Şuanda 302 konuk çevrimiçi
BugünBugün1579
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15547
Bu ayBu ay15547
ToplamToplam10483971
Yeni olağanüstü hal PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 07 Ağustos 2016 09:46


Recep Tayyip Erdoğan “Devleti sıfırdan yeniden örgütleyeceğiz” dedi. Olağanüstü halin özellikle bu amaç için ilan edildiği biliniyor. Bu yazıda dikkat çekilecek olan olağanüstü halin önceki benzerlerinden ayrı özellikleridir.

Cumhuriyet tarihinde çok sayıda ve bazıları uzun süreli olağanüstü hal ilanları bulunuyor. Sıkıyönetimleri de olağanüstü halin bir çeşidi olarak görebiliriz.

Bugün farklı olan, olağanüstü halin asıl hedefinin sol ve Kürt hareketi olmamasıdır.

Bugünkü asıl hedef, burjuvazinin (Fettullahçılar) bir kesimini ekonomiden, devletten ve toplumsal kurumlardan olabildiğinde tasfiye etmektir.

Olağanüstü hal ortamında sol ve Kürt hareketi tümüyle ihmal edilmiş değildir. Operasyonlar ve tutuklamalar sürüyor, hapishanelerde devrimci tutsaklara yönelik baskılar artıyor ama asıl hedef burjuvazinin bir kesiminin tasfiyesidir.

Cumhuriyet tarihi devletin yeniden örgütlenmesi örnekleriyle doludur. Devlet bir türlü istikrarlı bir yapıya kavuşamıyor, sürekli yeniden örgütleniyor ve bu süreçte de büyük tasfiyeler yaşanıyor.

1923’te devlet yeniden kuruldu ve doğal olarak da kendisinden önceki devletten (Osmanlı İmparatorluğu devleti) çok sayıda özelliği bünyesine kattı. Önemli ayrılıklar da vardı; saltanatın ve ardından halifeliğin feshedilmesi, TBMM’nin kurulması, tek partiyle de olsa seçim yapılması gibi…

Osmanlı’da din devlet denetimindedir. En büyük otorite Şeyhülislam değil padişahtır. Şeyhülislam padişahın isteklerine uymazsa idam bile edilebilir. Şeyhülislam’ın en önemli işi, padişahın önemli kararlarını dini açıdan meşrulaştıracak fetvalar vermekti.

Diyanet İşleri Başkanlığı da bundan farklı davranmıyor, davranamaz da.

27 Mayıs 1960’ın ardından devlette yeniden bir örgütlenme yaşandı. Bu arada özellikle ordudan çok sayıda subay atılacaktı. Yeni bir anayasa yapıldı ve yeni devlet kurumları oluşturuldu.

12 Mart 1971 sonrasında devletin yeniden örgütlendiği, bazı küçük düzenlemeler dışında söylenemez.

12 Eylül 1980 sonrasında ise devlet yeniden örgütlendi. 1961 Anayasası tümüyle iptal edilerek yeni bir anayasa yapıldı, yeni devlet kurumları oluşturuldu ve bütün yeniden örgütlenmelerde olduğu gibi devlet kademelerinde önemli bir tasfiye yaşandı.

Bu kez ilan da edilen yeni bir yeniden örgütlenme gerçekleşiyor…

Bu örgütlenmenin temel amacı, islamcı burjuvazinin bir kesiminin tasfiyesidir.

Devletin egemen sınıfın bir kesiminin tasfiyesini hedefleyerek yeniden örgütlenmesi bu boyutta ilk defa oluyor ama istek olarak ilk defa olması sözkonusu değildir.

12 Mart 1971’den sonra istifa eden Demirel Hükümeti’nin yerine kurulan 1. Erim Hükümeti’nin (reform kabinesi olarak da anılır) amacı, hakim sınıflar ittifakı içinde işbirlikçi tekelci sanayi burjuvazisinin öne çıkmasını sağlayacak reformları yapmaktı. Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir hükümet toprak reformunu programına almıştı ve bu nedenle de ticaret burjuvazisiyle ülkenin belirli bölgelerinde etkin olan yarı feodal büyük toprak sahiplerinin yoğun karşı çıkışıyla karşılaşmıştı.

Mahir Çayan’ın bu reform kabinesiyle ilgili analizi mükemmeldir.

Serbest meslek sahibi ya da devlet memuru geniş bir aydın kesimini de yanlarına alarak yönelmek istedikleri bu hedefte başarılı olamadılar. Özellikle THKP-C tarafından Elrom’un kaçırılıp öldürülmesinin ardından bu kesime yönelik gelişen büyük operasyon sonucu kabine dağıldı, 2. Erim Hükümeti kuruldu ve o da ilk hükümetin amaçlarına sahip değildi.

Şimdi bu kez hangi oranda gerçekleşeceği henüz belli olmasa da 1971’dekine göre önemli oranda başarılı olacağı belli olan yeni bir hakim sınıf ittifakı içinde tasfiyeyi yaşıyoruz. CHP ve MHP’nin bu süreçte AKP ile birlikte olmalarının amacı, yeniden örgütlenen devletin içinde etkin yer alabilmektir. Çok sayıda devlet kadrosu boşaldı ve devletin işlevini yürütebilmesi için hemen doldurulmaları gerekiyor. CHP ve MHP kadrolarıyla bu boşluğun doldurulmasında yer almak istiyor. Bu arada geçmişte tasfiye edilen bazı sol görüşlüler de yeniden devlet kadrolarına girebilirse şaşırmamak gerekir. Sayıları az olacaktır ama pekala olabilir.

