Şuanda 292 konuk çevrimiçi
BugünBugün531
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14499
Bu ayBu ay14499
ToplamToplam10482923
8 Mayıs, kitlesel tecavüzler ve sınıf analizinin açmazı PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Perşembe, 07 Mayıs 2015 21:23


70 yıl önce, 8 Mayıs 1945’te Nazi Almanyası kayıtsız şartsız teslim oldu ve İkinci Dünya Savaşı Avrupa’da sona erdi. Savaş bir süre daha ABD ile Japonya arasında Pasifik’te sürecektir.

Nazi Almanyasının tarihi; Hitler ve NSDAP’nin iktidara gelmesi, gelişmesi ve çöküşü bugüne kadar defalarca yazıldı. Ian Kershaw adlı İngiliz tarihçisinin iki ciltlik ve yaklaşık bin sayfalık Hitler biyografisi bu konuda en tanınmış olandır. Alman bilim insanları yıllarca kendi yakın tarihleri hakkında bu kadar kapsamlı bir yapıt üretemediler. Alman yakın tarihini anlamak için ona dışarıdan bakabilmek, başka bir deyişle Alman olmamak gerekiyordu.

Nazilerin tarihinin anlatılmasındaki sıkıntı belge eksikliğinden kaynaklanmıyor. Belge istemediğiniz kadar var, sorun bunların yorumlanmasında çıkıyor. İngiliz ve Fransızlarla birlikte Avrupa’nın üç büyük ulusundan birisi olan Almanların (İtalya, İspanya ve Portekiz daha geri planda düşünülür), güçlü bir felsefe geleneğine sahip bu halkın içinden Nazilerin çıkması, iktidara gelmeleri ve tarihte benzeri görüşmemiş bir vahşeti sergilemeleri açıklanmaya muhtaç bir durumdur.

Bu olgu yıllarca Nazilerin sahip oldukları becerilerle açıklandı ama bu açıklama hiç de inandırıcı değildi. Daha sonra nazizmin Alman kültüründeki kökleri araştırılmaya başlandı. Evet, NSDAP son derece yetenekli kadrolara sahipti ama bu kadrolar da Alman halkının bazı özelliklerini iyi değerlendirmişlerdi. Ekonomik kriz, ağır şartlar içeren ve Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanmak zorunda kalınan Versay Antlaşması gibi faktörler, Alman halkının otorite özlemi gibi tarihsel özellikleriyle birleşince ve politik alanda bunları iyi değerlendirecek bir de parti olunca, Nazizm iktidara gelmişti.

Almanya Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmişti, ülkede ekonomik kriz vardı ama 20. yüzyılın başındaki büyük bilimsel gelişmeler de büyük oranda Alman bilim insanları tarafından gerçekleştirilmişti.

1900’de enerjinin küçük paketler halinde (quantum) yayıldığını bularak sonraki iki büyük fiziksel devrimin temelini atacak olan Max Planck Almandı ve sonraki yıllarda nazi olmamakla birlikte Nazilerle sorun da yaşamayacaktı.

Özel ve genel görelilik kuramını formüle eden ve fizikteki ilk devrimi gerçekleştiren Einstein, Yahudi olması nedeniyle Almanya’yı terk etmek zorunda kalacaktı.

İkinci büyük devrimin iki büyük ismi, belirsizlik ilkesi bulan Werner Heisenberg ile dalga mekaniğinin kurucusu Erwin Schrödinger idi. İlki Alman ikincisi Avusturyalıydı. Nazi olmadılar ama Nazilerle sorun da yaşamayacaklardı.

Teorik fiziğin bir başka önemli ismi Bohr ise Danimarkalıydı ve sonuçta Almanca konuşulan coğrafyadan sayılırdı.

Fizikteki devrimlerin Alman olmayan tek ismi Fransız de Bröglie’dir.

Psikanalizin üç kurucusu da (Freud, Adler, Jung) Almanca konuşulan alandandır. Freud Yahudi olduğu için Nazilerin bulunduğu alanı terk etmek zorunda kalacaktır.

Alman Yahudilerinin çoğunluğu oluşturduğu Frankfurt Okulu’ndan söz etmiyorum.

Böyle bir kültür ortamından Hitler gibi becerikli bir politikacının ve Goebbels gibi bir propaganda dehasının yetişmesi normaldir.

Nazilerin Alman kültür tarihindeki kökleri, nasıl geliştikleri ve iktidara geldikleri yıllardan beri fazlasıyla araştırıldı ve bu araştırma halen sürüyor. Sürekli yeni kitaplar yayımlanıyor. Alman tarihçileri artık kendi yakın tarihleri hakkında ayrıntılı araştırmalar yapabiliyorlar. Aradan 70 yıl geçti, az değil!

1920’li yıllarda ve 1930’ların başlarında Almanya’da Nazilere karşı büyük muhalefet vardı. Bu ülke güçlü bir sosyal demokrat partiye sahipti. SBKP’den sonra en büyük komünist partisi Almanya Komünist Partisi idi. Naziler her iki partiyi de yenebildiler. Seçimde işçilerden çok sayıda oy alabildiler. Muhalefet ya öldürüldü, ya hapse atıldı ya da ülkeden kaçmak zorunda kaldı. NSDAP’nin iktidara geldiği 1933’ten savaşın bittiği 1945 yılına kadar Alman halkı Nazileri var gücüyle destekledi.

