Şuanda 392 konuk çevrimiçi
BugünBugün5948
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13672
Bu ayBu ay13672
ToplamToplam10482096
Kobane ve emperyalizm PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 22 Ekim 2014 22:05


 

Cengiz Çandar’ın 22 Ekim tarihli Radikal’deki yazısında önce Kobani çevresindeki gelişmeler sıralanıyor:

- ABD ile YPG arasında IŞİD’e karşı istihbarat alışverişi yapılıyor.

- ABD, YPG’ye havadan silah ve gıda yardımı yapıyor (bu yardımın bir bölümü IŞİD’in eline geçti, ama olsun.)

- ABD, Kobani çevresindeki IŞİD güçlerini bombalamaya devam ediyor.

Cengiz Çandar ardından sonuca varıyor:

ABD, Ortadoğu’da Barzani dışındaki Kürtlerle de ilişki kurmaya karar vermiştir.

Burada kastedilen YPG ve onun aracılığıyla da PKK’dir.

Türkiye’nin sürekli itirazları olmasaydı, bu ilişki daha önce kurulur ve Kobane çevresindeki IŞİD de daha önce bombalanabilirdi.

Kobane düşmeyecek, koşullar değişti…

Düşme tehlikesi halen bulunmakla birlikte, durum daha öncesine göre iyileşmiştir. Bunun da nedeni, etkili olmaya başladığı YPG tarafından da belirtilen ABD bombardımanıdır.

YPG birkaç haftalık direnişin ardından oldukça sıkışık bir duruma düşmüş ve acil müdahale çağrısı yapmıştı…

AKP, Kobane konusunda ABD’yi artık engelleyemez duruma gelmiştir.

ABD neden böyle yapıyor, diye sorulabilir.

Dünyanın açık arayla en büyük askeri gücü olan ABD, askeri olarak YPG’ye muhtaç değildir. O zaman neden böyle yapıyor?

Burada soru yanlıştır. YPG ve PKK, Ortadoğu bölgesindeki politik aktörler arasındadır ve ABD mümkün olduğunca hiçbir politik aktörü dışlamaz.

Sonuçta Ortadoğu yeniden düzenlenecektir ve bunun için de olabildiğince fazla politik aktöre gerek vardır.

ABD’nin Kürtler konusunda açık tavır koyması da ilk defa olmuyor.

Barzani-Talabani ikilisinin Irak’ta özerk yönetim kurmalarının başlangıcı Birinci Körfez Savaşı’nın ardından ilan edilen uçuşa yasak bölgedir. PKK’nin Irak’taki varlığı da bu sayede ortaya çıkmıştı.

İkinci Körfez Savaşı’yla Saddam’ın devrilmesinin ardından Irak’ta Kürtler özerk yönetimlerini açık olarak kurdular. Ek olarak da Kandil açık olarak ortaya çıktı.

O zaman da Türkiye’nin itirazları vardı, şimdi de bulunuyor.

ABD, bölgedeki önemli bir politik aktör olarak Türkiye’yi de dışlamak istemiyor ve isteklerini dikkate alıyor. Bir noktaya kadar tabii…

Türkiye, alt emperyalizmin ilk döneminde, Özal döneminde olduğu gibi, gücünü bilmiyor, hesaplayamıyor ve sürekli olarak gücünün oldukça üzerinde oynamaya kalkıyor ve beceremiyor.

İlk dönemde muhatap Rusya Federasyonu idi ve Türkiye, arkasında ABD olsa bile, RF’na kafa tutamayacağını öğrenmek zorunda kaldı.

RF, Azerbaycan gibi –tek millet, iki devlet denilecek kadar- Türkiye’nin kendisine yakın gördüğü bir ülkeyi bile kendi etki alanına alabildi.

Türkmenistan keza öyle…

Kazakistan’da zaten eskiden beri güçlü bir Rus etkisi bulunmaktadır.

