Şuanda 243 konuk çevrimiçi
BugünBugün512
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14480
Bu ayBu ay14480
ToplamToplam10482904
40 YIL ÖNCE VE SONRASI... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cuma, 01 Mayıs 2015 20:55


30 Nisan 1975 gününü, Vietkong’un o zamanki adıyla Saygon’a girdiği günün 40. yıldönümünü atlamışım. Bu yazıda 1970’li yıllardan günümüze silahlı mücadele örgütlerinin dünya tarihinden kısa bir kesit sunmaya çalışacağım.

Vietkong’un başkent Saygon’a da girmesiyle Güney Vietnam’da başlayan, Kuzey’in bombalanmasıyla süren, Laos ve Kamboçya’ya yayılan savaş sona erdi.

Ertesi günkü gazeteler Saygon’daki ABD elçiliğinden kalkan ve açıkta bekleyen savaş gemilerine insan taşıyan helikopterlere asılan ve yolda denize düşen insan fotoğraflarını yayınladı. Bazı Vietnamlılar işgalci güç ABD’nin yanında yer almışlar ve ülke boşaltılırken de geride bırakılmalarına karşı helikopterlere asılmaya çalışmışlardı. Kaçabilen kaçtı kalanları da Vietkong halledecekti. Kent düştüğü için helikopterlerin yeniden sefer yapması da mümkün değildi, düşürülme tehlikesi vardı.

Laos ve Kamboçya’da da savaş sona erdi. Kamboçya’da Kızıl Khemerler iktidarı ele geçirdiler ve tarihe geçecek büyük bir deneye başladılar: kentli nüfusu ve özellikle de öğrencileri, öğretim üyelerini ve memurları köylere sürdüler. Amaç onları proleterleştirmekti. Bu anlayışı herhalde Çin’deki Kültür Devrimi’nden öğrenmişlerdi. On binlerce insan öldü ve dünya basınında komünistlerin yaptıkları büyük zulüm yer bulmaya başlayınca Vietnam yönetimi ülkeye müdahale etti. Khemerlerin zulmü durduruldu ama bu kez de Çin ordusu Vietnam’a saldıracaktı. İki ülke arasında kısa süren bir savaş yaşandı.

Sosyalist iktidarların savaşların sona ermesi demek olduğunu savunanlara göre iki sosyalist ülkenin kısa da olsa savaşması garip bir durumdu ama ne yapalım ki gerçekti. Teorinin mutlak doğrulaştırılmaması gerektiği, her durumda farklı uygulamaların olabileceği görüldü.

Sonra ne oldu derseniz, 40 yıl sonrasına atlamak gerekiyor.

Çin Halk Cumhuriyeti’nde komünist partisinin öncülüğündeki kapitalizm oldukça yol almış durumdadır. Bu süreci “40 Yıl Sonra TDAS”ta anlattığım için üzerinde durmayacağım. Burada geçerken belirteyim, kitap önümüzdeki haftadan itibaren dağıtıcılara ulaşıyor. Yayınevi İzmir Kitap Fuarı’na katıldığı için dağıtıma vermeyi ihmal etmişler.

Vietnam derseniz Çin’den çok farklı durumda değil… ABD ve Japonya ülkeye yatırım yapıyorlar ve önce Fransızlara sonra da ABD’lilere karşı halk savaşı yürütmüş partinin önderliğinde bu kez kapitalizm gelişiyor.

Geçenlerde okuduğum bir haberde Vietnam’da doğanın aradan 40 yıl geçtikten sonra iyileşmeye başladığı belirtiliyordu. Doğa kimyasal bombalarla tahrip edilmişti ve 40 yıl sonra kendini toparlama belirtileri gösteriyordu.

“İki üç daha fazla Vietnam” 1960 ve 1970’li yılların sloganıydı. Latin Amerika’dan dünyaya yayılan bu sloganı kullanan örgütler neler yaptılar?

Uruguay’da dünyanın en tanınmış şehir gerillası örgütü olan Tupamaros yasal partiye dönüştü. İlk olarak nüfusun önemli kesiminin yaşadığı başkent Mondevideo’nun belediye başkanlığını aldılar, parlamentoda temsil edildiler. Kısa süre önce de eski bir gerilla devlet başkanı olarak seçildi.

Peru’da Aydınlık Yol’un halk savaşı anlayışından bildiğim kadarıyla önemli bir sonuç çıkmadı.

Arjantin’de ise Monteneros adlı gerilla örgütü askeri darbe karşısında yenildi ve ülkede çok kayıp verildi. Bizdeki Cumartesi Anneleri bu ülkede uzun süre devam etmiş kayıpları arama etkinliğinden esinlenmiştir.

