Şuanda 468 konuk çevrimiçi
BugünBugün6002
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13726
Bu ayBu ay13726
ToplamToplam10482150
Politik mülteciliğin kısa tarihi: 1980-2000 PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Perşembe, 14 Ağustos 2014 20:14


   Bu yazı düşünülen geniş bir çalışmanın oldukça kısa –ve sistemli olmayan- bir özetidir. Böyle bir çalışmanın ağırlıkla yöntem ve içeriği üzerinde durulacaktır.

   Türkiye Cumhuriyeti tarihinde politik mültecilik 12 Eylül 1980 sonrasında başlamadı. Cumhuriyet tarihinde tek tük sürgüne giden muhaliflerin yanı sıra, 12 Mart 1971 darbesinden sonra da sol görüşlü insanlardan bazıları ülke dışına çıkmak zorunda kaldılar. 1977-80 arasında ise Türkiye’de baskıların, politik cinayetlerin, Maraş ve Çorum olayları gibi büyük çatışma ve saldırıların arttığı dönemde, politik göçte de belirgin bir artış görüldü. 12 Eylül 1980 sonrasındaki yaklaşık üç yıl ise, cumhuriyet tarihinin önceki dönemleriyle karşılaştırılmayacak düzeyde politik göçe sahne oldu. Bu göç her tarafaydı; kimisi önce Suriye ya da Yunanistan’a çıktı, genellikle orada bir süre kaldıktan sonra Avrupa’ya geçti. Bazıları doğrudan Avrupa’ya geldiler. 1981-1983 yılları arasında büyük çoğunluğu sol görüşlü olan 30 bin kişinin politik göçmen olduğu tahmin ediliyor. Gidilen ülkeler –ara duraklarla birlikte- son derece çeşitliydi; politik göçmenler Kanada’dan Avustralya’ya kadar geniş bir coğrafyaya, Türkiye’den daha önce çalışmak için gelmiş insanların olduğu bütün ülkelere yayıldı.

   1977-80 arasında Türkiye’den politik göçün yanısıra, “politik görünümlü“ insanların da ülke dışına gittiği biliniyor. Özellikle Avrupa ülkeleri Türkiye’den işçi alımını durdurduktan, bu ülkelere çalışmak ve para kazanmak için gitmek isteyenlerin “politik göçmen“ görünümüne girip iltica başvurusu yapmaktan başka çaresi yoktu. Bu nedenle kim gerçek politik göçmendir, kim değildir konusunda bir ayrıma gitmek oldukça zordur. Ülkedeki ekonomik koşulların sürekli kötüleşmesi, yüksek işsizlik ve gelecekten umutsuzluk nedeniyle, bu tür göç sonraki yıllarda da sürdü. Türkiye’den en fazla “politik göç“ alan Almanya’da iltica başvurularının ülkelere göre dağılımında Türkiye’nin yeri yıllarca birincilikle üçüncülük (Doğu Avrupa’daki çözülme ve Yugoslavya savaşı göçmenleri nedeniyle) arasında değişti. Önceki yıllarda az olan Kürtler, özellikle 1995 sonrasında gelenlerin çoğunluğunu oluşturdular.

   Buradan, “Türkiyeli politik göçmen kimdir?“ sorusunun kesin sayılarla yanıtlanması mümkün olmayan bir soru olduğu ortaya çıkıyor. “Türkiye’de politik nedenlerle aranan insanlar“ tanımı eksiktir; çünkü çok sayıda insan aranmamasına karşın, yaşadığı bölgede can güvenliği tehlikede olduğu ve başka bölgeye de yerleşme olanağı olmadığı için ülke dışına çıkmak zorunda kalmıştır. Bunların da politik mülteciliğin kapsamında değerlendirilmeleri gerekir. Bir başka zorluk, sayılardaki değişkenliktir. 12 Eylül darbesinden sonraki birkaç yıl içinde okul kavgası nedeniyle arananlar bile, yakalandıklarında ağır işkenceyi ve bir yıl kadar tutuklu kalmayi göze almak zorundaydılar. Sonraki yıllarda bu tür kavgalar hem çoğaldığından hem de ülke 1984 sonrasında artan oranda düşük yoğunluklu savaş ortamına girdiğinden önemsenmez oldular; dosyalar kapandı, açılmış davalar düştü. Politik mülteci statüsünde olanların bu konumu da ortadan kalktı. Bunları sayısal olarak saptamak olanaksız denilebilecek kadar zordur.

