Şuanda 459 konuk çevrimiçi
BugünBugün5997
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13721
Bu ayBu ay13721
ToplamToplam10482145
Küresel sosyoloji PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 14 Aralık 2014 11:30


            Sosyolojinin böyle bir dalı, bildiğim kadarıyla, bulunmuyor. Küresel tarih (global history) var, sosyolojide ise değişik konular bu kapsamdadır.

            Küresel tarih, belirli bir tarihsel dönemde ülkelerin tarihlerini birlikte inceler; ulusal tarih çerçevesinde kalmaz, belirli ülkelerde olanların diğerlerini nasıl etkilediğini, iç dinamiklerdeki değişmeyi inceler.

            Küresel sosyolojik konularda da ulusal sınırlar içinde değil, dünya genelinde inceleme söz konusudur. Böyle bir incelemenin sosyolojinin birkaç alanına birden girmesi kaçınılmazdır.

            Küreselleşme denildiğinde genellikle tek yön akla gelir; belirli markaların, kültürün ve hatta yiyeceklerin dünyanın her yanında öne çıkması… Küreselleşmenin Amerikanlaşma olduğu ya da McDonaldlaşma olarak tanımlanması, küreselleşmenin ve küresel sosyolojiye ilişkin konuların da yeterince anlaşılmamasını birlikte getiriyor.

            Küreselleşmenin bilinen yönü, genelin yerelleşmesi ya da çok sayıda yereldeki ortaklıklardır. Coca Cola içer, McDonalds’a gider, aynı dizilerin yerli versiyonlarını izler gibi… Bunun yanı sıra bir de yerelin küreselleşmesi bulunuyor veya başka bir deyişle yerelin dünya çapında örgütlenmesi…

            Örnekler temelinde incelemek daha açıklayıcı olabilir.

            Birinci örnek: herhangi bir belde ile ilgili kurulmuş “dayanışma dernekleri”, “güzelleştirme dernekleri” ya da “A kültürünü yaşatma dernekleri” bulunuyor.

            A beldesi, çok sayıda diğer belde gibi yıllardır göç veriyor. İnsanlar yıllardır iş bulmak için ya da başka nedenlerle beldeden ayrılıyor, ülkenin sanayi bölgelerine ya da büyük kentlerine göç ediyorlar. Geldikleri beldeyle bağlantıları sürdüğü gibi, göçtükleri yerde de aynı beldeden daha önce gelmiş insanları buluyorlar ve bir süre sonra da –başka beldelerle ilgili örnekleri de görerek- dernek kuruyorlar.

            Bu tür derneklerin özellikle yoğunlaştığı kent, tahmin edilebileceği gibi, büyük göç alan İstanbul. Bu kentte 20 bin civarında belde derneği bulunduğu tahmin ediliyor.

            Çok sayıdaki beldeden göç sadece ülke içine değil, ülke dışına yönelik olarak da gerçekleşti. İnsanlar genellikle tanıdıklarının bulunduğu ülkeye göç etmeyi tercih etmekle birlikte, bu tercih her zaman gerçekleşmiyor ve insanlar farklı ülkelere gidebiliyorlar. Bu durumda A beldesinden Almanya’nın Köln, Hamburg, Münih kentlerine, Fransa’da Bordeaux ve Marsilya’ya, İsviçre’de Zürih’e, Belçika’da Brüksel’e göç edildiğini kabul edelim. Ek olarak İngiltere’ye, Kanada’ya, Avustralya’ya göç etmiş olanlar da bulunabilir. Bu ülkelerde yerleşen insanlar en genci ikinci kuşak, eskiden göç edenler için dördüncü kuşaktır. Üçüncü kuşaktan itibaren insanlar göç edilen ülkede doğup büyümüştür. Bu durum onların asimilasyonun en geç üçüncü kuşakta gerçekleştiği eski dönemlerdeki gibi geldikleri beldeden, kültür çevresinden kopmalarını gerektirmiyor. Kendilerinden iki-üç kuşak öncekiler kadar olmasa bile ayrılıp gelinen çevreyle ilgililer.

