Şuanda 405 konuk çevrimiçi
BugünBugün5956
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13680
Bu ayBu ay13680
ToplamToplam10482104
Lenin ve Almanya işçi sınıfı PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Perşembe, 22 Mayıs 2014 21:31


Marksistler ilk büyük şoklarını 1914 yılında yaşadılar. Marksizm, “işçilerin vatanı yoktur” derdi ama pratikte tam tersi çıktı. Birinci Dünya Savaşı’na katılan bütün ülkelerin işçileri savaşa isteyerek katıldılar.

İşçilerin fazla örgütlü olmadığı ülkeler vardı ya da Engels’in de belirttiği gibi İngiliz işçi sınıfı gibi sömürgelerden gelen kazancın bir bölümü verilerek pasifleştirilmiş olanlar da vardı.

Engels’inki sorunlu bir açıklama…

19. yüzyılın en büyük sömürgeci gücü olan İngiltere’de burjuvazinin sömürgelerden gelen büyük kazancın bir bölümünü işçilere dağıtarak onları pasifleştirdiği doğrudur. Ne ki, biraz para dağıtılınca pasifleşen bir işçi sınıfı nasıl kendisini ve insanlığı kurtaracaktır? Üstelik onlara dağıtılan para da köle ticaretinden, sömürgelerdeki insanlık dışı çalışma koşullarında çalışan halktan gelmektedir ve bunu bilmedikleri de söylenemez.

Almanya işçi sınıfının savaştaki tutumu ise Marksistler için büyük bir darbeydi.

Almanya’da işçi sınıfı örgütlüydü. Sosyal demokrat adını taşıyan marksist parti, seçimde en fazla oy alan partiydi. Ülkedeki sendikalar güçlüydü.

Savaşın başlangıcında sosyal demokratların Meclis’teki 110 milletvekilinden 108 tanesi savaş kredileri lehine oy kullanacaktı. Başka bir deyişle yeniden paylaşım savaşında kendi burjuvazisini destekleyecekti.

Lenin bu feci durumu, “sarı sendikaların gücü”, “işçi aristokrasisinin gücü” ile açıklar…

Bu açıklama son derece yetersizdir ve açıklama yapmak zorunlu olduğu için yapılmıştır denilebilir.

1914 öncesinde Almanya işçi hareketini ve onun partisini öven, başka ülkelerden Marksistler gibi bu partiyi yakından izleyen Lenin değil miydi?

İşçi sınıfının dünya çapında en büyük işçi partisi, sosyal demokrat partisi savaşta kendi burjuvazisini destekliyordu.

Sosyal demokrat milletvekilleri (o yıllarda marksist partiler sosyal demokrat adını taşırdı) parti tabanı (700 binin üzerinde parti üyesi vardı) böyle istediği için bu yönde oy kullandıklarını söylüyorlardı ki, doğrudur. 700 binin üzerindeki üyelerin büyük çoğunluğu böyle istiyordu.

İşçi aristokrasisinin burada etkisi olabilir ama bu sonucu sadece işçi aristokrasisinin gücüne bağlamak mümkün değildir.

110 tane marksist parti milletvekilinden sadece ikisi burjuvazinin desteklenmesine ve savaşa karşı çıkıyor…

Al sana örgütlü işçi sınıfı, al sana marksist parti ve bu durumu açıkla bakalım!

Bu partinin önde gelen kişisi, Kautsky, Almanya’nın bu savaşta ilerici bir rol oynadığını bile savunuyordu.

Almanya’nın savaştığı ülkelerden birisi, Avrupa’da gericiliğin kalesi olan Çarlık Rusyası idi. Çarlığın yıkılması Avrupa’da herkes için hayırlı olacaktı…

Buldukları gerekçe de hiç fena değil doğrusu…

Savaşa karşı yapılan Zimmerwald Konferansı’nda Bolşeviklerle birlikte Avrupa’daki sosyal demokrat partilerin bazı temsilcileri de yer alırlar. Bu kesim sosyal demokrat hareket içinde küçük bir azınlıktır.

Marksist partiler yeniden paylaşım savaşında kendi burjuvazilerini destekliyorlar; işçi sınıfı da bırakın karşı çıkmayı, savaşa gidiyor…

Rusya’da devrim marksizmi ve komünizmi dünya çapında kurtarır. 1917 devrimi olmasaydı marksizmde prestij namına bir şey kalmamıştı.

1919’da savaş bittikten sonra 1917 devriminin de etkisiyle Almanya, Macaristan gibi ülkelerde devrimci ayaklanma girimleri olur, ama kısa sürede bastırılırlar.