   “Politik mültecilik hakkını elde etmiş olanlar politik mültecidir“ gibi bir saptama yapılamaz. Böyle bir saptama –birkaç nedenle- ancak bu konudaki mekanizmanın nasıl işlediğini bilmeyenlerin işi olabilir.

   Birincisi; bazı gerçek politik mülteciler bu hakkı elde etmekte ciddi sorunlarla karşılaşmış, bu statüde olanlara verilen pasaportu alamamış ve ancak evlenme yoluyla gittikleri ülkede kalma hakkını elde edebilmişlerdir. Buna karşılık, “politik mültecilik“le hattâ “politik“ bir insan olmakla bile ilgisi olmayan çok sayıda kişi, çeşitli ülkelerde gerek uygun “belge“ bulabildiklerinden gerekse de ilgili ülkenin o yıllardaki işgücü ihtiyacı nedeniyle “politik mülteci“ olma hakkını elde etmişlerdir. Bunların sayısal kesin bir ayrımını yapmak mümkün değildir.

   İkincisi; gerek küçük davaların düşmesi ve gerekse de 1991’de çıkan İnfaz Yasası nedeniyle Türkiye’de aranma durumları sona erenlerin bir bölümü, iltica pasaportunu T.C. pasaportuna çevirerek geldikleri ülkede kalmayı sürdürmüşler, bir bölümü ise artık “politik mülteci“ olmamalarına karşın, eski statülerinde kalmayı tercih etmişlerdir.

   Buradan sol ve sağ’la ilgili bir başka zorluğa geçebiliriz. MHP’li “politik mülteciler“ de vardır; ama bunlar, -sag politik mültecilik kabul edilmediği için- MHP’li olarak değil de, Türkiye’de yaşadıkları bölgede etkinliği olan sol bir örgüt adına “politik iltica“ başvurusunda bulunmuşlardır. Hatta PKK adına iltica başvurusunda bulunan köy korucuları bile vardır.

   Üçüncüsü; “politik“ olmadığı gibi yoksulluk nedeniyle değil de, başka nedenlerle Türkiye’den ayrılmış ve “politik mültecilik“ hakkını elde etmiş insanlar vardır. Evini, tarlasını ya da dükkanını satarak Avrupa’ya gelen, zengin ya da orta halli olmasalar bile yoksul sayılamaycak olan bu insanların geliş gerekçesi genellikle “Bu ülkenin geleceği yok, burada yaşanmaz“ şeklindedir.

   Dördüncüsü; köylerinin boşaltılması nedeniyle yıllardır yaşadığı bölgeden uzaklaşmak zorunda kalmış, önce büyük kentlere gitmiş, ama orada da yaşayamamış; sonunda çoğunluğu Batı Avrupa’da olan dış ülkelerdeki hemşeri ya da akrabalarının yanına gelmiş, orada kalabilmek için de “politik iltica“ başvurusunda bulunmuş, “politik“ olmakla ilgisi bulunmayan çok sayıda Kürt vardır. Bunların “politikliği“, önceki yıllarda çok sayıda Türk insanında da görüldüğü gibi, çift çizgili mavi iltica pasaportunu ceplerine koyuncaya kadardır. Avrupa’da uyuşturucu kaçakçılığıyla uğraşan çok sayıda Türk ve Kürt’ün iltica pasaportu vardır.