            A beldesinin insanlarının tümünün olmasa bile önemli bölümünün bulundukları yerlerde “dayanışma dernekleri”, “güzelleştirme dernekleri” ya da “A’nın kültürünü koruma dernekleri” kurduklarını düşünebiliriz. Bu derneklerin ve dernekler aracılığıyla ülkenin ve hatta dünyanın değişik yerlerine dağılmış A beldesi insanlarının birbirleriyle iletişim kurması genellikle internet siteleri ve Facebook sayfaları vasıtasıyla oluyor. Aynı beldeden gelen çok kişi farklı ülkelerde yaşamalarına karşın birbirinden haberlidir, bir bölümü düğün ve gece gibi etkinliklerde buluşur, yörenin tanınmış bir yemeği varsa onu da haberleşerek yaklaşık aynı günlerde yaparlar.

            Burada A beldesinin küresel çapta örgütlenmesini görüyoruz.

            Böyle bir örgütlenmenin olabilmesi için öncelikle iletişim araçlarının gelişmiş olması gerekiyor. Uydu telefonları ve elektronik medya olmadan böylesi bir örgütlenme ağı düşünülemez.

            Teknikteki gelişme eskiden bulunmayan hiyerarşisi zayıf ağ tipi örgütlenmelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

            Klasik asimilasyonun gerçekleşmesi artık mümkün değildir, benzeri şekilde yıllardır yaşanılan ülkeye tam bir entegrasyonun da artık mümkün olmadığı düşünülebilir. İnsanlar ileri kuşaklarda bile dedelerinin geldiği çevreden kopmuyor.

            Burada örgütlenme tarzındaki değişiklikten göç ve sorunlarına kadar sosyolojinin çok sayıda dalı değerlendirmeye dahil edilmek durumundadır.

            Benzeri bir gelişmeyi uluslar ve örgütlerde de görüyoruz.

 

            KÜRESEL ULUS

 

            Açıklayıcı yanları olmakla birlikte sorunlu bir kavramdır ve bu nedenle olsa gerek ilk çıkışından sonra yaygınlaşamadı. Göç ederek ülkelerinden ayrılan insanların gittikleri ülkede kuşaklar sonra bile geldikleri ülkeyle bağlantı içinde olduklarını anlatmak için kullanılırdı. Bu insanlar bağlantıları sürse bile hala eskiden ait oldukları ulustan mı sayılırlar, kuşkuludur. Buradaki ilişki daha karmaşıktır…

            İlk küresel ulus olarak İrlandalılar sayılır. 19. yüzyıl sonlarında ekonomik koşullar nedeniyle ABD’ye kitlesel olarak göç eden İrlandalıların sonraki kuşakları kökenlerinin olduğu ülkeyle bağlantılarını kesmediler. Bu durum iletişim araçlarının bugünkü kadar gelişmediği dönemde de böyleydi. İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nu (IRA) İngiltere ile savaşında en fazla destekleyen ABD’de yaşayan İrlanda kökenlilerdi. İlk gelenlerin ardından birkaç kuşak geçmişti, çoktan ABD vatandaşı olmuşlardı ama bir yanları İrlandalı kalmıştı.

            Başlangıçta yabancı işçiler daha sonraki adıyla göçmenler üçüncü en fazla dördüncü kuşakta asimile olurdu. 20. yüzyıl başlarında Almanya’da Ruhr havzasına gelmiş Polonyalı madencilerin artık sadece soyadlarından Alman kökenli olmadıkları anlaşılabiliyordu. Polonya ile Almanya komşu ülkeler olmalarına ve Polonyalılarda tarihten gelen güçlü bir Almanya karşıtlığı bulunmasına rağmen, birkaç kuşak sonra bu işçiler tümüyle asimile olmuşlardı.

            İrlandalılar uzak bir ülkeye göç etmelerine karşın neden bu derecede asimile olmadılar ya da arkada bırakılan ülkede olup bitenlerden bazıları –bağımsızlık isteği gibi- çoktan asimile olmuş olması gerekenleri harekete geçirebilir, başka olaylar geçiremez gibisinden değerlendirme mi yapılması gerekir? Bunun cevabı ancak ABD’deki İrlandalı göçmenlerin tarihi incelenerek verilebilir. Küresel ulus için arkada bırakılan ülkedeki durum, göçmenlik tarihi, yeni ve eski ülke arasındaki ilişkiler, kültürün oluştuğu ülkeden uzakta da kendisini yeniden üretebilmesi gibi çok sayıda konunun birlikte değerlendirilmesi gerekir. İrlandalılarda var olan İngiliz karşıtlığı IRA’ya destekte önemli rol oynamış mıdır, araştırılması gerekir. Böyle bir karşıtlığın İngiltere’den uzakta kuşaklar boyunca kendisini yeniden üretebilmesi de başlı başına bir konudur.

