Şuanda 381 konuk çevrimiçi
BugünBugün5937
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13661
Bu ayBu ay13661
ToplamToplam10482085
Genelden Yunanistan özeline SYRIZA (2) PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cumartesi, 07 Şubat 2015 11:17


Bu yazıda Yunanistan’da Syriza’yı ortaya çıkaran yakın geçmiş üzerinde durulacaktır. Komünist hareketin bütün bileşenlerinin 20. yüzyılın son çeyreğinde yaşadığı çöküş irdelenmeden bu geçmişin anlaşılması mümkün değildir.

1978-80 dönemi 20. yüzyıl tarihinin önemli kesitlerinden bir tanesidir. Bu dönemde şimdiye kadar benzeri görülmemiş bir devrim, İran’da İslam Devrimi gerçekleşir. Bu devrimin en önemli özelliği, önceki devrimler gibi geleceği değil geçmişi savunmasıdır. Yine bu dönemde Kızıl Ordu Afganistan’a girer ve ilk dönemde kazanılan başarının ardından yenilgi artan oranda kendisini göstermeye başlar. ABD için Vietnam ne ise, Kızı Ordu için de Afganistan o olacaktır.

Krallığı devirerek yönetime el koymuş olan Afgan ordusu ve Afganistan Demokrat Halk Partisi ile birlikte SBKP (ülkede Kızıl Ordu ve çok sayıda danışmanla bulunuyordu) iyi işler yaparlar. Toprak reformu, kız çocuklarının okula gidebilmesi, tefeciliğin yasaklanması gibi… Bu uygulamalar ülkede kırsal alanda büyük tepkiye yol açar. Daha önce varlığı belirsiz bir grup olan Mücahitler örgütlenir. ABD, doğal olarak, onlara her türlü yardımı yapar. Mücahitler kırsal alanda hakım olur ve Kızıl Ordu’yu yenilgiye uğratmaya başlar. Taliban ve daha sonra El Kaide de buradan doğacaktır.

Ezbere sınıfsal analizler Afganistan’da işe yaramamış, tersine tepki yaratmıştır.

Çin Halk Cumhuriyeti’nde Den Xiaoping’de isim olarak simgelenen büyük reform hareketi başlar. Reformun amacı önce bölge ülkelerinin (Güney Kore, Japonya ve hatta Tayvan)’ın yatırımlarına açılmak, giderek ABD’nin de en büyük dış yatırımcı olarak ülkeye girmesidir. Dünyanın en kalabalık ülkesinin kapitalizme dönüşü başlamıştır.

Yine aynı dönem İngiltere’de Thatcher, ABD’de Reagan’ın yönetime gelmesi sürecidir, başka bir deyişle 1980 ve 1990’lı yıllarda hızla yükselecek neo liberalizmin ve bunun temelinde yatan üçüncü sanayi devriminin (üretimde otomasyon, haberleşmede büyük gelişme, işyerlerinin küçülmesi…) hızla gelişmeye başlamasıdır. 

Komünist hareket dünya çapında artık açık olarak görülebilen büyük çöküş yaşar. Bu çöküş 1980’li yılların sonları ve 1990’ların başlarında Orta ve Doğu Avrupa ülkelerindeki sosyalist rejimlerin ortadan kalkması ve SSCB’nin dağılmasıyla somutlaşacaktır.

Komünist hareketin 20. yüzyılın başında ve sonunda iki büyük çöküş yaşadığı görülür. İlki, o zaman sosyal demokrat adını taşıyan bu partilerin büyük çoğunluğunun Birinci Dünya Savaşı’nı desteklemesidir. Bunların arasında o yılların en büyük partisi Almanya’daki Sosyal Demokrat Parti de vardır. Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin Bolşevik kanadının savaşa karşı oluşturmak istediği birleşik karşı çıkış oldukça zayıf kalır.