   Türkiyeli politik göçmenlerin tarihinin incelenmesindeki bir başka zorluk, ülkelere göre farklı gelişimdir. İlk yılları hemen herkes için aynı olmakla birlikte, zaman içinde yaşanılan ülkeler arasındaki farklılıklar nedeniyle politik göçmenlerin etkileşimi de farklı olmaktadır. Örneklemek gerekirse; Fransa’da Türkiyeli politik göçmenlerin çoğunluğunun bulunduğu Paris, politik göçmenler için inanılmaz düzeyde çözücü bir etkiye sahipken, diğer ülkelerde kısa sürede tanınamayacak duruma gelmek az rastlanan bir durumdur. Bir başka örnek, İsviçre ile Almanya arasındaki farklılıktır. İsviçre’ye işçi olarak gelenlerle mülteciler arasında –onlar işçi olsalar bile- belirgin bir kopukluk varken, Almanya’da aynı durum sözkonusu değildir. Bu farklılık, ikinci kesimin daha az kendi içine kapanmasını ve daha fazla dışa açık olmasını getirmekte; bu farklılık da, ilk yıllarda olmasa bile sonraki dönemde gelişme konusunda belirgin farklılıkların ortaya çıkmasının önemli nedenlerinden birisi olmaktadır.

   Türkiyeli politik göçmenlerin tarihi incelenirken dikkat edilmesi gereken bir başka olgu da, değişik kesimler arasındaki farklılıktır. 1980 sonrasında Türkiyeli sol hareketindeki örgüt yöneticilerinin büyük bölümü Avrupa ülkelerine geldi. Yöneticiler, kadrolar ve taraftarlar genellikle oldukça farklı gelişme çizgileri izlediler. Tarihsel bir incelemede bu kesimler arasındaki farklılıkların dikkate alınması gerekir.

   Buraya kadar anlatılanlardan çıkan sonuç, böylesi bir tarihin çok sayıda özneye sahip ve geniş bir alana yayılmış bir özellik taşımasıdır. Diğer ülkelerdeki politik göçmenlik tarihinde böylesine bir olguya rastlamak oldukça zordur; farklılık tarihsel incelemede değişik yöntemlerin kullanılmasının zorunlu kılar.

   Türkiyeli politik göçmenlerin tarihinde sayılarla uğraşmamak gerekir. Dışarıdan bakıldığında politik göçmen gibi görünen, gerçekte ise politika dışı insanlardan sağcıları da barındıran bu geniş kitle içinde, hangi grubun kaç kişi olduğunu ortaya çıkarmak neredeyse mümkün değildir. Bu karmaşanın temel nedeni, Türkiyeli politik göçmenlerin önemli bir özelliğini de oluşturan asıl neden; bu insanların göçmenliğin tipik sıkıntılarıyla oldukça az karşılaşmış olmalarıdır. Politik göçmen gittiği ülkede yalnız kalır, herşey onun için sorun olur ve bu nedenle büyük sıkıntı içine düşer. Türkiyeliler ise, kendi ülkelerinden başka bir ülkeye değil, o ülkede yaşayan Türkiyeliler arasına geldiler. Bu nedenle politik göçmenliğin tipik sıkıntılarıyla oldukça az karşılaştılar. Birçok insan, Türkiye’de değil de başka bir ülkede yaşadığını, olayların hızı durulduktan, gelişinin ardından en az birkaç yıl geçtikten sonra farketmeye başladı. Türkiyeli politik göçmenlerin yıllardan beri içinde yaşadıkları bir toplumda bu kadar az ilgilenmeleri, ya da bu ilginin en fazla o ülkedeki Türkiyeli kitlenin göçmenlik sorunlarıyla ilgilenmeleri çerçevesinde kalmasının ana nedeni burada yatmaktadır. Bu durum onları bambaşka bir kültürün içine gelmiş olmanın şokundan belirli oranda korurken, 1990 sonrasında –Türkiye’de ve Avrupa’daki- Türkiyeli insanın ileri boyutlara varan çürümesine de özellikle açık hale getirmiştir. Buradan çıkan sonuç; politik göçmenler ayrı özelliklere sahip olmalarına karşın, tarihlerinin, bulundukları ülkedeki Türkiyeli göçmen kitlesinin tarihinden ayrı olarak ele alınamayacağıdır. Avrupa ülkelerindeki Türkiyeli göçmenlerin tarihi içinde, politik göçmenlerin tarihi alt bir bölüm oluşturur. Ayrı bir politik göçmenlik tarihi, ancak henüz hiçbir şeyin yerine oturmadığı ilk yıllar için mümkündür.

