. Bu çalışmasını bizimle de paylaştı. Okuduk, tartıştık. Bu broşürün omurgası Yıldırım’ın yaptığı çalışmaydı. Bu broşürün omurgası Yıldırım’ın yaptığı çalışmaydı. Bunu iyi biliyordum, zira yazım sürecinde Yıldırım’la her an beraberdik ve yazdıklarını her aşamada benimle paylaşmıştı. Ancak Yıldırım’ın çalışması daha çok o zamanlar çokça okuduğumuz Monthly Review dergisi yazarları Sweezy’nin ve Magdoff’un yazılarından esinlenerek bazı ekonomik verilerin toparlanmasına dayanıyordu. Siyasi ağırlıklı bir yazı değildi.

Engin’in bu broşürü henüz bizim farkında olmadığımız farklı ilişkilerinde kullanacağını bilmiyorduk. Neden sonra bunu öğrendik ve yüzleştik. Kabul edebileceğimiz şeyler değildi.” (166)

Yanlış anlaşılmaması için belirteyim, benimle değil kendileriyle yüzleşmişler. Benimle yüzleşebilecek yüzleri olduğunu sanmıyorum da ondan…

Yukardaki alıntıya geçelim:

Hakkı TDAS’ın ne olduğunu o zaman da anlamamış, bu zaman da anlamamış diyerek başlayacağım.

Ben onlara TDAS’ı vermedim, istesem bile veremezdim, çünkü broşürün yazımı 1975 yılı Temmuz’unda bitti. O sırada yollarımız ayrılmış durumdaydı. Hatırlamıyorum ama onlara ilk bölümün bir kısmını vermiş ve üzerinde tartışmış olabilirim. Ne ki, bu hiçbir şeyi değiştirmiyor.

TDAS’taki ekonomik veriler bilgisi ne bana ne de Yıldırım Koç’a aittir. Bunlar Sweezy, Magdoff, (Baran da eklenmelidir) ve ek olarak Nikitin ve Varga’da yer alan bilgilerdi.

Hakkı sanırım İngilizce bilmenin,  kitap okumanın ve yazı yazmanın Yıldırım Koç ile sınırlı bir özellik olmadığını biliyordur. Aynı kitapları okumuş iki insanın birbirine oldukça yakın ekonomik verilere ulaşmış olmaları, dünya ekonomisinin işleyişi konusunda (çok uluslu şirketlerin rolleri gibi) benzer görüşlere sahip olmaları normaldir. Bu görüşler de yukarda adı sayılan insanlara aittir. Ne bana ne de Yıldırım Koç’a aittir.

Burada anlaşılmayacak bir şey olduğunu sanmıyorum.

Hakkı, Yıldırım’ın yazdıklarının “politik bir özellik taşımadığını” belirtmiş.

Ama TDAS her sayfasıyla politik bir broşürdür ve buradaki politiklik ikinci bölümle, dünya gerilla savaşı deneyimlerinin incelendiği bölümle sınırlı değildir.

Yıldırım Koç da ben de aynı çağdaş kapitalizm bilgisinden yola çıktık.

Ben bu bilgiye şu eklemeleri yaptım:

Birincisi: Mahir Çayan’ın yeni bir dünya savaşının çıkmamasını nükleer silahlara bağlayan görüşüne kapitalist ülkeler arasındaki yoğun karşılıklı yatırımlar konusu da eklenmelidir.

İkincisi: Eşitsiz ve dengesiz gelişme kanununun işleyiş tarzı değişmiştir. Bir emperyalist ülkenin sıçramalı bir gelişimle ötekine yetişmesi mutlaka savaşla sonuçlanmaz.

Üçüncüsü: Burası TDAS’ın ilk bölümünün özüdür de denilebilir. Emperyalizmin bunalım dönemlerini birbirinden ayıran kriterler nelerdir?

Önce emperyalizmin genel bunalım dönemi ve bunun ekonominin devrevi hareketinden farkı nedir, bunu açıkladım. (Bu açıklamanın daha kısa bir benzeri Varga’da bulunabilir). Ve tabii ki bütün alıntılarda olduğu gibi referans verdim.

Bunun ardından bunalım dönemlerinin birbirinden ayrılmasında kullanılması gereken kriterleri belirledim: Emperyalist ülkeler arasındaki ilişki, emperyalist ve sosyalist blok arasındaki ilişki, emperyalizmle yeni sömürge ülkeler arasındaki ilişki, emperyalist sistemin genel ekonomik durumu ve bu konularda ortaya çıkan değişmeler…

Bu belirleme önemlidir çünkü Mahir Çayan’ı dünya savaşı kıstasına bağlı kalınırsa, üçüncü dünya savaşı çıkmadan üçüncü bunalım dönemi bitmeyecek demektir.

Dördüncüsü: Üçüncü bunalım dönemi içinde ortaya çıkan değişmeler başlığı altında incelenen 4. bunalım dönemi…

Aynen şöyle yazmışım:

“Günümüz emperyalizmin III. Bunalım döneminin özelliklerinin olgunlaştığı, yerini yeni özelliklere bırakmaya başladığı bir geçiş dönemidir.”