Uluslar arası sosyal demokrasi içine girdiği büyük krizi 1917 Ekim devrimiyle belirli oranda aşacak ve işçi hareketi sosyal demokrat ve komünist olarak bölünecekti. Lenin’e göre, savaşta sosyal demokrasinin kendi burjuvazisini desteklemesi nedeniyle bu isim kirlenmişti, kullanılmaması gerekirdi. Sosyal demokrat adının yerini komünist aldı. Bu değişiklik isim değişikliğinden ibaret değildi, farklı bir anlayışı temsil ediyordu.

Sosyal demokrat hareket 20. yüzyıl başında Avrupa ve Rusya ile sınırlıydı. 20. yüzyıl sonunda ise komünist adıyla çok daha geniş bir alana yayılmış durumdaydı ve ikinci büyük kriz geldi. Yüzyılın başındaki ve sonundaki iki büyük krizin tarihsel geçmişleri farklı olmakla birlikte temelde aynı olguya dayanırlar: sosyal demokratlar ya da komünistlerin burjuvazinin safına geçmeleri…

Orta ve Doğu Avrupa ülkeleriyle SSCB ve Çin’de gelişen kapitalizmin esas kadroları partide sorumluluk taşımış komünistlerden oluşmaktadır. Burjuvaziyle birlikte davranmak, ayrı parti olarak kalmak ama kapitalizmle bütünleşmek vb. gibi değişik biçimler söz konusu olabilir ama burada konumuz bu değişik biçimlerin ortak yanıdır.

20. yüzyıl başındaki adıyla sosyal demokratlar, sonraki adıyla komünistler, bir dönem burjuvaziyle amansız mücadele yürüten, daha sonra da hızla onun safına geçebilen bir özellik gösterirler.

Komünistlerin bu yapısal özelliği üzerinde önemle durulması gerekir. Bunu başka bir yazıda yapmaya çalışacağım. Konumuza devam edelim…

2015 yılı, Gorbaçov’un SBKP MK Genel Sekreteri seçilmesinin 30. yılıdır ve 30 yıl içinde dünya çok kadar değişmiştir. 20. yüzyıl başından farklı olarak komünist hareket büyük çöküşünü büyük bir devrimle aşamadı. Nikaragua, El Salvador ve Güney Afrika’da içinde komünistlerin de yer aldığı mücadele sürdü ama bunlar çöküntüden çıkışı sağlayamadı. 20. yüzyıl başında yaşanılan ilk çöküntünün ardından görülmeyen bir gelişme gerçekleşti: komünist ve marksist olmayan ya da komünizm ve marksizmi önceki yıllardaki örneklerine göre daha farklı yorumlayan bir sol gelişmeye başladı…

Komünistlerin gittikçe uzak olmaya başlayan geçmişlerinden başka öğünebilecekleri şey kalmadığından bu sola küçümsemeyle yaklaştılar, ama bu da çare olmadı. 1990 sonrasında geçen 25 yılda dünya çapında genel bir büyüme ve refah dönemi yaşanmadı. Tersine işsizlik, yoksulluk, toplumsal çelişkiler arttı. Teorik olarak gün komünistlerin günüydü ama bir şey yapamadılar ve dahası kapitalizmin yeni aşamasını analiz etmekte teorilerinin yetmediğini bile anlayamadılar. Her ne kadar üstten konuşmaya devam etseler ve burunlarından kıl aldırmaz tutumlarını sürdürseler de sınıf mücadelesinde giderek önemlerini kaybettiler.

Yekpare bütün olmayan ve arasında düşmanlıklar da bulunan marksist ve komünist solun yerine, farklı bir sol yükselmeye başladı.

Bunun ilk örneği olarak Meksika’da Zapatistalar’dan söz edilebilir. Bu hareketin önemli özellikleri arasında insanlığa uzak hedef koymaması (komünizm gibi) ve sadece işçi sınıfına dayanmaması gösterilebilir. Yerinde karar alma ve uygulama, demokratikleşme gibi gelişmeler daha sonra Sosyal Forum Hareketi’nde somutlanacaktı. (Porto Alllegre).