Azerbaycan ve Türkmenistan kendilerinden bekleneni yapmayınca, Orta Asya ve Kafkasya doğal gaz ve petrolünü. Bakü-Ceyhan boru hattının yanı sıra bu kez Avrupa ülkelerine kadar taşıması planlanan Nabucco hattı tarihe karıştı.

Türkiye’nin her iki dönemdeki hareket tarzı ABD’den daha pervasızdır.

ABD, büyük gücüne karşın dünyayı tek başına yönetemeyeceğini, yerel ortaklıklara ihtiyacı olduğunu biliyor ve buradan hareketle mümkün olduğu kadar fazla politik aktörle ortaklık kurmaya çalışıyor. Kimisiyle geçici ortaklık, kimisiyle uzun vadeli ortaklık…

ABD tabii ki kendi çıkarını düşünüyor ama bu çıkara olabildiğince fazla politik aktörü geçici veya uzun vadeli ortak ederek hareket etmeye çalışıyor.

Neocon’ların yükseldiği Bush zamanında tersi yönde hareket etti ve müdahale ettiği bölgeleri düzeltemeyecek kadar karıştırdığını gördü. Hatasından ders alarak daha fazla politik özneyle birlikte hareket etmeye çalışıyor.

Önemli olan ABD’nin çıkarlarıdır ama olabilen en fazla politik özneyi bu çıkarlara bağlayarak hareket etmek gerekir.

Türkiye ise ihtiraslarının o derecede etkisi altında ki, gücünü objektif olarak ölçemiyor ve sürekli olarak fazla yüksekten uçmaya kalkıyor. Hata yapıyor ama öğrenmiyor.

Aynı subjektiflik devrimci harekette de bulunuyor. Bu subjektivizm de, isteklerini gerçekler yerine koymakla kendini gösteriyor.

Olabilir, herkes bir dönem subjektivizme kapılabilir, ama bu durum süreklilik göstermeye başlayınca en başta kendi sahiplerine zarar vermeye başlıyor.

Subjektivizmin nedeni, kendini ajite etmektir, soğukkanlı tahlil yapamamaktır.

Bunu Mısır’daki kitlesel ayaklanma sırasında da görmüştük.

Kitle vardı ya, demek ki devrim oluyordu!

Bizde bir türlü olamayan, orada olsun isteniyordu…

Haklı bir istek, ama sadece istek olarak, gerçeklikle ilişkisi yoktu…

Mısır için, “Bu devrim klasik ölçülere sığmaz, Ortadoğu’ya özgü bir devrimdir” de diyebilirdiniz ve bu şekilde pek bir şey söylemiş de olmazdınız.

Her devrimin her toplumsal olayın özgün yanları vardır. Mısır’da da böyle olmuştur…

Ama devrimin bir tanımı vardır: siyasi iktidarın sınıf yapısının değişmesi…

Bunun olmadığı yerde devrimden söz edilemez.

Burada İbrahim Yalçın’ın yazısında görüldüğü gibi; bir devrimin gerçekleşme tarzıyla, sınıf yapısındaki değişimi karıştırmamak gerekir.

Genel ayaklanma, halk savaşı, silahlı propaganda ile gelişen silahlı mücadele gibi örnekler devrimin izlediği yolu gösterir. Bunun devrimin sınıf yapısıyla bağı vardır, ama bu bağ bire bir değildir.

Eşi benzeri bulunmaz, hiçbir kategoriye sığmayan bir devrim olamaz. Her devrimin özgül yanları vardır, ama genelde geçerli olan özellikleri de bulunmak zorundadır.

Ortadoğu’ya özgü devrim yoktur, yerel renkler de taşıyan ama genel kategorilere uyan devrimler vardır.

Buradan Rojava, PKK ve Türkiye’deki duruma geçebiliriz.

Öncelikle belirtmek gerekir:

Kadınların silahlı mücadeleye aktif olarak katılması geçmişteki örneklerde de söz konusudur.

