Şuanda 256 konuk çevrimiçi
BugünBugün58
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14026
Bu ayBu ay14026
ToplamToplam10482450
"Bıraktığımız yerde otluyorlar!" PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cumartesi, 11 Nisan 2015 21:08


Bu deyimi en az 25 yıldan beri taş üzerine taş koymamış; sosyalizmin yaşanmış tarihi, dünyamızın bugünkü durumu üzerine hiç düşünmemiş olan, yıllar önce bildiklerini tekrarlamakla yetinen ve farklı görüşlere karşı da kısa açıklamalarla yaftalama yapmayı tercih edenler için kullanıyorum: bu insanlar, bıraktığımız yerde otluyorlar, devam etsinler!

Afili açıklamaların ardı arkası gelmiyor. Örnek mi istiyorsunuz?

Marx’ın yeniden keşfedilmesinden söz ediliyor ve günümüz dünyasının da ancak şu veya bu filozofla değil de ancak bu yeniden keşfetmeyle açıklanabileceği savunuluyor.

Yapsana o zaman!

İddiası olan, ciddiye alınmak istiyorsa eğer, önce yapar, sonra konuşur…

Ortaya konulan görüşe karşı olabilirsiniz, ama iddiası vardır ve yapmıştır.

Sosyalist ülkelerin çözülerek tarihten çekilmeleri üzerine gayet kısa ve kendini ikna amaçlı açıklamalar dışında tespiti bulunmayanlar, hiç konuşmasalar daha iyi ederler.

20. yüzyılın başlarında (1914) ve sonlarında (1989-1991) komünist parti üst düzey sorumlularının kitlesel olarak burjuvaziye geçmeleri hakkında hiçbir açıklaması bulunmayanlar, ne marksizm-leninizmden ve ne de kapitalizmden bir şey anlamamışlar demektir. Afili konuşmak, kendini savunmak için dışındaki her görüşü anlamsızca suçlamak durumu kurtarmaz…

Arkadaş bıraktığımız yerde otluyor, devam etsin, denilir…

Ciddi bir durum karşısındayız!

Ülkemizdeki sol eski üzerinde düşünmekten, sonuçlar çıkarmaktan, yeniyi üretmekten aciz durumdadır.

Tersine bir durum olsaydı, şimdiye kadar kendini toparlamış olması gerekirdi.

Sol düşünce dünyanın her tarafında yenildi.

Berlin Duvarı herkesin üzerine yıkıldı.

Çok sayıda ülkedeki sol, yaşanılan gerilemenin ardından toparlandı ve yükselişe geçti.

Zapatistalar, Arjantin, Sosyal Forum Hareketi, ATTAC, Almanya, Yunanistan ve daha sayılabilir.

Bunların tümünde Marksistler ve marksist olmayan sol vardır. Bu hareketlerde ağır basan kesinlikle marksizmin şu veya bu çeşidi değildir.

Sürekli olarak belirttiğim gibi, marksizm tanımlaması kendi başına yetersizdir; hangisi diye sorulması gerekir. Birbirinden çok farklı Marksizmler bulunuyor.

Bizdeki bazı tipler bunların tümüne karşıdır.

Olabilir tabii, ama seçenekleri bulunmuyor. Ya de eskiden öğrendiklerini tekrarlamaktan başka sermayeleri bulunmuyor.

Efendim neymiş; bu hareketler başarılı olamazlarmış!

12 Eylül’den bu yana 35, sosyalizmin çözülmesinin üzerinden de 25 yıl geçti.

Sen teorik ya da pratik herhangi bir ilerleme gösterebildin mi?

O hareketlerdeki insanlar yaparlar ve başarılı olamayabilirler.

Yanlışlarından öğrenecekler ve daha iyisini yapacaklardır.

Sen ise yanlış bile yapamıyorsun…

Hiçbir rolün olmayan gelişmelerle kendini özdeşleştirerek kendini avutuyorsun.

Mesela kendini Gezi ile özdeşleştiriyorsun…

Gezi kendiliğinden yanı ağır basan sosyal bir hareketti, şu veya bu örgütün işi değildi.

Kendini Syriza’ya benzetiyorsun ve sadece komik oluyorsun.

25 yıldır teorik ve pratik ya da en azından birisinde önemli gelişme göstermiş olmak gerekir.

Tartışma doğaldır ki olacaktır, ama tartışamayan, kısa açıklamalar dışında tartışabilecek bilgisi de bulunmayan, eskiyi tekrarlamayı görüş zanneden ve hemen yaftalamalara yönelenlere söylenebilecek tek cümle, yazının başlığında yer alıyor: bıraktığımız yerde otluyor!

Bu tür kişileri ve grupları bir kenara bıraksak bile, konu önemlidir.

Türkiye’nin resmi tarihi olduğu konusunda kimsenin kuşkusu bulunmuyor. Geçmişte doğrudur diye propagandası yapılan pek çok olayın hiç de öyle olmadığı sürekli olarak açığa çıkıyor. Örnek vermiyorum, herkesin bildiği bir konudur.

Sosyalizmin de resmi tarihi bulunuyor.

Buna reel sosyalizm, yaşanmış sosyalizm ya da başka bir isimlendirme yapabilirsiniz. Dünyanın altıda birinde 74 yıl, üçte birinde 45 yıl kadar süren bir dönemden kastedileni herkes anlıyor.

Bu dönemin de gerçek tarihi ve resmi tarihi bulunuyor. Resmi tarih sandığımızdan daha etkilidir. Bu etki ülkelere göre değişebilir; kimisi için SSCB tarihinin resmi yanı, kimisine göre ise Çin Halk Cumhuriyeti tarihinin resmi yanı ağır basar.