Luxemburg ve Liebknecht’in kurduğu Almanya Komünist Partisi seçimde Meclis’e girecek kadar bile oy alamaz.

Almanya işçi sınıfı kendi burjuvazisini destekleyen sosyal demokratlarla birliktedir.

Almanya’da sonraki yıllarda komünistlerin etkisi artacaktır ama bu kez de Hitler’in partisi, işçilerden de küçümsenmeyecek destek alarak güçlenecektir.

Lenin 1907-1917 yılları arasında İsviçre’de sürgünde kaldı ve Avrupa ülkeleriyle hiç ilgilenmedi. Bütün ilgisi Rusya’ya yönelikti. Lenin, sanayinin gelişkin olduğu ülkeleri (Almanya gibi) anlamamıştır da denilebilir. Anlasaydı, Alman işçi sınıfının ve partisinin tutumuna karşı daha inandırıcı bir gerekçe bulabilirdi.

Bu gerekçeyi 1920’li yılların sonlarında hegemonya ve sivil toplum kavramlarıyla Gramsci bulacaktır.

Rusya’daki devrimin hızlı gelişmesini bu ülkede güçlü bir sivil toplum örgütlenmesi bulunmamasına bağlayan Gramsci, Avrupa ülkelerinde durumun farklı olduğunu açıklar.

Avrupa ülkelerinde burjuvazinin iktidarı, Çarlık Rusyasında olduğu gibi asker ve polis gücü gibi açık baskı aygıtından ziyade, hegemonyaya ya da iknaya dayanmaktadır. Burjuvazi toplumda çok sayıda kurum aracılığıyla örgütlüdür ve bu kurumlarda etkin olmadan burjuvaziyi devirmek de mümkün değildir. Burjuvazinin toplumda kültürel hegemonyası vardır ve bu hegemonya açık zordan ziyade kültürel asimilasyona ya da bu yolla iknaya dayanmaktadır.

Bu durumu Almanya’da açık olarak görebilmek mümkündür.

Almanya’nın kayda değer sömürgesi olmadığı için oradan gelen kazancı işçilere dağıtması mümkün değildi ama kurulan müthiş hegemonya işçi sınıfında güçlü bir milliyetçilik oluşturmuştu.

Almanya burjuvazisi, böylece, parlamentonun en büyük partisini, marksist partiyi de yanına alarak savaşa girdi.

Savaş sonrasında Luxemburg ve Liebknecht’in örgütlediği kısa süren ayaklanmayı bastırmak da yine sosyal demokratlara düşecekti.

1914 örneği marksizmin burjuva toplumlarının analizinde bile fena halde çuvalladığını gösteren önemli bir örnektir.

1917 devriminin yarattığı coşku yıllarca konuyla ilgili yapılan yüzeysel açıklamalara güç kazandırdı.

Evet, o yıllarda marksist hareketin dünya çapındaki önderi Kautsky ihanet etmişti; Alman işçi sınıfı sendika aristokrasisinden etkilenmişti… Ne ki, dünyanın en büyük marksist partisinin kendi burjuvazisini desteklemesi ve ona karşı değil de onunla birlikte savaşa girmesi bu gerekçelerle açıklanamazdı.

1914’te yaşananlar, Komünist Manifesto’nun yayınlandığı 1848’den beri yükselen marksist hareketin büyük çöküşünü gösteriyordu.

1917 devrimi marksizmi de kurtaracaktı, ama sınırlı oranda…

Devrimin coşkusuyla bu sınıra aldıran olmadı. Gramsci’nin görüşleri de SSCB’nin gelişmesi ve ikinci savaşta Nazizmi yenen asıl güç olmasıyla geriye itildi.

Ve 1960’lı yıllarda sosyalist ülkelerde ağırlaşmaya başlayan sorunlar ve Batı dünyasında devrim olmamasıyla birlikte konu yeniden gündeme gelecekti.

Gramsci’nin başka dillere çevrilmesi ve ilgi odağı olması da bu yıllarda başlar…

Bundan sonra yazılacak olan “Marksizm ve kaybolan gelecek” yazısının beşinci bölümünde Marx-Engels’in işçi sınıfına neden özel bir önem verdikleri ve bu önemi oluşturan nedenlerin 20. yüzyılın ikinci yarısında nasıl bir erozyona uğradıkları incelenecektir.

1914 deneyi bundan öncedir üstelik…

 

 

Son Güncelleme: Perşembe, 22 Mayıs 2014 21:37