Şuanda 480 konuk çevrimiçi
BugünBugün612
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14580
Bu ayBu ay14580
ToplamToplam10483004
Türkiye açık psikiyatri kliniği oldu! PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 05 Haziran 2016 09:32


Bu ülkedeki insanların ciddi psikolojik sorunları bulunuyor. Bunlar yeni değil ya da AKP iktidarıyla ortaya çıkmış değil, ama iyice artmış durumdalar.

Sorunun temeli üzerinde konuşmadan önce, her zaman var olan göstergelerinden ikisine bakalım: saldırganlık ve cinsel açlık…

Her an ve her şey için kavga etmeye hazır çok sayıda insan bulunuyor. Ne için kavga ettiğini bilmesi gerekli değil, kavgaya sürekli hazırdır. Bu saldırganlık sık sık cinsel saldırganlık olarak da görülür.

Bunu erkeklere özgü saymak psikolojik bozukluğun çeşitlerinden bir tanesidir.

Bu ülkede şiddet ve cinsel saldırganlıkla en fazla karşılaşan kadın değil çocuktur. Erkek ve kız çocuklarıdır.

Erkekler sadece kadınları değil, erkekleri de öldürüyorlar.

Şiddetle en fazla karşılaşan çocuklarda bu şiddetin önde gelen kaynağı anne ve babadır. Burada kadının rolünün daha fazla olduğundan da söz edilebilir.

Cinsel istismarda ise kızların yanı sıra erkek çocuklar da hedeftedir. Ensar Vakfı olayı tek değil ve her gün yenileri ortaya çıkıyor. Ortaya çıkmayanlar olduğunu da unutmayalım.

İslamiyet erkek çocuğa yönelik cinsel istismarı teşvik eder. Hiçbir yerde böyle yazmaz ama uygulamalarıyla teşvik eder. İki cinsin küçük yaştan başlayarak ayrı büyümesi, cinslerin ayrı sosyalizasyonu her iki cinsi de sakatlar. Toplumda kadınlarda lesbiyenlik erkeklerde eşcinsellik yaygındır. Rakamlar bilinmiyor çünkü konu bizdeki bilinen tabulardan bir tanesidir. Şiddetle reddedilir ama az olmayan derecede vardır, bunu da herkes bilir.

Küçük yaştan başlayarak kadınlardan ayrı tutulan erkeklerin birbirlerine yönelmesi hiç garip değildir. Aynısı kadınlar için de geçerlidir.

Lesbiyenlik ve eşcinselliği hastalık olarak görmüyorum. Cinsel tercih meselesidir. Başkasına zarar vermedikten, başkasını zorlamadıktan sonra cinsel tercih kişinin kendi sorunudur. Ne var ki, çok sayıda kadın ve erkek buna mecbur kalıyor.

İncelenmesi daha kolay ya da konu daha açık olduğu için erkeklerle devam edelim…

Cinsel açlık yeni değil… Ülkenin en büyük sorunlarından birisi olarak görülen bu açlığın önemli özelliği, doyurulamaz olmasıdır. Erkeklere 72 huri verin, yine doymazlar. Cübbeli ya da cübbesiz hocaların cenneti anlatırken belirttikleri 72 huri, hiç yorulmayan erkekler vb. gibi özellikleri onların cinsel fantezileri çerçevesinde görmek gerekir. Gerçek böyle bile olsa, orada da doymayacaklar…

Başka bir deyişle cinsel doyumsuzluk ve saldırganlığın bir bölümü cinslerin ayrı tutulmasıyla ilgilidir, diğer bölümü ise kifayetsiz muhterisliktir.

Türkiye kifayetsiz muhterisler toplumudur, başka bir deyişle yetenekleri her toplum gibi sınırlı ama hırsları sınır tanımayan bir toplumdur. Yetenekler geliştirilebilir ama bununla da kim uğraşacak? Yeteneği çok aşan hırs en kısa zamanda sonuç istemektedir.

Almanya’da 1970’li yıllarda yayınlanan barış mücadelesiyle ilgili bir kitapta –kitabın adını ve yazarını şimdi aramak istemiyorum- şu belirleme yer alıyordu: insanların bulundukları konumla bulunmaları gerektiğine inandıkları konum arasındaki farklılık, şiddetin önemli kaynaklarından bir tanesidir.

