Şuanda 385 konuk çevrimiçi
BugünBugün5941
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13665
Bu ayBu ay13665
ToplamToplam10482089
islamı kullanmak ve islam tarafından kullanılmak PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cumartesi, 31 Mayıs 2014 10:23


Bugün Gezi ile ilgili bir yazı bekliyordunuz ama onu yarın yazacağım ve üstelik islamdaki değişim de Gezi’nin önemli bileşenlerinden bir tanesidir. Anti kapitalist Müslümanlar vasıtasıyla Gezi’nin bir de Müslüman bileşeni oldu ve bu bileşenle ilgili gelişmeler gerçekleşti.

Bütün büyük anlatılar gibi İslam da değişik yönlerden yorumlanabilir. İslam’ı anti kapitalist yönden yorumlamak (mülkiyet Allah’ındır) ve farklı bir İslam’ı savunmak önemlidir. Başlangıç olarak buna karşı çıkmak mümkün değildir, hatta karşı çıkmak yanlıştır. Türklerin ve Kürtlerin kültüründe İslam’ın büyük önemi bulunuyor ve bunun nasıl yorumlanacağı sosyalistler için büyük önem taşıyan bir sorundur.

Başlangıç doğru olmakla birlikte sonrası doğru gelişmiyor ve İslam ile ilgili asıl amaç, “halkın üzerinde büyük etkisi olan bu inancı nasıl kullanabiliriz?” olunca, sağlıklı gibi görülen gelişme kısa süre sonra çıkmaza giriyor.

AKP her fırsatta İslam’ı kullanıyor. Bunun şaşılacak yanı bulunmuyor. Cumhuriyet yönetimlerinin tamamı, en laik görünenleri bile, İslam’ı kullanmıştır. Din, birey ile Allah arasındaki bir sorundur, saptaması gerçek dışıdır, laftan ibarettir. Bu ülkenin tarihinde İslam her zaman siyasal olmuştur. İslam’ın siyasal olmadığı herhangi bir İslam ülkesi bulunmuyor. Bütün ülkelerde İslam şu veya bu oranda siyasaldır. Siyasi mücadelenin önemli araçlarından bir tanesidir.

Ortadoğu’da radikal İslam örgütleri de bulunuyor. Irak-Suriye İslam Devleti (ISİD), El Nusra ve daha küçük örgütler… Bunlar Sünnidir ve Şii tarafındaki paralelleri de Hizbullah’tır.

Ortadoğu’da bu örgütlerin önemli bir etkinlikleri bulunuyor. Arkalarında başka güçlerin desteği var, ama etkinliklerini sadece bu desteğe indirgemek yanıltıcıdır. İran, Hizbullah’ı destekliyor. ISİD ve El Nusra Suudi Arabistan, Kuveyt tarafından destekleniyor. Bu destek bazen azalıyor, bazen çoğalıyor ama her zaman bulunuyor. Destekçilerden bir tanesi de Türkiye…

Kuzey Kürdistan’dan İslamcı örgütler safında savaşmak için Suriye’ye gidenlerin sayısı az değil… Kesin sayı bilinmiyor ama sayı kendisini hissettirecek kadar fazla…

Bu Kürtlerin bir bölümü Esad rejimine karşı, bir bölümü ise Rojava’ya karşı savaşıyor.

Radikal İslam küresel bir özelliğe sahip olduğunu sürekli gösteriyor. ISİD ve El Nusra saflarında ABD, İngiltere ve Almanya’dan gitmiş çok sayıda Müslüman genç bulunuyor. İngiliz vatandaşlarının sayısı bin kişi olarak tahmin ediliyor. Bunlar İngiltere’de doğup büyümüş ve değişik ulusal kökenlere sahip kişiler… Dün Florida’da büyümüş bir ABD vatandaşı Suriye’de intihar saldırısı gerçekleştirdi. Almanya’dan giden ve Suriye’deki savaşta hayatını kaybeden İslamcı gençler de bu örneklere eklenebilir.

İslam inancının şu veya bu yönüyle egemen olduğu bir coğrafyadaki solun bu din hakkında saptamalar yapması, hareket tarzı belirlemesi önemlidir. Hem toplumu değiştirmek istiyorsunuz ve hem de bu toplumu derinden etkileyen İslam hakkında herhangi bir belirlemeniz bulunmuyor.

Ateist olarak İslam’ı reddedebilirsiniz ama kendi başına bu tutum herhangi bir anlam taşımaz. İslam’ın etkisini nasıl azaltacaksınız, bu soruya cevap verebilmeniz gerekir. “Mücadele geliştikçe dinin etkisi de azalacaktır” belirlemesi içerik olarak boştur. Otuz yıl öncesinde yaşamıyoruz, İslam gelişen her mücadelenin içine bileşenlerinin bir bölümüyle giriyor ve o kültürle büyümüş insanların arasında verimli bir çalışma alanı buluyor.

“İslam hakkında bizim de bir tutumumuz olsun, demokratik İslam diyelim” anlayışı, başlangıç olarak güzel gibi görünmekle birlikte herhangi bir yere götürmüyor. Bu anlayışta kalındığı sürece İslam’ın bu anlayışın savunucularını kendi bünyesine alması, eritmesi kaçınılmazdır.

Bunun ilk örneğini Medine Sözleşmesi’nde görüyoruz.