Bunları çıkarın, TDAS’ın ilk bölümünden geriye bir şey kalmaz.

TDAS çok sayıda ekonomik verinin sıralandığı bir yazı değildir.

Her yazı, broşür ya da kitap birbirinin içine geçmiş iki bölümden oluşur: Bilinen bilginin tekrarlanması ve yazarın katkısı…

Bilinen bilginin tekrarlanmasında kaynaklarımız aynı olduğu için Yıldırım Koç ile önemli benzerliğimiz vardır. Bilginin iç ilişkilerinin kurulması ve bilgiden bilgi üretilmesinde ise Yıldırım Koç’un hiç yeri yoktur.

Hakkı’nın bu belirlemeye itiraz edebileceğini sanmıyorum.

Gerekçem de hazır:

1976 yılında Devrimci Gençlik tarafından “Türkiye Devriminin Acil Sorunları Hakkında Birkaç Söz” başlıklı uzunca bir yazı yayınlandı. Bu yazıda Sweezy ve Magdoff’un görüşleri değil, yazarın yaptığı katkılar özellikle eleştiriliyordu. Müthiş bir yazıydı çünkü “bunalımdan çok söz ediyorlar acaba psikolojik bunalım mı geçiriyorlar” gibi derin analizleri de içeriyordu.

Yıldırım Koç’tan tık çıktığını duymadım.

Çıkmaması normal çünkü eleştirilenler onun görüşleri değildi…

Bu nedenle TDAS’ın ikinci baskısına Önsöz’de cevap yazmak bana düştü.

Yaklaşık 15 yıl kadar önce yanlış hatırlamıyorsam o zamanki adıyla MED TV’de Yalçın Küçük ile birlikte bir programa çıkmıştık. Yalçın Küçük, eski silahlı mücadele hareketlerinin insanların kötü yerlere gittiklerini söyleyince, “nasıl mesela” diye sormuştum. Küçük o zaman ulusalcı değildi ya da öyle değilmiş gibi görünüyordu.

O da, “mesela TDAS’ı Yıldırım Koç yazmış” dedi.

İtiraz ettim. “TDAS’ı ben yazdım, ayrıca Yıldırım’ın da böyle bir şey söylediğini sanmıyorum.”

“Birisi bir şey demiştir, öyle gitmiştir” deyip üzerinde durmamıştı.

Hakkı’nın yazdıklarından sonra soruyu farklı şekilde sormak gerekiyor:

Nedir bu TDAS merakı? Neden değişik insanlar kendilerini TDAS’ın yazımıyla ilişkilendirmeye çalışıyor?

Nedeni şu: TDAS, 1975-80 döneminden günümüze kalan, halen okunma değeri taşıyan bir yapıttır. Bunu ben değil çok kişi söylüyor.

Acilciler adının bu kadar popüler olacağını o dönem kimse düşünmemişti, ama böyle oldu. Böyle olunca da konuyu eğip bükerek de olsa çok kişi bir tarafından TDAS ile –bir örgüte adını vermiş broşür ile- ilişkilenmeye yöneliyor.

İngilizce bilmeyen ama TDAS yazdığını iddia edenleri bile gördüm.

Yıllarca TDAS’ı yazdığımı söylemedim. Gerek yok, zaten çok kişi biliyordu. Son yıllarda söylemek zorunda kaldım çünkü acayip talipler çıkıyordu!

Hakkı’nın yazdıkları daha değişik, onu da yukarda açıkladım.

Dünya ekonomisiyle ilgili veriler Sweezy, Magdoff ve Baran’dan alınmadır ve bunları (ek de yapılabilir) okuyan herkes aynı bilgileri öğrenebilir.

Ama TDAS bu bilgilerin çok ötesinde bir kitaptır.

Kitabın ileriki bölümleri için ise acı bir durum denilebilir.

1974’te yollarımız ayrıldı. Onlar Devrimci Yol’a gitti, biz ayrı bir yoldan gittik.

Bari gittikleri yerde kalsaydılar, hiç olmazsa 12 Eylül 1980’e kadar kalsaydılar…

TMMOB sorumlusu Murat ile sendikalar sorumlusu Yıldırım 1978’de ayrılmışlar, Hakkı da 1979’da ayrılmış.

“… Devrimci Yol’a, onun ifade ettiği gibi bir ‘siyasi hareket’ demek yerine ‘çevre’ demek belki daha uygun olacaktır.” (s. 237)

Söyleyebileceğim bir şey yok!

Sanırım bu yılın sonlarında TDAS’ın yeni bir baskısı, emperyalist dünya sisteminin içinde bulunduğu bunalım döneminin özelliklerini de inceleyen uzun bir bölümle birlikte ve benim adımla basılacak…

Yıldırım Koç’tan itiraz etmesini bekliyorum ve ne diyecek ben de merak ediyorum doğrusu…