Türkler tarihte önemli bir halktır, 600 yıl süren bir cihan imparatorluğu kurmuşlardır ve düştükleri şu duruma bakın!

Bu çerçevede bir sosyalizasyon yaşayan, her yıl çok sayıda devlet töreni ve medya bombardımanıyla bu düşüncesi sürekli canlı tutulan insanlar; kendilerine aşılanan tarih bilinciyle gerçek durum arasındaki büyük farkı genellikle görmek istemezler ama bu fark saklanamayacak kadar açık olduğu zaman da güçlerini başka alanlarda göstermeye yönelirler. Bunun da en kolayı kendinden zayıfa yönelik şiddettir (cinsel saldırı dahil).

Cihan imparatorluğuna bir daha ulaşamayacak olmanın getirdiği öfke çocuk istismarıyla, tecavüzle, kendinden zayıfa saldırmakla geçici olarak dindirilir, sonra yeniden başlar.

Sürekli eziklik ve güç açlığı içinde yaşamak insanları saldırganlığa iter. Bunun da sınırı bulunuyor, her tarafa ve herkese saldıramazsınız, bu durumda da saldırganlık yakındakine yönelir.

Şiddet doğru hedefe yöneldiğinde iyileştirici özelliklere sahiptir.

Frantz Fanon bu tezini 1950’li yıllardaki kuzey Afrika toplumları örneğinden hareket ederek savunur.

Kuzey Afrika ülkelerini saran ve nedeni bulunamayan cinayet dalgaları, sömürgeciliğe karşı savaş başlayınca azalır. Tek neden sömürgeciliğe karşı savaş mıdır, ek nedenler de var mıdır, araştırıp ortaya çıkarmak zordur, ama başka nedenler olsa bile şiddetin farklı hedefe yönelmesi, yakındakine uygulanan şiddeti azaltmıştır.

Burada söz konusu olan, farklı bir tarihsel dönemde farklı bir bölgede olanı alıp kendimize uygulamak değildir. Önemli olan, şiddetin bir yerde biriken su gibi kendisine akacak yol bulmasıdır. Bu yol olmazsa öteki olur. Şiddet onu uygulayanı daha da sakatlayan hedeflere de yönelebilir.

Türkiye bir şiddet toplumudur. Şiddetin olmadığı yer yoktur. Ve bu toplum aynı zamanda kifayetsiz muhterisler toplumudur. Tarihini bir türlü doğru dürüst değerlendiremeyen, hala 400-500 yıl öncesini yeniden yaşayabileceğini sanan, yeniyi yapamadığı için sürekli eskiye sığınan ve eski tekrarlanmayınca da kızan, gücü neye yetiyorsa oraya saldıran insanlarla dolu bir toplum…

Birada sınıfların tamamını kesen ortak bir özellik söz konusudur.

Bu bozuk psikoloji, açık psikiyatri kliğinde yaşayan insan psikolojisi her örnekte kendisini gösterir.

Türkiye’nin bölgeye yönelik büyük ihtirasları incelenirken bu konu da önemle dikkate alınmalıdır. Gücünün çok üzerinde oynamaya kalkmak arzusu, hastalıklı duruma gelmiş hiç bitmeyen bu arzu, yapılabilecek olanın da yapılamaması sonucunu verir.

Alt Emperyalizm ve Türkiye kitabında 1990-2000 yılları arasındaki alt emperyalizmin ilk dönemini incelerken bu konuya yeterince vurgu yapmamıştım. İkinci dönemi konu alan çalışmada bu eksikliği gidereceğim.

Alan (Kafkaslar ve Orta Asya değil, Ortadoğu) ve ideoloji (Türkçülük değil, İslamcılık) değişimini içeren ikinci dönemde bu özellik daha da önem kazandı. Türkiye o zamandan beri artan ekonomik ve askeri gücüyle bölgede önemli bir aktör ve etkisi de hiç az değil… Sahip olduklarını rasyonel kullanmayı beceremediğinden, sürekli olarak gücünün çok üzerinde oynamaya kalktığından başarıları sınırlı kalıyor ya da yükselmenin ardından hızlı düşüş geliyor.

Burada söz konusu olan her ülkenin karşılaşabileceği yanlış hesap yapıp başarısızlık yaşamak değildir; gücünün çok üzerinde oynamaya kalkmak, bir an önce doyumsuzluğunu biraz olsun gidermek isteğidir.