Nikaragua devriminde “Sandino’nun kızları”ndan söz edilirdi.

Devrimden sonra Sandino’nun kızlarına ne oldu, derseniz, bulaşık yıkamaya geri döndüler, cevabının verilmesi gerekir.

“Latin Amerika kadın hareketi” başlıklı yazıda, bu bölgedeki kadınların değerlendirmelerini aktarmıştım. Ortak görüş, devrim eve de gelmelidir, şeklindeydi.

Devrim olmuştu, iktidarın sınıfsal yapısı değişmişti, ama bu devrim eve gelmemişti.

Nikaragua devrim önderi Ortega’nın yeniden devlet başkanı seçildiği dönemde bu ülkede, “halk böyle istiyor” gerekçesiyle kürtaj yasaklandı.

Kürtaj hakkı, kadın hareketinin her yerde önde gelen taleplerinden birisi olmuştur.

Gelelim bölgemize…

Rojava’da yaşanılan büyük değişim kuşkusuz örnek olacaktır, ama örnek olmak demek, bu örnek izlenecektir demek değildir.

Rojava’da kadınların aktif olması, genel bir aktivitenin içinde değerlendirilmelidir.

Tıpkı PKK örneğinde olduğu gibi…

Genel bir halk hareketlenmesi vardır ve bunun içinde de kadınların özgürleşmesi söz konusudur.

Kadınlar o genel hareketlenmenin içinde yer almışlar ve bilinçli bir çabayla da toplumsal rollerini yükseltmişlerdir.

Başka türlü de olabilirdi…

Bir halk hareketi, o hareketin içinde kadınların yer alması, zorunlu olarak kadınların ön plana çıkmasını, toplumsal rollerindeki değişimi gündeme getirmez.

Çok sayıda örnek vardır, Latin Amerika örneği sanırım yeterlidir.

Başka ülkelere gitmeye ne gerek var, Türkiye’ye bakın…

Kürt kadınlarının 30 yıl önceki toplumsal rolleriyle bugünkü durumları arasında önemli farklılık bulunuyor. Örnek olmakla mesele çözümlenseydi, Türk kadınlarında da benzeri bir değişimin olması gerekmez miydi?

Örnek, o örneği yayabilenler varsa yayılır, yoksa örnek olarak kalır.

Tersi yönde düşünüldüğünde kaçınılmaz olarak kendiliğindenciliğe düşülür.

Ortadoğu ülkelerinde ilerici temele dayalı bir hareketlenme olmazsa, Rojava örnek olarak kalır, yayılamaz.

Rojava örneğinin taraftar bulacağı ve yayılabileceği tek yer Türkiye’dir.

Başka bir ülkede bu yayılmayı sağlayabilecek güç ve potansiyel bulunmuyor.

AKP bunu bazı devrimcilerden daha iyi anlamış durumda ve bu nedenle de Rojava ve güncel örnek Kobane’yi şiddetle reddediyor.

Türkiye gibi ne kadar geriye gitmiş olsa bile önemli laik özelliklere sahip bir ülkede bile Kürt kadınlarının yaşadığı değişim Türk kadınları için örnek olamadı. Eşbaşkanlık sistemi gibi bazı değişiklikler oldu ama sınırlı kaldı.

Ortadoğu’da neden yaygın bir örnek olsun?

Bunu istemek bir şeydir, örneğin yayılmasını gerekçelendirebilmek başka bir şeydir.

Gelelim emperyalizmle Rojava ve ön plandaki Kobane

ilişkisine…

Aydemir Güler şöyle demiş:

 

“Kobanê'de IŞİD'in kuşatma mevzileri ABD tarafından vurulacak ve Kobanê ABD mühimmatıyla savunulacaksa, siyaseten kent düşmüştür! Bu tabloya ‘devrim sürüyor’ adını takmak emperyalizmi aklamaktır.”