   Avrupa ülkelerindeki Türkiyeli politik mültecilerin 1980-2000 yılları arasındaki tarihi kabaca dörde ayrılabilir:

   Birinci dönem, 1980-83 yıllarını kapsar. Türkiyeli politik göçmenler büyük sayılar halinde geldiler ve ilk yerleşmelerini tamamladılar. O yıllarda kimse uzun süre Avrupa ülkelerinde kalmak zorunda kalacağını düşünmüyordu. 12 Eylül darbesi, 12 Mart 1971 darbesinin daha ağırı olarak düşünülüyor ve birkaç yıl sonra gevşeyeceğine inanılıyordu. Bu nedenle birçok kişi ne dil öğrenmeye ne de doğru dürüst yerleşmeye yöneldi. Önce 1982 Anayasası’nın onaylanması, ardından da ülkede “demokrasi“ olduğu iddia edilen bir rejime geçilmesi –ama pek bir şeyin değişmemesi- çok sayıda insanın erken dönüş umutlarını terketmesine neden oldu. Politik göçmenlik gerçek anlamda 1984’ten itibaren başladı.

   İkinci evre, 1984-1989 yılları arasını kapsar. Avrupa ülkelerinde –özellikle Türkiyelilerin yüzde 70’inin bulunduğu Almanya’da- politik ortam son derece hareketlidir. Özellikle ABD füzelerinin Avrupa’ya yerleştirilmesine karşı barış eylemleri yüzbinlerce kişiyi bir araya toplamaktadır. Aynı yıllarda Türkiye de oldukça hareketlidir. Türkiye sol hareketi, 12 Eylül’ün ardından yediği ağır darbelerden sonra toparlanmakta, yavaş da olsa yeniden yükselmektedir. Türkiye’de özellikle işçi eylemleri gündemdedir. Bunların politik mülteciler tarafından coşku ile izlendiğini özellikle belirtmek gerekir. Avrupa ülkelerindeki ilerici işçi sendikalarıyla birlikte dayanışma eylemleri örgütlemek, para toplayıp göndermek, yayınlarda eylemlerden övgüyle söz etmek hemen herkesin yaptığı faaliyetlerdir. Bu dönem, Türkiyeli politik göçmenler için en parlak yıllardır denilebilir. Bir daha iki taraflı bir hareketliliği görmeyecekler, Türkiye’den kolay kolay iyi haberler alamayacaklardır.

   Üçüncü dönem, 1990-1994 yılları arasını kapsar. Bunlara çöküş yılları demek belki daha doğru olur. Berlin Duvarı’nın 1989 sonlarında yıkılmasından bir süre sonra SSCB’nin dağılması ülkede ve dışarıdaki Türkiye solu üzerinde yıkıcı bir etki yaptı. (Hangi ülkede yapmadı ki?) Almanya, Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin yıkılması nedeniyle bu yıkılıştan en fazla etkilenen ülkeydi. Avrupa’daki Türkiyeli politik göçmenlerin çoğunluğu bu ülkedeydi ve Türkiye’deki sarsıntıyla birlikte çöküşten fazlasıyla etkilendiler. Bu yıllar, 20 yıllık tarihteki en kötü yıllardır denilebilir.