Bu destek açıklanmaya muhtaçtır. Evet, terör vardı, ustaca propaganda vardı ama müttefiklerin Alman halkını yıldırmak için yaygın olarak yaptıkları kent bombardımanları bile etkili olamayacaktı.

Bir başka önemli soru, Nazilerin savaşı kaybedecekleri anlaşıldıktan sonra bile neden teslim olmayı reddettikleridir.

Naziler Stalingrad’da büyük kayıp verdiler ama savaş sürdü. Ardından Kursk’ta gerçekleşen tarihin en büyük tank savaşını kaybedeceklerdi. Kızıl Ordu’nun ilerleyişi karşısında Naziler sürekli çarpışacaktı.

Benzeri bir durum müttefiklerin Normandiya çıkarmasından sonra da yaşandı. Naziler Hollanda üzerinden Ardenler saldırısı olarak bilinen büyük bir hamle yaptılar ve müttefik ordusunu bir süre zor duruma düşürdüler. Sürekli kaybetmelerine rağmen hiç bıkmadan direndiler ve teslim olma tekliflerini kabul etmediler.

SSCB’ye karşı ABD ile ayrı barış imzalamaya çalıştılar ama başarılı olamadılar.

Kızıl Ordu bir taraftan müttefikler (özellikle ABD) diğer taraftan Almanya’ya girmişti, savaş kaybedilmişti ama çocukları askere almak pahasına da olsa Naziler direniyordu.

Neden, buna ne gerek vardı sorusu cevaplandırılmaya çalışılıyor.

Önemli bir neden, Nazilerin SSCB’nin önemli bir bölümünü işgal ettikleri dönemde savaşla açıklanamayacak ağır suçlar işlemesidir. Leningrad ablukası bunlardan birisidir. “Yaklaşık bir milyon insanı esir alamayız, bunlara yiyecek vermemiz gerekecek; ölsünler daha iyi!” diye düşünülmüş ve öyle de yapılmıştır.

Büyük bir kenti saldırıp almadılar, ablukaya alıp insanların açlıktan ölmesini tercih ettiler.

Nazi ordusu çekilirken geçtikleri bütün yerleşim birimlerini yaktı.

SSCB’de sergilenen bu vahşet işgal altındaki Fransa’da aynı oranda yaşanmadı. Tarihleri boyunca Almanlarla savaşmış olan Fransızlar ne olsa medeniydiler!

Alman ordusu Paris’e dayandığında kentin teslim olması için ültimatom verilir. Cevap alınamayınca Hitler kentin bombalanmasını emreder. Adını hatırlamadığım Alman komutan emre uymaz ve “bu kenti yıkmak istemiyoruz” diyerek ültimatom süresini uzatır; kent teslim olur.

Aynı durum Normandiya çıkarmasının ardından Nazi ordusu Paris’ten çekilirken de gerçekleşir. Hitler kentin tahrip edilmesi emrini verir ama Alman komutan, “Tarihe Paris’ı yıkmış general olarak geçmek istemem” diyerek emri uygulamaz.

Adını hatırlamadığım bu general savaştan yıllar sonra Stuttgart civarında öldüğünde,  Fransa cenazesine özel askeri birlik gönderecektir.

Birinci Dünya Savaşı’nın en ağır muharebesi Fransız ve Alman orduları arasında Verdün’de geçer. (Remarque’nin “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” romanının konusu burada geçer.) Savaş başladıktan sonraki ilk Noel’i Fransız ve Alman askerleri ortak kutlar. Hemen yasaklanır ve bir daha tekrarlanmaz ama çok ilginç bir durumdur.

Sonuçta Avrupa insanı başkadır, birbiriyle savaşsa bile birbirini takdir eder.

İkinci Dünya Savaşı başlarında Japon uçakları Malezya’daki bir İngiliz üssünü bombalar ve tersi yöndeki bütün kanıtlara rağmen İngilizler bir süre bu işi Japonların yaptığına inanmaz. “Japon uçaklarını mutlaka Alman pilotlar kullanıyordu, Japonlarda o kafa yoktur” diye düşünürler.

SSCB’de sergilenen büyük vahşetin ardından Kızıl Ordu Berlin’e yaklaşıyor. ABD ile ayrı barış yapılması mümkün olmuyor ve bu durumda da Naziler direnmekten başka çıkış yolu görmüyorlar.

Kızıl Ordu’nun işgal ettiği yerleşim birimlerinde Alman kadınlarına kitlesel tecavüz olayları da Naziler tarafından sonuna kadar kullanılıyor.

Yazının bundan sonra iki bölümü daha var.

Bir bölümde, Nazilerin iktidara gelmesi ve sonrası konusunda yapılan sınıfsal analizlerin büyük eksikliği üzerinde duracağım. Aslında bu eksiklik bütün sınıfsal analizler için geçerlidir. Sınıflar vardır, sınıfsal analiz yapılması gerekir ama bu yapılırken önemi aşırı abartılıyor ve çok önemli bazı olgular atlanıyor; bunun üzerinde duracağım.

Bir başka bölümde ise, Alman bir kadın tarih profesörünün yazdığı “Als die Soldaten kamen” (Askerler Geldiğinde) kitabı üzerinde duracağım.

Kitap bugüne kadar sadece Kızıl Ordu ile sınırlı tutulan Alman kadınlarına kitlesel tecavüzün ABD ve Fransız askerleri tarafından da gerçekleştirildiğini açıklıyor. Tahmini sayı bir milyon civarında…