Şuanda 335 konuk çevrimiçi
BugünBugün5907
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13631
Bu ayBu ay13631
ToplamToplam10482055
İşçi sınıfı ve devrimci çaresizlik PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cumartesi, 02 Ağustos 2014 07:37


Konu hakkında –yeniden- yazmadan önce aşağıdaki makaleyi okuyalım. Sol Defter tarafından çevrilen ve Monthly Review’da yayınlanan bir makale… Monthly Review elli yıldan fazla zamandır ABD’de yayınlanan ve Sweezy,  Baran ve Magdoff’un bir zamanlar içinde yer aldıkları bir dergidir. Çok uluslu şirketler, üretimin çokuluslulaşması konularında 1970’li yıllarda önemli saptamaları olmuştur. Türkiye Devriminin Acil Sorunları’nda konuyla ilgili yapılan saptamalarda bu yazarların kitaplarının –referans da verildiği gibi- önemli katkısı olmuştur.

Önce yazıyı okuyalım…

 

 

İşçi sınıfını devrimci bir özne yapan nedir? – Michael A. Lebowitz

 

İşçi sınıfını devrimci bir özne yapan nedir? Hegelci mistisizmin dediği gibi evrensel sınıf ya da Mutlak Tin’in kötü bir kopyası olması değil şüphesiz. Fiziksel lokasyonu, yani sanayinin çarklarını durdurabilecek stratejik konumu da değildir ona bu özelliği veren.

En rafinesinden en kabasına kadar bu tip açıklamaların çok az kişiyi ikna edebilmesine şaşmamalı. Elbette, isçi sınıfının neden bir zamanlar devrimci olduğuna ama artık zamanının geçtiğine dair daha iyi açıklamaları olanlar da var. Örneğin bazıları eskiden sermayenin isçileri bir merkezde topladığını, bir araya gelmelerini, örgütlenmelerini ve mücadele etmelerini sağladığını, ama bugün aynı sermayenin isçileri birbirinden uzaklaştırdığını ve ortak mücadele etmelerini önleyecek şekilde birbirine düşürdüğünü öne sürüyorlar. Yani bir zamanlar isçi sınıfının zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yoktu, ama bugün kapitalizmin içine çekilmiş, tüketim kültürünün tutsağı olmuş durumda; asıl kendisi tükettiği maddeler tarafından ele geçiriliyor ve tüketiliyor.

Kapitalizm işçi sınıfını değiştirdiği için artık isçi sınıfının devrimci bir özne olmadığı sonucuna varanlar, Marksizm’in alfabesini dahi anlamadıklarını ifşa etmiş oluyorlar. İsçi sınıfı mücadelesiyle kendisini devrimci bir özne kılar – bizzat kendi kendini dönüştürür. Marx hep bunu savundu: koşulların ve öznenin kendisinin birlikte değişimi olarak “devrimci pratik”. İsçi sınıfı verdiği mücadelelerle kendisini değiştirir. Yeni bir dünya yaratmaya uygun hale getirir.

Peki, işçiler niye mücadele eder? Tüm isçi mücadelelerinin altında yatan Marx’ın deyimiyle “işçilerin kendi gelişim ihtiyaçlarıdır”. Marx’ın ücret artışı için verilen mücadeleleri tek başına yetersiz gördüğünü biliyoruz. Ama sunu da kavramıştı: bu mücadelelere hiç girmemek, isçileri ” duygusuz, düşüncesiz az veya çok beslenmiş birer üretim aracı” haline getiriyordu. Mücadele olmazsa Marx’a göre isçiler “küskün, iradesiz, bitkin ve dirençsiz bir kitleye” dönüşüyorlardı. Mücadeleler bizatihi birer üretim sürecidirler: yepyeni tipte bir işçi çıkartırlar ortaya; kendisini kapasitesi müthiş gelişmiş, özgüveni sağlam, örgütlenme ve birleşme yeteneği çok artmış olarak yeniden üreten bir işçi. Peki bunu niye ücret artışı mücadelesiyle sınırlayalım ki ? İnsanların kendini ortaya koyabildiği her mücadele, toplumsal adaletin sınırlarını zorladıkları her mücadele, kendi potansiyellerinin ve gelişme ihtiyaçlarının farkına vardıkları her mücadele katılanların kapasitelerini artıracaktır.

Ve bu mücadeleler bizi hep sermayenin karşısına dikecektir. Neden? Çünkü bizle kendi gelişimimizin arasında duran engel sermayedir de ondan. Öyledir çünkü medeniyetin tüm meyvelerine el koyan, toplumsal beynin ve toplumsal kolun tüm ürününü kendi mülkü yapan, kendi üretimimizi ve bizden önceki işçilerin üretimini tek bir amaç uğruna, kendi çıkarı, kâr uğruna bize karşı çeviren hep sermayedir. İhtiyaçlarımızı karşılamak istiyorsak, potansiyelimizi geliştirmek istiyorsak, sermayeye karşı mücadele vermeliyiz, ancak bu şekilde biz çalışanlar kendimizi devrimci birer özne kılabiliriz.