Bolivya’da Che’nin ölümünün ardından savaşı sürdüren Inti Peredo kardeşler de başarılı olamadılar. Başarı başka bir şekilde yıllar sonra legal alanda geldi. Morales sosyalist bir devlet başkanı olarak seçildi ve başkan yardımcısı da yıllarını hapishanede geçirmiş olan eski bir gerilladır.

Venezüella’da Türkçede yayınlanan “Birleşik Devrimci Savaş” kitabından tanıdığımız Douglas Bravo halen yaşıyor mu, bilmiyorum. On yıl kadar önce hayattaydı ve alternatif bir harekette çalışıyordu. Bu ülkede Chavez’in başkanlığı döneminde ABD’ye karşı alınan tavır ve Küba’nın desteklenmesi önemlidir. Bu ülkedeki yönetim için kullanılan “21. yüzyıl sosyalizmi” gibi belirlemeler fazla iddialıdır. Ülkede suç oranı hayli yüksektir ve petrol fiyatlarının düşmesi de ülke ekonomisini zora sokmuştur. Venezüella’nın petrolden başka geliri yoktur ve zengin doğal kaynaklara sahip bütün diğer ülkeler gibi bu alandan bir türlü çıkamamakta ve farklı üretim birimleri kuramamaktadır. Venezüella’da petrol gelirinin sosyal harcamalar için kullanılması halkın durumunda görülebilir bir iyileştirme yaratmış olmakla birlikte, bu durum gelişmiş bir üretimin sonucu değildir. Petrolden gelen paranın farklı alanda kullanılmasının sonucudur ve ülke ekonomisinin esenliği de petrol fiyatlarında büyük düşme yaşanmamasına bağlıdır.

Guatemala’da gerillalarla hükümet arasında savaş arada bir yapılan ateşkeslerle sürüyor. El Salvador’da ise hükümet ile gerillalar anlaştılar ve silahlı mücadele yasal mücadeleye dönüştü.

Nikaragua derseniz dikkat çekici bir gelişme gösterdi. Savaşı kazanan Sandinistler önce kendi içlerinde parçalandılar. Ünlü parlamento baskınını yapan ve Komutan Sıfır olarak bilinen Eden Pastora, ABD tarafından desteklenen kontralarla birlikte çalışmaya başladı ve bir süre sonra çatışmada öldü.

Sandinistler önce iktidarı kaybettiler, bir süre sonra seçimle yeniden iktidara geldiler. Sandinistlerin Başkanı Daniel Ortega’nın uygulamalarından bir tanesi, halk böyle istiyor gerekçesiyle kürtajı yasaklamak oldu. Katolikliğin oldukça etkin olduğu bir ülke… Şu sıra Çin ile yakın ilişki içinde ve Panama kanalına alternatif bir kanal yapılması planlanıyor.

Brezilya’da Carlos Marighella’nın şehir gerillası hem etkisiz hem de kısa ömürlü oldu. Bu ülkede 1990’lı yıllarda Sosyal Forum Hareketi ortaya çıktı. Porto Allegre’de katılımcı bütçe ile yeni bir kent yönetimi anlayışı gündeme geldi. Bu hareket daha sonra değişik ülkelere yayıldı.

Meksika’da Zapatistalar sosyalizmin 1991’de çözülüp dağılmasının ardından ABD egemenliğine karşı çıkan ilk harekettiler. Dünya çapında büyüklüklerinin çok üzerinde tanındılar. Sosyal Forum Hareketi’nin doğmasında da önemli katkıları oldu.

Latin Amerika ülkelerindeki bu gelişmelerde dikkat çeken özelliklerden bir tanesi, işçi sınıfının bazen (Venezüella’da olduğu gibi) karşı devrimci rol oynaması, diğer ülkelerde ise kitlenin esas olmayan bileşenini oluşturmasıdır. Asıl bileşen yerli halktır. Yıllardan beri kimliği hiçe sayılan, hakları tanınmayan yerli halk…

Kimliğine sahip çıkmanın bize özgü bir olay olduğunu sananların Latin Amerika’ya bakmalarını tavsiye ederim.

Nepal’de halk savaşı temelinde bir gelişme yaşandı ve sonuçta hükümet ile anlaşma sağlandı. Ayrıntılı durum hakkında bilgim bulunmuyor.

Bu kadar mı, diye sorabilirsiniz.

Bizde PKK’nin halk savaşı vardı. Halk savaşı diyorum çünkü Giap’ın tanımıyla “halk savaşı politik olarak tecrit olmuş düşmanı askeri olarak yenmek için yapılır”.