   Son dönem, 1995-2000 yıllarını kapsar. Çok kişi kaybolup gitmiş, geride az sayıda insan kalmıştır. Bunların bir bölümü yıllardan beri yükselen Kürt hareketiyle birliktedir; ne var ki, bu hareketin de 1999’dan başlayarak ciddi bir gerilemeye girmesi sonucu, kalan insanların politik yaşamında da yükselen bir şey kalmamıştır denilebilir. Kürt solcularını yoğun biçimde etkileyen bu gerileme, aynı etkiyi Türk solcularında göstermedi. O güne kadar çok şey yaşamış bu insanlar politik yönelimleriyle bireysel tercihlerini birleştirebildikleri oranda sağlam bir yapıya sahiptiler. Tek kişi de kalsalar, sosyalisttiler!

   Türkiyeli politik mültecilerin yakın tarihinde “mülteci hayalleri“ üzerinde de durmak gerekir. Gerçekte gelişmiş bir hayal dünyası tüm mülteci ve göçmenlerde vardır. Gelinen ve artan oranda zorluklarla karşılaşılan ülke “kötü“, geride bırakılan “anayurt“ ise “iyi“dir. Avrupa ülkelerindeki Türkiyeli politik göçmenler için bu hayalin büründüğü biçim, “Türkiye’de mücadele var, Avrupa ise çürütüyor“ şeklindedir. 1980 öncesinin hızlı solcularının Avrupa’da tanınamayacak kadar değişmeleri; sarhoşluk, umutsuzluk ve herşeye inançsızlık dışında özelliklerinin kalmaması; herşeyi eleştirmeleri ve reddetmeleri ama herhangi bir düşünceyi de savunmamaları, giderek bırakalım solculuğu insanlıktan da uzaklaşmaları, sürekli olarak “Avrupa’nın çürütücü özelliği“ ile açıklanmıştır.

   Bu gerçektir; hayal olan, çürümeyi Avrupa’ya özgü sanmaktır.

   Politik mülteci olmayan ama sol görüşlü bazı kişiler, haklarında açık takibat olmamasına karşın, ancak 141. ve 142. maddelerle “yurtdışında Türkiye aleyhine faaliyet göstermek“le ilgili 140. madde yürürlükten kalktıktan sonra Türkiye’ye gittiler. Birçok yürüyüş ve toplantıya katılmışlar, belki de bu nedenle fişlenmişlerdi. Onun için özellikle 5 yıl ceza öngören 140. maddenin kalkmasını beklediler.

   Bu insanlar döndüklerinde neredeyse şok geçiriyorlardı. Yıllarca kafalarında şekillenmiş Türkiye’den –daha doğrusu oradaki sol hareketten- oldukça farklı şeyler görmüşlerdi. Avrupa çürütüyordu, ama Türkiye de ondan hiç geri kalmıyordu. Bu çürüme Avrupa’da oldukça açıktı. Türkiye’de ise geçim derdi ve keskin sözcüklerin arkasına gizlenmişti. Yıllar sonra Türkiye’ye yaz tatilinde kısa süreliğine gidip dönen bir bölüm insan, yaşadıkları büyük hayal kırıklığının ardından herşeyi bıraktılar. Bırakmayanların ise aktivitelerinde ciddi bir düşme görüldü.