İyi ama biz kimiz? Devrimci özne olan bu işçi sınıfı neyin nes ? Bunun cevabını Kapital’de bulamazsınız. Marx’ın Kapital’i, nesne olduğu durumlar hariç işçi sınıfından bahsetmez. Kapital’in ortaya serdiği, sermayenin doğası, hedefleri ve dinamikleridir. İşçi sınıfından bahsi sadece, sermayenin işçi sınıfına ettiklerini anlatırken açar. İşte işçi sınıfını özne olarak ele almadığı içindir ki, sermayenin bu özneyle ne şekilde mücadele ettiğine de odaklanmaz. O yüzden, Marx’ın kapitalist sınıfın işçileri (bilhassa İrlandalı ve İngiliz işçileri) ayırıp bölerek iktidarını nasıl koruduğu hakkındaki yorumlarını başka eserlerinde aramalıyız. Ve “sermayenin bugünkü iktidarının temelinde” işçiler için yeni yeni ihtiyaçlar yaratabilmesinin yattığını açıkça belirttiği halde, bu meseleyi hiçbir yazısında ele almamıştır.

Yani günümüz işçi sınıfının doğası nedir sorusu, cevabı kitaplarda bulunamayacak bir sorudur. Cevapları kendimiz oluşturmalıyız. Bugün sermaye-dışı olan kimdir? Üretim araçlarından ayrı düşmüş ve hayatta kalabilmek için sermayeden ricacı olmak durumunda kalanlar kimlerdir? Tabii ki sadece işgücünü sermayeye satanlar değil, aynı zamanda satamayanlar da, yani hem sömürülenler, hem de dışarıda bırakılanlar. Ve şüphesiz, devasa yedek işsizler ordusu bağlamında, sermayenin dolaşım sahasında çalışıp üstelik riski kendileri üstlenenler de – yani kayıtdışı ekonomide ekmeğinin peşine düşenler de – tanıma dâhildir. Klasik işçi sınıfı şablonuna – erkek fabrika işçisi – uymuyorlar belki, ama o şablon zaten hep yanlıştı.

Kesinlikle ilk adımımız işçi sınıfının heterojen doğasını kabul etmek olmalıdır. Marx’ın farkında olduğu üzere, işçi sınıfı içerisindeki farklılıklar sermayenin egemenliğini devam ettirmesini mümkün kılar. Ama yine Marx’ın farkında olduğu üzere, biz mücadele ettikçe birlik sağlarız. Ve bu birliği kendi gelişim ihtiyaçlarımızı ortak hedef olarak önümüze koyarak ve “hepimizin özgürce gelişmesinin her birimizin özgürce gelişmesine bağlı olduğunu” kabul ederek sağlarız. Sermaye fikir savaşını bugüne kadar bizi alternatifi olmadığına ikna ederek kazandı; işçi sınıfını devrimci özne olarak görmekten vazgeçenler de bu mesajı pekiştiriyorlar. Fikir savaşını kazanmak için, kendi gelişim hakkımıza vurgu yapmalıyız. Marx ve Engels’in bildiği gibi, işçilerin “bu haklarını kullanmaları ‘kendileri’ olabilmelerinin devrimci kaynaşmış bir kitle haline gelmelerinin aracıdır sadece”. Kazanacağımız bir dünya var, her gün kendi ellerimizle inşa ettiğimiz dünya.

http://monthlyreview.org/2012/12/01/what-makes-the-working-class-a-revolutionary-subject/

 

Yazıda ilk olarak hemen dikkati çeken nokta, marksistlerin alışılmış ve değişik örnekleri bulunan kaçış yöntemidir: marksizmin 1848’den bu yana geçen 166 yıllık tarihini dikkate almayıp Marx’a ya da “temiz teori“ye dönmek… Dönüldüğü zaman da farklı sol görüşleri savunanları “Marx’ı anlamamak“la suçlamak…

Tanıdığımız bir yöntem…

Ortadoğu’da İslam içindeki iç savaş bütün şiddetiyle sürüyor. O kadar ki, bazan radikal islamcı denilen gruplar bile birbiriyle savaşıyor. Buna rağmen islam’ın “barış ve kardeşlik dini“ olduğunu savunanlar halen bulunuyor. Bu görüşe göre, birbirlerine karşı şiddet kullanan Müslümanlar “gerçek Müslüman“ değildir! Onları Müslüman olarak görenler, Hz. Muhammed’i ve Kuran-ı Kerim’i anlamamışlardır… Muhammed’in insanlığa ilettiği mesaj barışçıdır!

Hep aynı yöntem! İsim değişiyor ve Muhammed’in yerini Marx alıyor. Kitabın adı değişiyor ve Kuran-ı Kerim değil Kapital oluyor ve yöntem aynı kalıyor: ilgili görüşün tarihini bir kenara atıp “temiz teori“ye dönmek ve farklı görüş savunanları da Hz. Muhammed veya Marx’ı anlamamış olmakla suçlamak…

Humeyni, “İslam bir kan ve kılıç dinidir“ dediğinde, temiz teorici islamcılar tarafından “islamı saptırmak“la suçlanmıştı ama İslam’ın tarihine bakıldığında gerçeği söylemişti.