2000’li yıllarda yaşanılan ve Arjantin gibi ülkeleri fena vuran büyük ekonomik krizde de komünistlerin sesi çıkmadı. Büyük çaba gösteriyorlardı ama etkili olamıyorlardı ve daha da kötüsü neden böyle olduğunu da anlamıyorlardı. Benzeri durum başka bölgelerde de görüldü.

Avrupa ülkelerinde ATTAC hareketi gelişti. Başlangıçta sadece uluslar arası finans hareketlerinin vergilendirilmesini savunan bu hareket sonraki yıllarda sola kaydı. Savaşa ve neo liberalizme karşı bir harekete dönüştü.

Avrupa ülkelerin de şiddetle etkileyen ve uzun süreli olan ekonomik krize karşı komünistler bir şey yapamadılar. Bunlardan sesi çok çıkan ama sürekli küçülen Yunanistan Komünist Partisi (KKE) örneği ilginçtir. Bu ülkede derin bir ekonomik ve toplumsal kriz var ve bu partinin oyları son dönemde yarı yarıya azalarak yüzde 5 civarına kadar indi. SYRIZA’yı suçlayarak bu durumlarından çıkabileceklerini sanıyorlar ve bize de kendilerine başarılar dilemek kalıyor.

Geçmişi başarılarla dolu marksist-leninist bir partinin düştüğü bu durumun yakından incelenmesi gerekir. SYRIZA’yı kuran kadronun önemli bölümünü de bu partiden ayrılanlar oluşturuyor.

Komünistler bazen gerçekten komik oluyorlar ve çaresizliklerini kendi seçeneklerine yönelik anlamsız saldırılarla gösteriyorlar.

Yunanistan yaklaşık 11 milyon nüfuslu bir ülke, başka bir deyişle nüfusu İstanbul kadar bile değil… Ekonomisi zayıf, borçları çok fazla ve bu durumda SYRIZA’nın yerine KKE iktidara gelseydi ne yapardı acaba?

Tekellere el koy, borçların tümünü iptal et; peki sonra?

Komünistler 1990 öncesinde yaşıyorlar, daha bugüne gelemediler. Öyle büyük bir şok yaşadılar ki, bir türlü kurtulamıyorlar.

SSCB olsaydı Yunanistan’a büyük destek olurdu; Küba’ya olduğu gibi…

Küba devrimi (nüfusu yaklaşık Yunanistan kadardır) bir dönem SSCB sayesinde ayakta kalmıştı. Yunanistan komünistleri de SSCB’nin hala var olduğunu sanıyorlar anlaşılan…

KKE iktidar olsaydı Avrupa Merkez Bankası, IMF ve Almanya ile pazarlık yapacaktı. Başka ne yapacaktı ki! Elindeki kaynaklar da son derece sınırlı olacaktı, tıpkı SYRIZA’da olduğu gibi…

SYRIZA’ya güvenoyu vermeyeceklerini ilan ederek bu partiyi sağ liberal bir partiye muhtaç eden Yunan komünistleri görüldüğü kadarıyla iyice şaşırmış durumdadırlar. İlişkiler biraz daha ferilince bir bölümü daha SYRIZA’ya geçebilir ya da daha kolayı burjuvaziye geçebilir. 20. yüzyıl tarihinde komünistten burjuvaziye transfer sık rastlanılan bir olaydır.

Tek cümleyle sınırlı bir değerlendirme yapılacak olursa; uzun zamandan beri süren bir geçişin temelinin olması gerekir ve bu da marksist teoriyle genel olarak kapitalist teori arasındaki yakınlıktan gelmektedir.

Kitaplara değil yüz yıllık pratiğe bakıyorum ve görülen de budur.

İleride bu konu üzerinde durmaya çalışacağım…

SYRIZA başarısız olabilir, mümkündür, ama bu başarısızlığa “solun kaybetmesi” bağlamında üzülecek değil de sevinecek olanların, önce kendi tarihlerindeki büyük fiyaskoya bakmalarında yarar vardır. Unutmak istiyorlar ama mümkün değildir.

 

Son Güncelleme: Cumartesi, 07 Şubat 2015 19:47