Şuanda 178 konuk çevrimiçi
BugünBugün1523
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15491
Bu ayBu ay15491
ToplamToplam10483915
Gülay Kerimoğlu PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 07 Ağustos 2016 17:53


THKP-C (Acilciler) davasından yargılanan ve yıllarca hapiste kalan Gülay Kerimoğlu yaklaşık on yıldır mücadele ettiği kansere yenik düşerek aramızdan ayrıldı.

Yaklaşık 20 kentte kimisinde küçük kimisinde görece büyük örgütlenmemiz vardı. Bölgeler arasında zayıf ilişki bulunması, bölgelerin birbirini tanımaması 1977 ortalarına kadar esastı, sonra bozuldu. Bu sayede bir bölge polis darbesi yediğinde en kötü ihtimalle bile o bölgeyle sınırlı kalırdı.

1980 yılının Kasım ayında İbrahim Yalçın ile birlikte Adana’ya gittik. Orada yapacağımız görüşmeden sonra ben Suriye’ye gidip birkaç ay kalıp dönmek üzere orada kalacaktım, İbrahim İstanbul’a dönecekti. Birkaç eve gittik, değişik yoldaşlarla görüştük. 12 Eylül’ün ağır terörü kentte açık olarak hissediliyordu. İbrahim döndükten sonra bir kere yakalanma tehlikesi de atlattım. Daha sonra Antakya’yı da gördüm ve bizim anlı şanlı anlatılan Güney örgütlenmesinin büyük bir abartma olduğunu anladım. 12 Eylül öncesinde durumları herhalde daha iyiydi ama şimdi oldukça kötüydü.

Yıllar sonra Gülay’ın hastaneye yattığını öğrendiğimde telefon edip konuştum. “İyiyim, kendinize dikkat edin” demişti.

Hiç karşılaşmadığımızı sanıyordum ama İbrahim Adana’da bir evde kısaca görüştüğümüzü söyledi. Olabilir, bende şekil hafızası zayıftır, insan yüzünü kısa sürede unuturum. O dönemde de zaten isim kullanılmazdı.

Acilciler’in kadın yanı pek bilinmez. Doğrusunu isterseniz ben de bilmezdim ama yıllar sonra Kurtuluş’tan bir kadın bana, “O yıllarda hiçbir örgütte sizdeki kadar çok sorumlu kadın yoktu” demişti. Kadın her örgütte vardı ama il ve bölge sorumlusu olanlar çok azdı. Bizde Belma, Hilal ve Ömür’ün durumları demek dikkat çekiyormuş.

Gülay sanırım daha az biliniyordu.

Hilal ile de birkaç ay önce Almanya’da görüştüm. Görüşmeyeli 37 yıl olmuş… Doğal olarak yaşlanmıştı ama canlılığı yerindeydi.

Sonuçta hepimiz öleceğiz ama biraz daha geç ölseydiniz hiç fena olmazdı.

Yine de arkanızda temiz bir tarih bırakarak gittiniz.

Bu duyguyu bir oranda Mehmet Koç’ta ama özellikle İbrahim Yalçın’da görmemek mümkün değildi. Yine bu yıl kaybettiğimiz Halil Güven’in durumunu bilmiyorum ama benzer duygulara sahip olduğuna eminim. Büyük bir ismin tarihinin üzerine oturmaya kalkan, bu tarihi kirletmekten başka işlevi olmamış bir tipi bu tarihten temizledik.

Uğraşımızı yanlış bulmayan ama gereksiz bulan arkadaşları anlıyordum. Aradan geçen bunca yıldan sonra başarı kazanabileceğimize ihtimal vermiyorlardı. Ben ise başından beri emindim: uğraşacağız ama kaybetmemiz mümkün değildir.

Konu beklemediğimiz kadar büyüdü, devrimci hareketin genelinin ilgisini çekti.

İstediğimiz sonuca da ulaştık.

İnsan daima bilgisini sınamalıdır. Doğru bildiğinizi sanırsızın ama eksik biliyor olabilirsiniz ve bunu önlemenin tek yolu da bilgiyi sınamaktır.

Devrimci hareketteki genel durumu ülkede yaşayanlardan daha iyi biliyormuşum.

Ülkede yaşamak zaten genel bir belirlemedir. İstanbul’un filanca bölümünde, Anadolu’nun filanca kentinde, kasabasında yaşarsınız ve bildiğiniz de ülkenin geneli değil çevrenizdir.

Bilginin büyük hızla yayıldığı, yalan ve palavranın eskisinden daha az etkili olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Mekan önemlidir ama sahip olunan genel bilgi ve anlayış daha da önemlidir. O bilgi ve anlayış sizi mekanın ötesine taşır.

Yine de bilginizi her zaman sınamayı ihmal etmeyin.

Hepimizin başı sağolsun…