Şuanda 270 konuk çevrimiçi
BugünBugün1560
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15528
Bu ayBu ay15528
ToplamToplam10483952
Yaş da epeyce olmuş! PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cuma, 22 Temmuz 2016 17:39


Doğum günümü değişik araçlarla kutlayan arkadaşlara teşekkür ederim. Herkese tek tek cevap yazacaktım ama sayı yüzün yarısını geçince vazgeçtim. Tekrar teşekkürler…

66 bitti 67’ye girdim, yaş günlerinde kaç yaşında olduğumu hatırlıyorum.

Şebnem İşigüzel’in son romanıyla ilgili söyleşisinde okumuştum. Roman kahramanlarından birisi, “Benim geçmişim de varmış” diyor. Geçmişimin olduğunu teorik olarak biliyordum ama dokuz yıl öncesine kadar geçmiş beni pek de ilgilendirmiyordu. Rolling Stones’un Ruby Tuesday adlı bir parçası vardır. Burada “dün gitti, o nedenle önemli değil” der.

Aşırı bir ifade ama bir gerçeği de belirtiyor: Geçmiş gitti, üzerinde düşüneceksen düşün, sonra bırak ve geleceğe bak…

Bizdeki kadar çok geçmişte yaşayan insan da zor bulunur. Hele de devrimciler…

1975-80 dönemi bozdur bozdur harca harca bitmedi…

Bu durumda bugün ve gelecek doğal olarak olmuyor ya da bugün ve geleceğin geçmişin uzantısı olacağı sanılıyor.

Bugün ve geleceğin tabii ki geçmişle bağı vardır ama 1990 sonrasında -1970’li yıllarda başlayan- değişim o kadar büyük oldu ki, geçmişten gelecek için sonuç çıkarmak mesela diyelim geçmişin hatalarını irdeleyip gelecekte daha iyisinin yapılabileceğini sanmak mümkün değildir. Yapanlar çok ama oldukları yerde saymaktan ileriye gidemiyorlar, daha kötüsü neden gidemediklerini de anlamıyorlar.

Epeyce renkli, çok yönlü ve hareketli bir hayat yaşadım ve bu hayatı tek cümlede ifade et derseniz: cesur olmayan, hiçbir şey olamaz, derim.

Tek cümle sonuçta fazlasıyla şematiktir ama önemli bir gerçeği de barındırır.

Cesaret derken, cahil cesaretinden söz etmiyorum.

Tanıdıklarımı da dikkate alarak bilgili, zeki ve çalışkan insan sayısının az olmadığını belirtebilirim. Sanılandan daha fazlalar ama kapasitelerini kullanacak cesaretleri bulunmuyor. Olası kötü sonuçlardan korkuyorlar, bunları kaldıramayacaklarını düşünüyorlar.

Bu çok ciddi bir sorundur. Yeniyi bulmak, yeniyi savunmak bilgi, zeka ve çalışkanlık gerektirir; ek olarak da bir kişilik sorunudur.

Her yeni, ilerde doğruluğu meydana çıkacak bile olsa, başlangıçta tepki doğurur.

Hiçbir yeni eksiksiz ortaya çıkmaz, eksikleri mutlaka vardır ve zamanla tartışma içinde tamamlanmaları gerekir.

Yeni şu veya bu yoğunlukta sent eleştirilere uğrar. Yeniyi savunanın bunları göğüsleyebilmesi, cevaplandırabilmesi gerekir. Yalnız da kalabilir, buna dayanabilmesi gerekir.

Çok sayıda zeki, yetenekli ve çalışkan insan bunu yapabileceğine inanmadığı için atabileceği adımları atmaz. Hep bekler, cesaret edemez.

İnsan yanlış da yapabilir. Hayat sürekli yükselen bir çizgi olarak ilerlemez, bazen sert düşmeler de olabilir. Marifet gerilememek ve hatta düşmemek değildir, düştükten sonra kalkmasını bilmektir.

Yenilgi kültürü diye bir terim vardır ve hakkında çok şey yazılmıştır.

İyi yenilmek bir çeşit sanattır. Yenilgiyi önceden görüp bozgunu engelleyebilmek demektir. Bunu yapabilmeniz için önce yeniden başlayabileceğinize güven duymanız gerekir. Yenildik ve her şey bitti mantığıyla bu yapılamaz.

12 Eylül’ün üzerinden 36 yıl geçti…

Devrimci hareket ağır bir yenilgi yaşadı ve bunun psikolojisinden hala kurtulamadı.

Tek yenilen biz değiliz… Başka ağır yenilgi yaşayanlar da oldu ama hepsi olmasa bile önemli bölümü kendini toparladı, yenilgiden kurtuldu ve hatta başarılar bile kazandı, kazanıyor.

Bizde çok insan hala yenilginin nedenleriyle uğraşıyor. Gerçekte ise sorulması gereken soru çoktandır bu değil; neden bir türlü yenilgiden çıkamıyoruz, sorulması gereken soru budur.

Her ülkenin koşulları farklı. Latin Amerika ülkeleri ne kadar bize benzeseler de önemli farklılıkları bulunuyor. Bu nedenle, orada şöyle oldu, biz de yapalım, denilemez. Meksika, Uruguay, Arjantin, Şili, Brezilya, Venezüella, Bolivya’da büyük yenilgiler yaşandı. Geçenlerde bir kitap gördüm ve içini karıştırdım. Arjantin’de 1970’li yıllardaki askeri yöntemin And dağlarındaki öldürme yöntemini anlatıyordu.

Muhalif kişiye uyuşturucu veriliyor ama bilincini kaybedecek ölçüde değil… Bilinci yerinde ama uyuşuk… Kişi helikopterle And dağlarına yüksekten atılıyor.

Bunu biliyordum, bilmediğim Arjantin’deki Katolik Kilisesi’nin bu öldürme yöntemini “Hırıstiyanlığa uygundur” diye onaylamasıydı.

O ülkelerin askeri yönetimleri bizdeki 12 Eylül’e rahmet okutacak uygulamalar yapıyorlar. Bizde her cezaevi Diyarbakır ya da Mamak gibi değildi. İstanbul görece daha serbestti. Latin Amerika ülkelerinde bildiklerim tam bir felaket…

İnsanlar en az on yıl hatta daha fazla buralarda kalıp, çıkıp, geçmişi değerlendirip, önemli teorik yenilikler yaparak yollarına devam etmişler. Başarılı oldukları yanlar var, başarısız oldukları var, ama yenilgi konusu çoktan kapanmış.

Uruguay’da Tupamaros’un kurucularından birisinin devlet başkanı olması gibi…

Bolivya’da Morales’un yardımcısının hapiste yıllarca kalmış ve bir gerilla örgütünün önde gelen kişilerinden olması gibi…

İnterneti sosyal bir olayda ilk kez başarıyla kullanan ve dünya çapında tanınan küçük bir grup olan Zapatistalar…

Arjantin’deki ekonomik krizde işgal edilip işçiler tarafından yönetilen fabrikalar…

Şimdi birileri kalkıp, “Ne oldu, devrim mi oldu!” diye sorabilir.

Cevap olarak, “Bir şey yapamadıysan sus bari” denir!

İşte böyle…

Bilgi, zeka ve çalışkanlık önemlidir; bunlar olmazsa olmaz.

Ama bunları kullanabilecek cesaret yoksa yine pek bir şey olmaz.