Marksizmin 20. yüzyıl tarihine baktığınızda da gerçekleşen devrimlerde işçi sınıfının teoride belirtildiğinden oldukça daha az rolünün bulunduğunu görürsünüz.

Marx işçi sınıfının sadece devrimciliğinden söz etmemiş, bu sınıfın devrimciliğine özel bir önem vermişti. Tarihte bu özel önemin gerçekleşmesini göremiyoruz.

Temiz teorici marksistlerin Lenin’den söz etmemeleri normaldir, çünkü Lenin, ilk kez Kautsky tarafından ortaya atılan görüşü kabul etmiş ve “işçi sınıfının kendiliğinden ancak sendikal bilince ulaşabileceğini, bunun ötesine gidemeyeceğini“ savunmuştu. Başka bir deyişle, “işçi sınıfı kendiliğinden sosyalist bilince ulaşamaz.“

Bu görüşü savunduğunuz zaman, işçi sınıfının özel bir devrimciliğinin de bulunmadığını kabullenmiş olursunuz. Dışardan bilinç iletilip örgütlendiği zaman köylülük de kent küçük burjuvazisi de devrimcidir.

1917 Ekiminde Petograd ve Moskova’da iktidarı köylülerle birlikte ele geçiren işçiler, devrimin yarı feodal ülkenin geniş topraklarına yayılmasında köylülüğe dayanmak zorundaydılar.

Çin devriminde işçi sınıfının rolü son derece azdır.

Küba gibi dışa bağımlı olmakla birlikte kapitalist olan bir ülkede devrimi başlatan ve geliştirenler kent küçük burjuvazisi ile küçük köylülüktür. İşçi sınıfının devrimdeki rolü son aşamadadır.

Frantz Fanon, Cezayir ulusal kurtuluş savaşında köylülüğün devrimci, işçilerin ise sömürgecilikle bağlantılı karşı devrimci rolünü anlatır.

1970’li yıllardan başlayarak gerçekleşen üçüncü bilimsel teknolojik devrim, işçi sınıfının devrimciliğini daha da geriye götürdü. Otomasyon, sınıfın küçük üretim birimlerine dağılması ve göçmen işçilerin rolü bu gelişmedeki önemli nedenlerdir.

Burada yukardaki metnin yazarına iki soru sormak gerekir?

ABD işçi sınıfı içinde göçmen işçilerin gerici rolünü yeni mi fark ediyorsunuz?

ABD dünyanın önde gelen sanayileşmiş ülkelerinden bir tanesidir. İşçi sınıfı gelişmiştir; ne ki, bu ülkede elli yıldan fazla zamandır az sayıda militan işçi grevinden başka bir işçi sınıfı hareketliliği görülmemiştir. Hardt ve Negri ABD burjuvazisinin göçmen işçiler vasıtasıyla işçi sınıfı içinde farklılıklar yaratmak politikasının ulaştığı düzeyi örnekleriyle anlatırlar.

Bunun için Marx’a kadar gitmeye gerek yok… Hemen yanınızda bu politika yıllardan beri geliştirilerek uygulanıyor.

İkinci soru: Madem ki işçi sınıfının örgütlenmesiyle onun devrimciliği arasında yakın bağlantı bulunmaktadır, elli yıldan fazla süredir neden dünyanın önemli işçi sınıflarından birisi olan ABD işçi sınıfı içinde kayda değer bir varlık gösteremediniz?

ABD’deki vatandaş hareketinde (siyahların eşit haklar talebi) işçi sınıfının varlığından söz edilemez. Benzeri bir durum ABD 68’i ve Vietnam savaşına karşı yükselen muhalefet için de söylenebilir.

ABD toplumunu sarban bu hareketlerde işçi sınıfının görülebilir bir rolü olmamıştır.

ABD’de marksizm, akademik marksizmdir. Dünya ekonomisindeki gelişmeler konusunda iyi araştırmaları vardır, ama sosyalist örgütlenme konusunda ABD marksistlerinden öğrenilebilecek herhangi bir konu bulunmamaktadır. ABD marksistleri akademiktir, teorinin örgütlenmesi ve hayata geçirilmesi konularıyla ilgileri çok zayıftır. Yukarıdaki yazı da bunu bir kere daha göstermektedir.

Örgütlenmenin öneminden söz edenler, ABD gibi bir ülkede solun uzun yıllardır kayda değer bir varlık olamamasının nedenini kendilerine sormalıdırlar.

Marx yetmez! Size Lenin, Mao ve Castro da gerekir ve buna da “temiz teori“ye dönerek ulaşamazsınız.

“Temiz teori“ye dönüş akademik marksizmin tipik bir özelliğidir ve akademik marksizmin bulunmadığı bizim gibi ülkelerde ise sadece komik olmaktadır.