Şuanda 419 konuk çevrimiçi
BugünBugün137
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14105
Bu ayBu ay14105
ToplamToplam10482529
İslam Devleti kültürü PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 15 Mart 2015 11:03


İslam Devleti Irak’ta Asurlular zamanından kalma eserlerin bulunduğu bir müzedeki heykelleri tahrip etti. Benzeri bir tahribatı daha önce Taliban büyük Buda heykellerini yıkarak gerçekleştirmişti.

Bu eylem vandallık, vahşilik, kültür düşmanlığı olarak değerlendiriliyor.

Evet, ama bu konunun bir tarafıdır.

Halifelik temelinde bir İslam Devleti kurmak istiyorlar ve bu yapılanın amaçlarıyla herhangi bir ilişkisi yokmuş gibi görünüyor.

Tahrip edilenlerin insanlığın ortak kültür hazinesi olması bir yana, Müslümanlığın ortaya çıkmasından yaklaşık iki bin yıl önce yapılmışlar. Dolayısıyla Müslümanlıkla da herhangi bir ilişkileri bulunmuyor.

Müslümanlıkta resim ve heykel yasaktır. Birisi suret kapsamına girer ve insanın kendisini Allah sanmasına yol açabilir, heykel ise put olarak değerlendirilir. Bu nedenle de –biz dahil- Müslüman ülkelerde resim ve özellikle de heykel az gelişmiştir.

Müslümanlıktan en az iki bin yıl önce yapılmış ve bugüne kalmış insanlığın ortak tarihine ait sayılan bu yapıtların tahrip edilmesinin kendine göre bir mantığı yok mudur?

Evet, vardır.

İD kendi kültürünü hakim kılmak istiyor. Bu talep normaldir. Ve hakim olmak isteyen her kültür ancak başka kültürü bastırarak ve hatta yok ederek bunu yapabilir.

Muhammed gerekli güce sahip olduğu zaman Mekke’deki put adı verilen heykelleri kırdırmıştı. Bu heykeller o zamanın tanrılarını temsil ediyorlardı. Müslümanlık tek Tanrı dini olarak o bölgede egemen olabilmek için kendisinden önceki kültürün (din bunun önemli bileşenidir) simgelerini yok etmişti.

Muhammed’den sonra da İslam’da resme ve özellikle de heykele iyi gözle bakılmamıştır.

İD’nin yaptığı da Muhammed’in gününde yaptığı ve geleceğe yönelik kurallar koyduğu uygulamayı geçmişe doğru uzatmaktır, tarihin tamamını kapsayacak şekilde genişletmektir. Müslümanlıktan çok önce yapılmış heykeller bu nedenle yok edilmektedir. Bu heykellere tapılmıyor olması anlam taşımıyor, heykel olmaları yeterlidir.

Bu boyutta olmasa bile benzeri bir durum Avrupa’da Protestanlığın ortaya çıkması döneminde de yaşanmış ve Katolikliği simgeleyen bazı yapıtlar tahrip edilmişti.

Hakim duruma geçmek isteyen kültür bu amaçla rakip kültürü ya da kendisinden öncekini, onun simgelerini tahrip eder.

Atatürk zamanında farklısı yapılmadı. Kuran dili Arapçadan Türkçeye geçildi. Dinin o dönemin Türkiye toplumu üzerindeki etkisini kırabilmek için kılık-kıyafet değiştirildi, bunun için yasa yapılmakla kalınmadı, zorla da uygulandı.

Yüzeysel değerlendirme yapanlar bunu şekilcilik sanabilir ama değildir. Söz konusu olan bir kültürü hakim kılmak için öncekini tahrip etmektir.

Önemli olan bu süreci anlamaktır, yoksa konu şu doğrudur bu yanlıştır meselesi değildir. İD’nin yaptığı onaylanamaz ama konuyu anlamıyorsanız ya da yüzeysel bir bakışla değerlendiriyorsanız, neye karşı çıktığınızı anladığınız söylenemez. Kabul etmek ya da karşı çıkmak için önce anlamak gerekir. Anlamak, doğru bulmak değildir. Reddedecekseniz de neyi reddettiğinizi anlamaktır.

Farklı bir düzenin kültürün kendisinden öncekini yok ederek hakim olması konusu bana 20. yüzyılda iki kere, 1914’te ve 1989-90’da komünistlerin kitle halinde burjuvaziye geçmesinin açıklayıcı nedenlerinden birisi olarak göründü. Bu konu üzerinde daha çalışılması gerekiyor ama komünistlerin burjuva kültürünü sadece bastırabildikleri, bunun yerini alabilecek farklı bir kültürün oluşturulmasında yetersiz kaldıkları da ortada…

“Burjuva kültürünü reddetmeyeceğiz, onun iyi yanlarını alacağız” anlayışı, o kültürden uzaklaşamamak sonucunu doğurdu. Evet, o kültürün iyi yanları da bulunuyordu ama kendi iyi yanlarını üretmekte yetersiz kalınca, eskinin iyi yanlarıyla yeninin iyi yanlarını bütünleştirebilmek söz konusu olmadı; eski sürekli ağır bastı.

Ekim devrimi öncesinde dünya çapında olan Rus edebiyatının toplumsal gerçekçilikle hangi duruma düştüğü örneklerden sadece birisidir. Komünistlerin bu konuda yıllarca kendilerine çok hayran olmaları tamamen gerçeklikle ilgisi bulunmayan bir değerlendirmedir. Gerçeklikle daha fazla ilgisi olsaydı dağılma bu kadar hızlı ve kapsamlı olmazdı.

74 yıllık Sovyet anlayışı, belgelerde böyle yazılmasına karşın Sovyet insanı yaratamadı. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine kadar uzak bir geçmişe dayanan Ermenilerle Azeriler arasındaki sorun “donduruldu”, çözümlenemedi ve yıllar sonra da kaldığı yerden başlayarak yeniden ortaya çıktı.

Yugoslavya için de benzeri söylenebilir. Sırplarla Hırvatlar arasında 20. yüzyılın başından beri var olan çelişkiler, Nazi işgali döneminde çatışmanın keskinleşmesi dikkate alınmadan, Yugoslavya’daki halklar çatışmasını “emperyalizmin oyunu” diye nitelendirmek ancak bilgisizliğin ürünü olabilir. Evet, var olan ve yılların birikiminin sonucu olan çelişkilerle oynanmıştır, ama bunlar zaten vardılar. Başka türlü yıllardan beri bir arada yaşayan halkların birbirini kırması açıklanamaz.

Belirttiğim gibi, bu konu üzerinde daha çalışılması gerekiyor.