 

 

Gerçekten öyle midir acaba? Tarihe şöyle bir bakalım…

İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD ile SSCB müttefikti.

ABD, savaş sırasında SSCB’ye fazla olmayan askeri yardımda da bulundu.

Dahası, genellikle Stalingrad’ın ardından Nazi ordularının bozguna uğradığı sanılır ve doğru değildir.

O dönemdeki Alman ordusunun gücü bir savaşta kaybedince bitecek kadar az değildir. İnsiyatifi yeniden kazanmak için atak yapmışlar, Kursk’ta tarihin en büyük tank savaşı gerçekleşmiş, bunu da kaybedince gerilemeleri sürmüştür.

ABD ve İngiltere, Kızıl Ordu’nun kaybetmeyeceği belli olduktan sonra Avrupa’ya İtalya üzerinden ve Normandiya’dan çıkarma yaptılar. Nazilerin SSCB’yi işgal edebileceğini ve bu ülkeyi tarihten silebileceğini bekliyorlardı, olmadığını görünce harekete geçtiler.

Hepsi bu kadar değil…

Nazi yönetimi Kızıl Ordu’nun ilerlemesi karşısında İngiltere ve ABD’ye “Bolşevik tehlikesi”ne karşı ittifak önerdi. Amaçları Batı cephesinde ateşkes sağlamak ve birliklerini doğuya kaydırmaktı. ABD bu teklife yanaşmadı.

ABD bu teklifi kabul etseydi, doğuya kaydırılacak birliklerle Kızıl Ordu’nun ilerlemesi durdurulabilir miydi, bilinmez, ama zorluk önemli oranda artardı.

Buradan hareketle, Kızıl Ordu’nun ilerlemesinde ABD’nin payı olduğunu söyleyemez miyiz?

Bunu Aydemir Güler’e sormak gerek!

Aydemir Güler bu anlayışsızlığında yalnız değil… Aynı sıfatı taşıyanların önemli bölümü bu durumda… Ne olup bittiğini anlamıyorlar ve anlamayınca da emperyalizm açıklamasına sığınıyorlar…

Aşırı bir örnek vereyim:

Fidel Castro ve beraberindekiler Granma adlı bir küçük bir gemiyle Küba’da Sierra Maestra bölgesine çıkıp gerilla savaşına başlamışlardı.

Soru: Granma nasıl alındı?

Gemi, eski bile olsa, ucuz değildir. Bu gemi hangi parayla alındı?

Fidel Castro gemi için gerekli parayı Kübalılarla iyi ilişki içinde bulunan ve daha sonra CIA ile bağlantılı olduğu da anlaşılan bir iş adamından almıştı.

Castro ve Guevara ile ilgili biyografik çalışmaları okuyun; oralarda yazılıdır.

Buradan hareketle “Küba devrimi CIA desteğiyle yapıldı” mı dememiz gerekiyor?

CIA ve zamanın ABD hükümeti, Küba’daki gerilla hareketine devrimden bir süre sonrasına kadar sempatiyle baktı.

Batista’nın dönemi bitmişti ve ABD de değişmesinden yanaydı ve Castro’dan başka alternatif de görünmüyordu.

Kobane’dekinden daha da vahim bir durum karşısındayız!

Benzeri bir vahim durumu Ekim Devrimi öncesinde de görebiliriz.

1917 Şubat devrimi olduğunda Lenin İsviçre’de sürgündeydi. Acele olarak Rusya’ya dönmesi gerekiyordu, ama nasıl?

Çarlık Rusyası ile Almanya savaş halindeydi ve Rusya’ya gidilebilecek tek yol, tren yolu da boydan boya Almanya’dan geçiyordu.

Alman emperyalizminin hükümeti Lenin’i biliyordu. Bolşevikler’in önderiydi ve savaşın sona erdirilmesini istiyorlardı.