Bunun son örneğini Korkut Boratav’ın sendika.org’da yayınlanan ve yaşanmış sosyalizmi inceleyen yazısında görüyoruz.

Boratav, haklı olarak, reel sosyalizm de denilen Sovyet sosyalizminin önemli iyi yanları bulunduğundan söz ediyor.

Bunlardan söz ettikten sonra, bu sosyalizm neden sona erdi, sorusu kaçınılmaz olarak geliyor. Bu konuda açıklama yapmak yerine, bir saptamayla yetiniyor: üst yapıdaki ya da politik düzeydeki sorunları çözemediler.

Bu açıklama kısadır ama son derece açıklayıcıdır.

Başka bir deyişle reel sosyalizmin asıl sorunu politik düzeydeydi, ekonomik düzeyde değildi. Ekonomik olarak sorunu yoktu, başka bir deyişle…

Bu yazıyı okuyuncaya kadar sorunun bu kadar ciddi olduğunu düşünmemiştim.

Korkut Boratav yılların sosyalistidir ve mutlaka farklı dillerde sosyalist ülkeler hakkında yayınlanmış çok sayıda araştırmayı da izlemiştir.

Bu araştırmalara şöyle bir göz atmak bile sosyalist ülkelerdeki ekonomik kriz hakkında fikir verir.

Sosyalist ekonomideki ve toplumdaki krizi anlamak yerine, sadece kapitalist ülkelerdeki krizden söz etmek ciddi yanılgılara yol açıyor.

Evet, sosyalist ülkelerde, kapitalist ülkelerdeki gibi bir kriz yoktu…

Ama buradan kriz olmadığı sonucu çıkarılamaz. Kapitalist ülkelerdeki gibi bir kriz yoktu, ama başka türlü bir kriz vardı.

İşsizlik yoktu ama emek verimliliği kapitalist ülkelerin oldukça gerisindeydi.

Herkesin yeterli geliri vardı ama bu geliri harcayabileceği yer yoktu.

Burada kapitalist ülkelerde görülenin tersi bir durum söz konusudur.

Kapitalist ülkelerde piyasa mal ve hizmetle doludur, ama kitlede bunları alabilecek yeterli gelir yoktur.

Sosyalist ülkelerde ise insanların yeterli geliri vardır ama bu gelirin harcanabileceği yeterli mal ve hizmet üretilememektedir. Başka bir deyişle, para vardır ama bunun harcanacağı yer bulmak sıkıntısı bulunmaktadır.

Reel sosyalist ülkelerin tümünde görülen karaborsa, bu nedenle, ahlaki bir sorun değildir. Bir yerde satın alma gücü var, ama yetersiz üretim sonucu satın alınabilecek yeterli mal ve hizmet yoksa, karaborsa kaçınılmazdır.

Son örnek olarak Küba verilebilir.

Bu ülkede herkesin asgari ihtiyaçları kamusal olarak karşılanıyor. Küba’nın yiyecek üretimi bu ihtiyacın ancak yüzde 40’ını karşılayabilecek durumda, kalanını yıllardan beri ithal etmek zorundadır.

Sosyalist ülkelerde tarım üretiminde yaşanılan büyük verimsizlik Küba’da da kendini gösteriyor.

Küba çözüm olarak tarım ve hizmet sektöründe küçük üretimi serbest bırakmıştır. Ve bu serbestlik de yaşanılan sıkıntıyı bir oranda da olsa hafifletmiştir.

Bu uygulamayı “sosyalizmden sapma” olarak görenlere, “sizin çözüm öneriniz nedir?” diye sormak gerekir.

Çözüm Marx-Engels-Lenin’den alıntı yaparak olmuyor; tarım üretimini nasıl artıracaksın? Sosyalist ülkelerin tarihinde tarım üretimindeki verimsizlik büyük bir sorundur, Küba’ya özgü değildir.

Bunu nasıl ortadan kaldıracaksın, somut olarak ne öneriyorsun?

Uygulanabilir bir öneri yoktur.

Sosyalizmin resmi tarihi üzerine detaylı açıklama yapmak gerekiyor.

Hayır, bu tarih, propagandası yapılmış olan tarih değildir. Başka bir deyişle, bildiğimiz tarih, resmi tarihtir. Bu resmi tarihin somut rakamlarla ortaya dökülmesi gerekir.

İki örnek vermek gerekirse:

Sosyalizmin vitrini olarak adlandırılan Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde (sosyalist ülkeler arasında üretici güçlerin en gelişmiş olduğu ülkeydi) ekonomi kötü durumdaydı. Bu amaçla, halktan saklanarak, Federal Almanya’daki sağcı bir politikacının da aracılığıyla uluslar arası bankalardan yüksek miktarda borç alındı.

Bu para sosyal harcamalar için kullanıldı ama sonuçta ülke ürettiğinden fazlasını tüketiyordu.

Romanya dışında bütün sosyalist ülkelerin yüksek dış borcu bulunuyordu.

İkinci örnek Bulgaristan’dandır. Sosyalist ülkelerdeki ilk çevreci hareket bu ülkede ortaya çıktı ve ardından hızlı olarak rejimin çözülmesi geldi. Ülkenin sanayi merkezi Pilovdi’de hava kirliliği korkunç düzeydeydi ama resmi rakamlara göre durum normaldi.

Olayları belirtmek yetmez, bunlar sonuçtur. Nasıl bu duruma gelinmiştir, tarihin anlatılması gerekir.

Sosyalist ülkelerin tarihi incelenmeden bu soruya cevap verilemez.

Sosyalizmin resmi tarihi üzerine yazılar izleyecektir…