Devlet yekpare bir bütün değildir. Kurumları vardır ama bu kurumlar oradaki insanlar aracılığıyla yürür. Bizdeki devlet hakim sınıflar ittifakından görece bağımsız bir yapı değildir ve bu nedenle de değişen her yönetimle birlikte kadrolarında yenilenme yaşanır. Hakim sınıflar ittifakının her bileşeni her fırsatta devlet kurumlarındaki etkinliğini artırmaya çalışır. Bunun da en kolay yolu, kurumlardaki kadro sayısını artırmaktır.

Örnek vermek gerekirse: DPT ya da Devlet Planlama Teşkilatı önemli bir kurumdur. Adı üzerinde, devletin ekonomik faaliyetinin koordinasyonundan sorumludur. Bu kurumda başlangıçta CHP’liler ve hatta Dünya Bankası’ndan gelen solcular etkindi. (1960 ve 1970’li yıllarda Dünya Bankası’nda uzman olarak çalışmak ve marksist olmak normal sayılabiliyordu.) 1980’li yıllara yaklaşıldığında bu kurumda Takunyalılar olarak da anılan Turgut Özal ve ekibi hakim olacaktı. 24 Ocak 1980 Kararları önce bu ekip tarafından önerilmiş, 12 Eylül yönetimi tarafından da uygulamaya konulmuştur.

Türkiye’de devlet hakim sınıflar ittifakında kimin ne kadar yukarıya çıkacağının belirlenmesinde önemlidir. Kime istiyorsa ona teşvik verir, karşı olduklarına ithalat zorlukları getirir ve yüksek vergi cezaları keser. Bu ülkede iyi bir devlet çözümlemesi yapamayan, kapitalizmi de anlayamaz.

Ayşe Buğra-Osman Savaşkan’ın Türkiye’de Yeni Kapitalizm kitabında devlet eliyle islamcı burjuvazinin nasıl yükseldiği anlatılır. Fettullahçılar olarak bilinen kesim de bunun içindedir.

Marksizmin klasik devlet teorisinde anlatıldığı gibi önce tabanda hakim olunup sonra iktidar ele geçirilmemiş, Anadolu Kaplanları adıyla tabanda İstanbul burjuvazisi olarak bilinen kesim karşısında zayıf olarak varolunduktan sonra AKP ile iktidar ele geçirilip yoğun teşviklerle büyük gelişme sağlanmıştır.

Devletin yeniden örgütlenmesi sadece tasfiyeleri değil, yeni kurumları ve kurumlar arasında yeni ilişkileri de getirecektir.

Genelkurmay Başkanlığı’nın, MİT’in ve değişik devlet kurumlarının doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmasının istenilmesi sadece başkanlık sistemi hedefiyle ilgili değildir. Devlet kurumlarında yeniden ortaya çıkması kaçınılmaz çatışmaya karşı önlem almayı da hedeflemektedir.

Devlet hakim sınıflardan görece bağımsız bir yapıya sahip olmayınca, kurumlardaki kadrolar zorunlu olarak şu veya bu oranda farklı kesimler arasında paylaşılınca, çatışma çıkmaması mümkün değildir. Kime ne oranda teşvik verileceği, hangi kuruma ve kimlerden ne kadar kadro alınacağı kısa sürede yeniden sorun olacaktır. Bu paylaşmada yer alabilmek için darbeye karşı blokta yer almak gerekir.

CHP ve MHP kendi açılarından doğru olanı yapıyor.

Birleşik Haziran Hareketi’nin (BHH) iyice yükselen CHP aşkını da bu temelde değerlendirmek gerekir: doldurulan devlet kadrolarında biz de yer alabiliriz.

Neden olmasın?

TÖB-DER çok sayıda üyesiyle ilerici bir öğretmen hareketiydi ve üyelerinin tamamı  devlet kadrosuydu.

Üniversitelerde öğretim üyesi olmak başka bir yoldur.

POL-DER bir başka örnektir.

DİSK’te örgütlü devlet işletmelerinde çalışan işçiler de bu örneğe dahil edilebilir. Memur değil işçidir ama devletin bir kurumu içindedir.

Devrimci hareketin yükselmesinde devlette yer almak hep önemli olmuştur. Darbelerden sonra devlet kademelerinin solculardan temizlenmesi de bu nedenledir.

Sol devletin belirli kurumlarına girer ve gelişmesi için onu araç olarak kullanabilir.

Buna ilk kez dikkat çeken Poulantzas’tır. Devlet Teorisi adlı önemli kitabının Türkçeye tam ve doğru çevirisi yapıldı mı, bilmiyorum. İçinden parçaların çevrilmesinin değil, tam çevirisinden söz ediyorum. Önemli bir kitaptır. Poulantzas’ın görüşlerinin Avrupa Komünizmi savunucuları tarafından kullanılması, görüşlerinin önemsizliğini göstermez.

Bu ülkede kapitalizmi ve toplumu anlamak isteyen önce devleti anlamalıdır. Devlet faşisttir, baskıcıdır, gericidir demek aslında hiçbir şey söylemek değildir. Bu işin mekanizması nasıldır, hangi evrimden geçmiştir, neden sürekli yeniden örgütlenmektedir?

Bunu anlamadan faşizmi anlamak mümkün değildir.

BHH’nin CHP aşkı CHP’nin Yenikapı mitingine yönelik olarak kendisini dışlamasıyla şimdilik uzun sürmedi gibi görünüyor ama bu aşk bitmeyecektir.

Devlet kadrolarında az biraz da olsa yer alabilmek için bitmemesi de gerekir…