Şöyle düşünmüş olsalar gerektir: Lenin’in Rusya’ya gitmesini sağlayalım. Bolşevikler’in güçlenmesi işimize gelir. Bu şekilde savaş bitebilir ve biz de o cephedeki orduyu Batı tarafına, Fransa’ya karşı konumlandırırız.

Lenin’in Rusya’ya gelmesinin Ekim devriminin gerçekleşmesinde önemli rolü olduğu bilinir. Lenin gelinceye kadar sosyalist devrim fikri kimsenin kafasında yoktu, Bolşevikler bile önce demokratik devrimin tamamlanması gerektiğini düşünüyorlardı.

Lenin geldi ve uzun tartışmalardan sonra görüşler değişti.

Lenin, Alman emperyalizmiyle anlaşarak Rusya’ya gidebildi. Almanya hükümeti ona ve birlikte seyahat ettiği kişilere özel bir vagon tahsis etti ve trenle Rusya’ya gidebildiler.

Lenin’in Rusya’ya gitmesi o sırada iki tarafın da işine geliyordu.

Buradan hareketle, Ekim devrimi, Aydemir Güler de dahil komünistlerin toz kondurmadıkları devrim, emperyalizmle işbirliği sayesinde yapılmıştır, denilebilir mi?

Ne dersin Aydemir Güler, denilebilir mi?

Çıkarlar bir dönem çakışmış ve Lenin şahsında Bolşeviklerle Alman emperyalizmi birlikte hareket etmiştir.

Bir yıl sonra ise devrim Rusyası ile Almanya arasında savaş ve ardından da devrim Rusyasının büyük ödün vermek zorunda kaldığı Brest-Litovsk barışı vardır. Geçici çıkar ortaklığı çoktan bitmiştir.

Ekim devrimi ve Küba devrimiyle Rojava arasında benzerlik kurmamak gerekir; benim de anlatmak istediğim, devrimlerin ve genel olarak büyük sosyal değişmelerin karmaşık yapısıdır. Bunu anlamaya çalışmak yerine, “Kobane’de devrimin sürdüğünü savunmak, ABD’yi aklamaktır” derseniz; komünist olmanın iyice azalmış itibarını daha da düşürmüş olursunuz.

Soru: Aydemir Güler gibi düşünen –ve böyle düşünenlerin sayısı artacaktır, savaş sona erdiğinde bunu daha iyi görebilmek mümkün olacaktır- kişilere, “Şuna bak, Rojava gibi Ortadoğu halkları için umut olan devrime dil uzatıyor” gibisinden cevap vermek mi uygundur; yoksa tarihsel örneklerden hareketle cevap mı daha uygundur?

İlkinin ajitasyon değeri vardır ama temeli zayıf ajitasyon uzun ömürlü olmaz…

İkincisinde ise, mesele Aydemir Güler’i ikna etmek değildir, altından kolay kalkılamayacak bir cevap vermektir.

Her zaman ikincisini tercih ederim, ajitasyon değeri olmasa da…

Devam edelim…

Devrimlerde emperyalizmin de rolü vardır!

Devrim istediği için değil, o sırada devrimci güçlerle işbirliği yapmak işine geldiği için, çıkarına uyduğu için…

Devrimciler ya da sosyal bir hareketin önderleri de çıkarları gereği böyle bir işbirliğine girerlerse, işbirliği gerçekleşir.

Bugünkü çıkar ortaklığı yarının kanlı bıçaklı kavgasını dışlamaz, hem de hiç dışlamaz…

Gerçek budur!

Başka bir soru daha soralım:

Rovava’nın hangi özelliği ABD’ye ters gelebilir?

Cevap; hiçbir özelliği…

Rojava’da gerici Suriye’nin devlet iktidarı devrilmiş ve çok dilli, çok dinli, demokratik özellikleri olan bir toplum kurma yoluna girilmiştir.

Rojava, laik özellik taşıyor.