Yapılan Demokratik İslam konferanslarında Medine Sözleşmesi farklı dinlerin ve halkların birlikte yaşaması için örnek olarak gösteriliyor. İslam tarihinde kısa sürmüş taktiksel bir aşamanın genelleştirilerek çözüm olarak sunulması aslında çözümsüzlüğün göstergesidir. Aslında çözümsüzlüklerini bu konferanslarda konuşanlar da –farkında olmadan- söylüyorlar.

İslam yozlaşmış, İslam iktidar dini olmuş, İslam peygamberin ölümünden ya da en geç dört halife devrinden sonra kendi özgün temellerinden ayrılmış saptamaları yapılıyor.

Bu saptamaların doğru olduğu kabul edildiğinde bile büyük bir açmazla karşılaşılır: İslam yaklaşık 1400 yıldır temellerinden sapmış, yozlaşmış ise; bu uzun zaman içinde başka bir din oluşmuş durumdadır. Asıl olan o islamdır, senin islamın değildir ve temiz islama dönmeyi hedef koyarak ve bu arada da arada yaşanılan büyük tarihi yok sayarak kayda değer bir gelişme gösteremezsiniz.

Peygamber ve dört halife devrine asrı saadet denilir. Bazıları dönemi sadece peygamberin yaşadığı süre ile sınırlar…

Yöntemler ne kadar da birbirine benziyor: üç asrı saadet ya da temiz teoriye dönmekle sorunun çözümleneceğine inanmak…

Mustafa Kemal dönemi iyiydi, O’nun ölümünden sonra Kemalizm yozlaştı; saf Atatürkçülüğe dönmek gerekir…

Ya da Marx-Engels döneminin Marksizmine dönmek gerekir… Sonraki yıllarda Marksizm özünden uzaklaştırılmıştır.

Ya da asrı saadet dönemine, islamın ilk dönemine dönmek gerekir…

Bunların hepsi aynı anlayışın kendini değişik ortaya koyuş biçimleridir ve hiç birisi de çözüme ulaşamamıştır. Tersine bu yaklaşımla çözüm arayanlar bir süre sonra alternatif geliştirmek istedikleri akım tarafından şu veya bu oranda içselleştirilmişlerdir.

Buradaki temel açmaz, üç örnekte de yaşanılan tarihi yok saymaktır.

O tarih (örneklerimizde İslam’ın, Kemalizm’in, Marksizm’in) tarihidir ve o tarihte ortaya çıkan yozlaşmayı, büyük sapmaları anlatının kendisinden apayrı bir olgu imiş gibi değerlendirmek mümkün değildir.

Yozlaştı ise neden yozlaştı ve bu yozlaşma egemenliğini nasıl bu kadar uzun zaman sürdürdü?

Bu büyük anlatılardaki iç savaşın kaynakları nelerdir?

İslam’da tarihi boyunca iç savaş yaşandı ve halen de yaşanıyor. Ortadoğu’da ölen de öldüren de Müslümandır.

1960’lı yıllarda Kemalizm büyük iç savaş yaşadı. Ülkede AKP’ye gelinceye kadarki bütün iktidarlar Kemalisttir ve 1960’lı yallarda buna karşı Kemalizmi farklı yorumlayan “sol Kemalizm” ortaya çıktı. Bu yorumun etkinliği sonraki yıllarda azalmış olmakla birlikte halen ulusalcılar vasıtasıyla sürmektedir.

Benzeri bir saptama marksizm için de yapılabilir. Marksizmin iktidar yılları aynı zamanda şiddetli iç savaş yıllarıdır. İktidardaki marksizm politik rakiplerini büyük oranda yok etti. “Burjuvazi komünistler kadar komünist öldürmeyi başaramadı” sözü bu temel üzerinde yükselen bir belirlemedir.

Farklı kavramlarla farklı bir teori oluşturmak ve bunu hakim kılmanın yollarını bulmak gerekir. Aynı kavramlar kullanıldığı sürece İslam’ın başına “demokratik” eklemesini yapmak fazla anlam taşımaz. Demokratik İslam Konferanslarında bu çıkışsızlığı ümmet kavramının kullanılmasında da görüyoruz. Medine Sözleşmesi’nden hareketle kullanılan ve farklı din ve etnik kökenlerin birlikte yaşamasının temeli olarak sunulan ümmet kavramı, arada yaşanılan 1400 yıllık tarih atlanılarak bugün de çözümmüş gibi sunulamaz.

Bizde çok kullanılan bir yöntemdir: başkasının kavramını alır ve onu farklı bir içerikte sunarsınız. Bu tür sunumlarda kazanan sürekli olarak o kavramı yıllardan beri kendi anlayışları doğrultusunda kullanan ve çok sayıda insanı da bu yönde şekillendirenler olur. Sizin farklılığınız ise hakim anlayışın bazı farklılıklar taşıyan bir çeşidi olmaktan öteye gitmez.

Ulusalcılar olarak tam bağımsızlığı istiyorsanız, bunu Kemalizm’den kopmadan sağlayamazsınız. Çünkü Kemalizm bunu yapamamıştır.

Marksizm gelişmiş sosyalizmi kuramamıştır, kapitalizmi yıkmakta başarılı olmuş ama ona alternatif bir toplum düzenini yaşatmakta başarılı olamamıştır.

İslam tarihi boyunca rakiplerinden daha fazla kendi yandaşlarını katleden bir din olmuştur ve İslam’da iç savaş halen sürmektedir.

Sorgulamak doğrudur, seçenekler aramak doğrudur ama saf teoriye ya da tarihin dışında duran, pratikte uygulanmamış teoriye dönülerek, eski kavramları kullanarak gerçekten farklı olan yeniyi üretebilmek mümkün değildir.