 

            KÜRESEL ÖRGÜT

 

            Küresel örgüt adı her yerde duyulan örgüt değildir. İletişim araçlarının bugünkü gelişmişlik durumunda bir örgütün şu veya bu eylemiyle geniş bir çevrede kendisinden söz ettirmesi zor sayılmaz. Küresel örgüt; etkisini değişik ülkelere yayabilen ve hemen her yerden kendisine katılım sağlayan örgüttür. İD (İslam Devleti) bunun son örneğidir. Bu tür örgütlerin küresel tarih ve sosyoloji çerçevesinde incelenebilmeleri gerekir. Almanca’da kısa süre önce yayınlanan derleme kitaptaki bir makalenin adı dikkat çekicidir: Küresel tarihin parçası olarak Selefilik. (1)

            Bütün dinler o dinler içindeki farklı akımlar doğuşlarından itibaren küresel özellik taşımıştır. Önemli olan şu veya bu halktan olmak değil, belirli bir dini görüşe inanmaktır. Ne ki, doğuştan itibaren küresel karakter taşımakla, bu karakterin geniş bir boyutta hayata geçmesi birbirinden farklıdır. 18. yüzyılın ikinci yarısında başlayan küreselliğin farklı aşamaları bulunmaktadır. (2) Selefiliğin doğması, gelişmesi, gerilemesi, değişik örgütlere ayrılması küreselleşme tarihi içinde de incelenebilir. Bir başka inceleme alanı ise küresel sosyoloji ve bu bağlamda sosyolojinin değişik dallarının ulusal sınırlar içinde kalmayan bir ölçekte birlikte değerlendirilmesidir.

            Bir örgütün adının dünya çapında duyulabilmesi için iletişim araçlarının bunu yapabilecek düzeye gelmesi gerekir, aksi durumda örgüt kendisini ancak yoğun olarak bulunduğu çevrede duyurabilir.

            İletişim araçlarının gelişmişliğine “uzun süreli dikkat çekicilik ve elektronik medyayı iyi kullanmak” özellikleri de eklenmelidir. Aksi durumda, herkesin günün birinde birkaç dakika meşhur olması gibi, isim haberlerde duyulur ve kaybolup gider.

            20 yıl önce Kuzey Atlantik serbest Ticaret Bölgesi’nin uygulanmaya başlandığı gün Meksika’da ayaklanma başlatan Zapatistalar bu eylemleriyle dikkat çekmişlerdi ama burada kalsalardı tanınmaları süreklilik kazanamazdı. Zapatistalar elektronik medyayı ilk iyi kullanan örgüt olarak da bilinirler.

            Yeni de yeterli değildir. Zapatistalar’ın elektronik medyadaki görüşlerinin ve eylemlerinin değişik ülkelerde “alıcısı”nın bulunması gerekir. Aksi durumda neo liberalizme karşı çıkış uzun ömürlü olamaz. Küresellik, sürekliliği de içerir; uzun veya daha az uzun süre ama sonuçta akılda kalacak kadar yaygın ve uzun… Değişik ülkelerde neo liberalizme karşı çıkan hareketler olmasa, SSCB’nin dağılmasının ardından farklı bir çıkış yapılacağı beklentisi bulunmasa, Zapatistalar yeterince ilgi görmezlerdi. Sonuçta yapılan Meksika’da bir bölgede gerçekleştirilen silahlı eylemler dizisidir. Çok sayıda faktörün birleşmesi, bu diziyi, küresel bir olay durumuna getirmiştir.

            Zapatistalar’ı açıklamak sosyolojinin değişik dallarının, politik bilimin ve tarihin birleştirilmesini gerektiriyor. Buna psikolojiyi de eklemek gerekir. Küresel bir olgunun açıklanması, bilginin birbiriyle az ilgili gibi görünen değişik alanlarının birlikte ele alınmasıyla mümkündür.

            Bunu İD örneğinde daha açık olarak görmek mümkündür. İD’nin yukarıda sayılan özelliklere sahip olmasının yanı sıra, açıklanmakta zorlanılan başka bir özelliği daha bulunuyor: çok sayıda ülkeden erkekler ve az sayıda olsa da kadın bu örgüte katılarak savaşa gidiyor, bir bölümü de orada hayatını kaybediyor. Almanya’dan 1600, Fransa’dan 1000 kişinin bu örgüte katıldığı ve bazılarının da artık yaşamadığı açıklanmış olmakla birlikte, bu rakamın düşük olduğu, gerçeği yansıtmadığı, tam sayıyı bilmenin zor olduğu da belirtiliyor. Avrupa ülkelerinden atılımın kaba bir tahminle on bin civarında olduğu söylenebilir.