Ters gelmez…

Rojava çok dilli özellik taşıyor.

Türkiye’ye ters gelir ama ABD’ye ters gelmez. Herhangi bir emperyalist ülkede bir dilin ya da dinin ya da mezhebin yasaklandığını duymadım. Aleviler Türkiye’de sahip olamadıkları haklara Almanya’da sahipler. ABD’de durum nedir, bilmiyorum ama farklı olduğunu sanmıyorum.

Rojava mülkiyetin güvence altında olduğu komünal özellikte bir işleyişi savunuyor (Bkz. Rojava Anayasası).

Komünal işleyişin hayata nasıl uygulanacağını ve ne oranda işleyebileceğini savaşın ardından kısa sürede göreceğiz.

Rojava kadın devrimidir.

Kadının toplumsal yaşamda ön plana çıkması AKP’ye ters gelebilir ama ABD’ye gelmez!

Rojava’da gerçekleşen bir ulusal kurtuluş devrimidir. Başka türlü bir devrim olsaydı ABD onu yaşatmamak için elinden geleni yapardı.

Rojava 30 yıl önce olsaydı, SSCB de duruma el koyacağı için ABD ile Rojava ilişkisi çok farklı olabilirdi. Ama artık SSCB bulunmuyor ve bir ulusal kurtuluş devrimini kendi yanına çekme şansı da bulunmuyor.

Devrimin özgün yanları bulunmakla birlikte karakterinin belirlenmesi, anlaşılması için büyük öneme sahiptir.

Aksi durumda ABD ile işbirliğini, ABD’nin yumuşak tavrını zor açıklarsınız.

Rojava devriminin bugünkü aşamasında ABD’ye ters olan bir şey bulunmuyor.

AKP’ye ters olan çok şey var, bununla karıştırmayalım…

Burada tekrar Aydemir Güler’e geleceğim…

ABD sınırlı da olsa Kobane’yi savunan güçlerden birisi durumuna gelince, ne oldu, kazanımlar ortadan mı kalktı?

Kadınların konumu mu geriledi, yoksa Suriye yönetimi zamanında olduğu gibi okullarda Arapça eğitime mi dönüldü ya da din ve mezhep özgürlüğü mü kısıtlandı?

Değişen bir şey yok…

O zaman bölgedeki iktidar yaşadıkça devrim sürüyor demenin emperyalizmi aklamakla ne ilgisi var?

En fazla şu söylenebilir: Rojava devrimi ulusal demokratik devrimden daha ileri adımlar atmaya yönelirse eğer, eskisinden daha fazla zorlanacaktır.

Ama bu da gelecekteki bir meseledir, şimdi esas olan devrimin yıkılmamasıdır.

Yazıyı bitirirken iki noktayı belirtmek gerekir:

Birincisi: Devrimci harekette “PKK ve YPG emperyalizmin işbirlikçisidir” söylemini daha sık duymaya başlayacağız. Hangi gerekçelere dayanacakları açık…

İkincisi: Yazdıklarımın bazı çevreler tarafından hayli açıklayıcı ve olumlu bulunduğunu bazılarını ise rahatsız ettiğini en azından garip karşılandığını biliyorum.

Buna devam edeceğim…

Önemli olan gerçeğe mümkün olduğu kadar yakın analiz yapabilmektir. Gerçeğin aslına yakın fotoğrafını çekmek, o gerçekliği benimsemek değildir. Gerçeği iyi bilmiyorsanız, onu değiştiremezsiniz; çünkü değiştirmeye çalıştığınız gerçeklik, sadece kafanızda var olan gerçekliktir, fiiliyatta bulunmamaktadır.

Gerçek sonuçta yolunu açar, açıyor…

Ben de dahil herkes yanılabilir, hele de Ortadoğu’da bu imkan fazlasıyla vardır.

Önemli olan bunu olabildiğince az yapmak ve objektif olmaya çalışmaktır.