   Mültecilik her zaman bir trajediyi barındırır. Türkiyeli politik göçmenler bir yandan yabanci bir ülkede oldukça tanıdık bir kitlenin içine geldiklerinden şanslıydılar; diğer yandan ise, tarihteki büyük bir çöküşü ülkelerinden uzakta yaşadıkları için şanssız. Kişisel olarak tanıdığım bazı insanların şansızlıkları daha da kötü oldu. Yıllarca Türkiye’deki yoldaşlarının isteklerini maddi ve manevi olarak yerine getirmeye çalıştılar. Gerçekte çalışkan insanlardı, ama o kadar yogundular ki, biraz bile dil öğrenemediler, yaşamlarını biraz olsun yoluna koyamadılar. 1990 sonrasında Türkiye’deki örgütlerinin sadece ismen kaldığını, fiiliyatta yokolmanın eşiğine geldiğini öğrendiler, ardından neredeyse çöktüler. Yıllarca çevrelerindeki otoritelerini ülkedeki filanca örgütün temsilcisi olmaktan almışlar, yaşadıkları ülkeye yönelik hiçbir şeyle uğraşmamışlardı. Onları hayata bağlayan tek şey de ortadan kalkmıştı ve göçmenliğe 15-20 yıl geriden başlamak da oldukça zordu.

     Türkiyeli politik göçmenlerin bir başka önemli şansızlığı da, kendi içine kapalı, başka olguları anlamakla ciddi olarak sorunları olan sol bir hareketin insanları olmalarıdır. Türkiye’dekiler Avrupa’dakilerin hiçbir şeyini anlamadılar, anlamaya çalışmadılar. (Avrupa’dakiler Türkiye’de olsalardı, onlar da büyük oranda aynı şekilde davranırlardı.) Durum giderek bir sağırlar diyaloğuna dönüştü ve öyle bir noktaya ulaşıldı ki, artık konuşmanın da anlamı kalmamıştı.

   Sayıları çok olmamakla birlikte Avrupa’da halen sol teori ve pratikte kalabilen az sayıda insan, Türkiye’dekilerle ilişkilerinden ciddi dersler çıkardılar. Aynı şeyi oradakilerin yaptığını söylemek oldukça zor görünüyor. Bazı tutumlar şiddetli tepkiyle karşılaştığından terkedildi; gerçekte ne olduğu anlaşılmadığı için uygun bir ortamda yeniden ortaya çıkacaklardır.

   Türkiyeli politik mültecilerin son 20 yıllık tarihi, kaçınılmaz olarak bir hesaplaşmanın da tarihi olmak zorundadır.

 

 

(*) Avrupa’da ve Türkiye’de Yazın, Sayı: 92, 2000.

 

Not: Yazı, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının ardından Kürt hareketinin yaşadığı büyük çalkantı döneminde yazılmıştır. Yazının başında belirtilen geniş çalışma yapılamadı. Suç bende değil! Diyaspora kavramı içerik değiştirdi. 1982’de Almanya’daki işçilerin ülkeye gönderdikleri döviz yaklaşık olarak Türkiye’nin ihracatına eşitti. Sonraki yıllarda durum değişti ama aynı yeri başka ülkeler aldı. Avrupa ülkelerindeki Afrikalılardan bazıları ülkelerinin ihracatı kadar döviz gönderiyor.

Yugoslavya’daki savaşta Kosova UÇK’sının esas finansman kaynağını İsveçteki Kosovalılar oluşturuyordu. Asker bile gönderiyorlardı. Derken Avrupa Sürgünler Meclisi kuruldu. İçinde yer almadım, ama genel kurullarına katıldım. Türkiye devrimci hareketi tarihinde politik göçmenliğin büyük yerinden söz ettiğimde bana biraz garip bakılmasından dolayı doğrusu ben de şaşırdım.

Neden yani? TKP yıllarca Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nden radyo yayınıyla örgütlenmeye çalışmadı mı? İlk önemli örgütlenmesini Federal Almanya’da Türkiyeli işçiler arasında kurmadı mı?

PKK de farklı bir politik göçmenlik yaşamadı mı?

Yunanistan’da Lavrion’da yaşanılan ve gazetelere kadar yansıyan Devrimci Sol ve TKP-B’nin askeri eğitimleri konusu yine politik göçmenliğe girmiyor muydu?

Daha da sayılabilir ve bütün bunların çalışmaya dahil edilmesi gerektiği için, ilgili çalışma bekliyor…