            Sünni kökenli ve dini inançları güçlü ailelerde yetişmiş olanların haberlerden ve internetteki çok sayıda propaganda videosundan, ayrıca bütün ülkelerde var olan İD gruplarından etkilendiği söylenebilir. Üçüncü ve dördüncü kuşaktan gençlerin göç sosyolojisi bağlamındaki durumları incelenebilir ve katılıma inandırıcı bir açıklama bulunabilir.

            Almanya’daki açıklamaya göre, İD’ye katıldığı bilinenlerin genel özelliği “tutunamayanlar” arasında bulunmasıdır. Eğitim düzeyleri düşüktür, iş bulmak ve yaşadıkları toplumda yer bulmak konusunda ciddi sıkıntıları vardır. İD vasıtasıyla bu insanlar önemli ve güç sahibi kişiler olmaktadır. Buna insanlık için iyi olacağına inanılan yeni bir düzen ve kutsal bir dava için savaşmak da eklenmelidir.

            Hiçbir dünya görüşü insanlara bu duyguyu vermeden onları savaşa katılmaya etkin olarak çağıramaz. Çağrı yetmez, bir bölüm insanın da bu çağrıyı içselleştirebilecek durumda olması gerekir.

            İD’ye katılanlar arasında başkaları da bulunuyor ve bunların durumunu açıklamak kolay değil…

            Der Spiegel’in 45/2014’üncü sayısında Fransa’da ateist ailelerde büyüyen gençlerin katılımından söz ediliyor. Burada söz konusu olan birkaç kuşağı geride bırakmış da olsalar göçmenler değil, köken olarak Fransız olanlardır. Sayı az ama tek tük de değil… Nedeni konusunda herhangi bir açıklama getirilmemiş. Burada sosyoloji ve sosyal psikolojinin yanı sıra birey psikolojisinin incelenmesi de önemlidir.

            Aynı durum Almanya’da da söz konusudur. Bazı genç Alman kadınları İD’de ne buluyorlar? İD’ye katılan ve kimlikleri saptanabilen kadınların ortak özelliği, toplumsal konulara ilgi duymaları ve yardım kuruluşlarında çalışmalarıdır. Bu özellikle İD’ye katılmak arasında uzun bir yol bulunuyor ve açıklama daha ileriye gidemiyor.

             Burada sosyolojinin diğer dallarına göre yeni olan grup sosyolojisi önem kazanır. İnsanların sosyalizasyonu, toplumsal normları içselleştirmeleri gruplar aracılığıyla olur. En küçük grup birinci sosyalizasyonun yaşandığı ailedir. İnsan hayatı boyunca değişik grupların içinde yer alır ve bunların tümü de onun sosyalizasyonuna eklemeler yapar. Örgüt de bir çeşit grup olarak düşünülebilir, büyük bir grup… İnsanların bilinen gruplarından ayrılmaları ya da onların yanı sıra şu veya bu şekilde selefi gruplarla ilişkiye geçmeleri, psikolojik durumları da uygunsa, farklı bir sosyalizasyona yol açabilir. Burada belirleyici olan, yeni çevrenin kişinin psikolojik ihtiyaçlarına cevap verebilmesidir. Bu ihtiyaç yaşanılan toplumdan bıkmak, onda yer edinememek ve farklı bir hayat aramak, hayatını bir düşüncenin gerçekleşmesine adamak ve dünya çapında konuşulan bir örgütü de çekici bulmak çerçevesinde olabilir. Gittikçe karmaşık duruma gelen hayata basit cevaplarla açıklama getiren bir grup ve bu grubun anlayışını hakim kılmak için yürüttüğü savaş pekala çekici gelebilir.

             Bir başka küresel örgüt örneği ATTAC’tır. Bu örgütte belirli bir merkez yoktur, Manuel Castels’in belirlemesiyle “ağ tipi” örgütlenme vardır.

 

 

            KAYNAKLAR

 

1.      Rüdiger Lohlker: Salafismus als Teil der Globalgeschichte, in: Thorsten Gerald Schneiders: in Salafismus in Deutschlang, Transcript, Bielefeld, 2014.

2.      Jürgen Ostelhammel: Geschichte der Globalisieurgn.

 

           düşünbil 44. sayıda yayınlanmıştır.