Kürt olarak doğan ve anadili de Kürtçe olan insanların bu temel özellikleri bile devlet tarafından tanınmadığı için politik tecrit baştan beri vardı. Bu nedenle PKK ile THKO ve THKP-C’nin mücadelesi arasında niteliksel fark bulunmaktadır. THKO ve THKP-C’nin amacı da halk savaşıydı ama bu savaşı verebilmek için önce düşmanı politik olarak tecrit etmeleri gerekiyordu ve bu tecridi de silahlı propagandayı temel alan bir silahlı mücadele anlayışıyla yapacaklarını savunuyorlardı. PKK’nin hazır bulduğuna onlar önce ulaşmak zorundaydı.

Devlete karşı silahlı ayaklanma bağlamında benzerlikleri bulunmakla birlikte bunun ilerisinde benzerlik yoktur. Bu iki örgütün devamcısı olan silahlı mücadele örgütleri de (başka bir gelenekten gelen TİKKO dahil) hiçbir zaman etkili bir halk savaşı verememiştir. Kırsal alanda tutunabildikleri zaman bile küçük bir alanın dışına çıkamamışlardır.

Neredeyse kırk yıldır halk savaşını savunmak ama bir türlü verememek bizdeki silahlı mücadele örgütleri için garip bir durumdur.

Irak ve Suriye’de dikkatle izlenmesi gereken bir savaş sürüyor.

Kobane’de YPG’nin savunma savaşını geçerek islamcı örgütlerin savaşı üzerinde duralım.İslamcı örgütler, bir oranda Filistin’de Hamas ama özellikle El Kaide ve değişik ülkelerdeki kollarıyla İD (İslam Devleti) silahlı mücadeleye yeni bir üslup getirdiler. Bu üslubu görmeden bu örgütlerin başarılarını “emperyalizmin desteğine” bağlamak tek kelimeyle aptalcadır.

Afganistan’da El Kaide yıllardan beri ABD ve genel olarak NATO’ya karşı savaşıyor ve yenilemeyeceğini artık ABD Genelkurmayı bile kabul ediyor. ABD bu savaşta binlerce ölü verdi, daha az oranda İngiliz ordusu da verdi.

İD, Irak ve Suriye’de İngiltere’den daha büyük bir alanı kontrol ediyor. Bu örgütün kitle ilişkisini, silahlı mücadeleye getirdiği farklı üslubu anlamadan emperyalizmin desteğinden söz etmek boş laftır.

İslamcı örgütlerin gelişmelerinin bir döneminde ABD ve İsrail ile bağı olmuştur. Filistin’de Hamas, laik FKÖ’nün bölünmesi için ilk dönem İsrail tarafından desteklendi, güçlenince de İsrail ile savaşmaya başladı.

Taliban’ın önceli olan Mücahitler Afganistan’da Kızıl Ordu’ya karşı savaşırken ABD’den destek aldılar; desteğe ihtiyaçları kalmayınca da ABD’ye karşı döndüler. El Kaide de buradan doğdu.

İslamcı örgütlerin ve genel olarak solun dışındaki örgütlerin anlaşılmaması genel bir olgudur. Bu duruma 1930’lu yıllarda Karl Korsch işaret etmişti. Sosyalistler devrim yapmakla o kadar ilgilidirler ki, onların karşı devrim teorisi yoktur. Gericiliği ve karşı devrimi anlamakta ciddi sorunları vardır.

1930’lu yıllarda komünistlerin Nazilerin iktidar yürüyüşünü anlayamamaları en bilinen örnektir. SBKP’den sonra en fazla üyeye sahip olan Almanya Komünist Partisi, III. Enternasyonal ve Troçkistler; hiç birisi Nazilerin gelişmesinin nedenlerini anlayamadılar. En fazla “sosyal demokratlarla ittifak yapılsaydı bu gelişme önlenebilirdi” gibi saptamalar yapıldı ki, bu da gelişmenin anlaşılabildiği anlamına gelmez.

Benzeri bir durum bugün islamcı örgütler konusunda da görülüyor.

İD’nin küresel bir örgüt olduğunu, küresel bir cihat mücadelesi yürüttüğünü, yüze yakın ülkeden çoğu erkek ama kadınların da olduğu 20 bine yakın militan toplayıp savaşa getirdiğini görüyoruz.

Sosyalistlerin kendi dışındakileri anlamamak alışkanlığından vazgeçmesi kolay değil ama şimdiden böyle yapmaya çalışmalarında büyük yarar bulunuyor.

Bu yazı da çok uzadı. Politik Psikoloji ve Küresel Cihat yazılarında bu konuları ele almıştım. Dileyen onlara bakabilir…