Şuanda 345 konuk çevrimiçi
BugünBugün5913
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13637
Bu ayBu ay13637
ToplamToplam10482061
Alt emperyalizm ve yabancı işçiler PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cumartesi, 08 Kasım 2014 01:52


Önceki yazıda bölgesel güç durumunda bulunan ve yayılma istekleri olan her ülkenin özgül konumunun incelenmesi gerektiğini, sadece bölgesel güç ya da alt emperyalizm tespitinin fazlasıyla genel olduğunu belirtmiştim.

Türkiye için bölgesel güç olmakla yabancı işçi ve göçmen ülkesi olmak olguları birlikte ortaya çıkmıştır.

1990 öncesinde NATO’nun güneydoğu kanadı olan Türkiye’de yabancılar son derece azdı, 1990 sonrasında ise hızla arttı.

İlk olarak eski sosyalist ülkelerden çok sayıda kişi küçük ticaret ve hastabakıcılık gibi işlerde çalışmak için ülkeye geldi. Bunlardan bir bölümü sanayide de çalışmaya başladı ve Türkiye böylece ilk kez varlığı belli olacak derecede yabancı işçiyle tanıştı.

Bu işçiler genellikle çok düşük ücretlerle ve pis işlerde çalışıyorlardı ama buna rağmen ülkeye akın sürüyordu. Nedeni, belliydi. Türkiye’nin ekonomik durumu –bütün sakat yönlerine karşın- çevre ülkelerden daha iyiydi ve kötü işlerde de olsa çalışma imkanı vardı.

Sendikaların genellikle örgütsüz ve sigortasız çalışan yabancı işçilere karşı tutumu ilgisizlikle düşmanlık arasında değişiyordu. Bu işçiler her ücreti kabul ettikleri için yerli işçi için rakipti ve sendikaların tutumu da buna göre belirleniyordu.

Türkiye alt emperyalizminin ilk döneminde (1990-2000) asıl alan Kafkasya ve Orta Asya idi. Amaç, ABD ile birlikte bu alana girip, Rusya Federasyonu’na rakip olmaktı. Ülkeye gelen yabancı işçiler de esas olarak bu alandan olmasa bile eski sosyalist ülkelerden geliyordu.

2001 sonrasındaki ikinci dönemde alan değişti. İlk alanda istenilen başarıya ulaşılamamış, RF kendini toplayarak SSCB’nin eski bölgesindeki etkinliğini yeni koşullara uygun olarak yeniden kurmuştu. Ek olarak Afganistan işgali ve bu ülkeden Orta Asya’yı kontrol imkanı, Azerbaycan’ın Türkiye’nin etkisinden uzaklaşması, Gürcistan’a gelen ABD askeri danışmanları, Türkiye’nin bu alandaki önemini azaltmıştı.

Türkiye 1990 öncesinde hiç bulunmadığı bu alanda artık vardı. Ekonomik ve kültürel olarak vardı ama bu etkinlik planlananın oldukça altındaydı.

İkinci dönemde alanın değişmesiyle birlikte (Ortadoğu) göç de değişti: ülke artık esas olarak Ortadoğu ülkelerinden göç alıyordu. Dahası, Türkiye, Avrupa Birliği’ne geçiş ülkesiydi ya da bir çeşit transit ülke konumundaydı. Afganistan, İran, Ortadoğu ve hatta Afrika ülkelerinden çok sayıda kişi Yunanistan’a geçerek AB sınırları içine girebilmek için transit ülke olarak Türkiye’yi kullanıyordu.

Bu amaçla ülkeye gelenlerin büyük bölümünün Yunanistan sınırını geçemediğini ve bir şekilde ülkede kaldığını belirtmek gerekir. Bunlar da yabancı işçilerin farklı bir bölümünü oluşturdular.

Ardından Suriye’de iç savaş, bu savaşın dışarıdan müdahaleyle büyümesi ve bu ülkeden büyük göç dalgası geldi.

Yapılan son açıklamaya göre üç yılını doldurmak üzere olan iç savaşta Türkiye’ye gelen Suriyelilerin sayısı 1.600.000 kişidir. Bunlar sadece kaydedilmiş olanlardır, gerçek rakamın ise iki milyonun üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Başka bir deyişle, Suriye nüfusunun onda biri Türkiye’ye gelmiştir. Bu insanlar kalıcıdır, büyük çoğunluk dönmeyecektir. Zaten büyük iç düşmanlıkların var olduğu, önemli oranda yıkılmış bir ülkeye dönmeyi de büyük çoğunluk istemiyor.

Bu insanlara çalışma izni verilmiştir ve sayıca az olmayan bir bölümü değişik işkollarında şimdiden çalışmaktadır.

Ülkedeki yabancı işçi sayısı Suriyelilerle birlikte önemli oranda artış göstermiştir.

Kürtlerin son 15-20 yılda büyük kentlere göç etmesi sonucu işçi sınıfının Kürtleşmesinden söz ediliyor. İşçi sınıfının yapısı değişmiştir. Bu doğru bir saptamadır, ama hepsi bu kadar mıdır?

İşçi sınıfına olmadık özellikler yakıştıran, bu sınıfa bir türlü gerçekleşmeyen büyük umutlar bağlayanlar bile, yabancı işçileri görmüyorlar. Ülkede doğru dürüst kayıt sistemi bulunmadığı ve bu işçilerin büyük bölümü sigortasız çalıştığı için sayılarını tahmin etmek bile zordur ama gözle görülebilecek kadar çokturlar.

İşçi sınıfı denilince akla Türkler ve Kürtler geliyor, gerisine aldıran bulunmuyor…

Türkiye ile ABD ekonomileri karşılaştırılamaz ama yabancı giderek göçmen işçilerin rolleri konusunda bu ülkeden öğrenilmesi gerekenler vardır.

Hardt ve Negri, İmparatorluk adlı kitaplarında, ABD işçi sınıfının bölünmüşlüğünü ve pasifliğini büyük oranda göçmen işçilere bağlarlar. Farklı halklar arasında çelişkiler ve hatta tarihsel husumetler vardır. Bu durum o ülkelerden gelen işçiler arasında da bulunur. ABD kapitalizmi bu alanda bilimsel çalışır: büyük bir işletmeye alınacak göçmen işçilerin arasında her halka belirli bir yüzde ayrılmıştır. Bu yüzdeler aralarındaki çelişkileri dengede tutacak, birisinin ötekine üstün gelmesini engelleyecek şekilde ayarlanmıştır. Böylece her halktan işçi kendi içinde gruplaşır, ötekine düşman olur ve sınıf bilinci de ancak sürünerek ilerleyebilir.

Benzer durumun minyatürünü önümüzdeki yıllarda biz de yaşayacağız…

Türkiye’nin bölgesel güç konumunu, yayılmacılığını, alt emperyalizmini anlamazsanız, ülkedeki işçi sınıfını bile anlayamıyorsunuz.