RTE toplumun tipik özelliklerini kendisinde yansıtan bir kişiliktir. Sürekli saldırganlık, anlar anlamaz her konuda fikir beyan etmek, sınırsız güç isteği, herkese akıl öğretmek; bu kişilikte toplumu görebilirsiniz. Toplumu kendisinde yansıttığı için de geniş desteğe sahiptir.

Almanya Federal Parlamentosu’nun 1915’te Ermeni halkının Anadolu’dan temizlenmesini soykırım olarak kabul etmesinin ardından gösterilen tepkilerde saldırganlığı, sınırsız güç isteğini ve bunun olamamasının getirdiği çaresizliği bir arada görebilirsiniz.

Türkiye’de biriken mültecileri üzerinize salarız!

Tehdit ama bu konudaki avantaj kaybolmuş durumda… Eskiyi bugüne taşımak bu tür tehditlerin tipik özelliğidir. Altı ay önce durum farklıydı ve artık bu tehdidin etkisi eskisine göre azalmıştır. Mülteciler konusunda Balkan yolunun kapanmasını bilen herkes bunu görebilir ve burada tehdidin asıl amacı kendini ve toplumu rahatlatmaktır, sonuç almak değil.

Almanya’ya karşı şiddetli tepki gösterilemiyor. Nasıl gösterilsin?

En fazla ihracat yapılan ve ithalatta da bağımlı olunan ülke…

Yılda 5,5 milyon turist geliyor…

Yaz aylarındayız, ya gelmezlerse!

Parlamentoda ecdadımız olarak ilan edilen Osmanlı’nın yaptığı ve zorunlu olarak sahip çıktığımız soykırıma kabul oyu veren “Türk milletvekilleri” eleştiriliyor.

Bir kere bu insanlar Türk değil, Alman…

Kökenleri Türkiyeli olabilir ama yıllardan beri Almanlar…

Azıcık kafası çalışan bunu düşünebilir ama burada söz konusu olan zeka ya da bilgisizlik değil, sınırsız güç isteğidir.

Çarpık psikoloji ve bunun sonuçları her şeyin önüne geçmektedir.

3,5-4 milyon Türkiye kökenlinin yaşadığı ve bunlardan yaklaşık bir milyonunun vatandaş olduğu Almanya’da “Türk lobisi” kurulamadı ve kurulamayacaktır da…

Bunun nedenleri üzerinde yeterince yazdım, tekrarlamayacağım.

ANAP, CHP, AKP, MHP hepsi denedi, yapamadılar.

Çaresizliği, çıkışsızlığı örtmek için ve en başta kendini ikna etmek için bol miktarda konuşmak, aklına geleni söylemek, tehditler savurmak fazla işe yarayan bir yol değildir ama yararsız da değildir. Çaresizliği geçici olarak unutturabilir.

Bir de karşı taraf ciddiye alsaydı!

Ben yaparım, sen konuşursun, böyle devam et!

Konu çok geniş olduğu için yazıyı uzatmayacağım.

İki noktaya dikkat çekerek bitireceğim:

Basına, hükümet üyelerine, cumhurbaşkanına bak; orada toplumu göreceksin…

Ve ikincisi; bu bize özgü bir durum değil…

Putin’in sahip olduğu büyük destekte büyük ülke olmak isteğine verilen cevap da önemli yer tutar.

Çarlık Rusyası zamanında büyüktük, SSCB zamanında da böyle ve şimdi de öyleyiz.

Türkler bu sürekliliği sağlayamadılar ve büyük sıkıntı buradadır.

Almanlar gibi de yapamadılar. 70-75 yıl önce tarihin en büyük soykırımını gerçekleştiren Almanlar bugün dünyanın en sevilen halkları arasında yer alıyorlar. Geçmişleriyle hesaplaştılar, kendilerini yenilediler ve bu konuda en iyi oldukları konusunda öğünmekte de haklılar. Yetersiz yaptıkları, eksik kalanlar vardır ama önemli adımlar da attılar.

Bunların hiç birisini yapamadan, yapmaya da çalışmadan sürekli kızgın ve boş konuşmak, eski günlerin özlemini çekmekle yetinmek ve neden olmadığını da anlamamak öfke ve çözümsüz saldırganlığa yol açar.

Açık psikiyatri kliniği…