Şuanda 315 konuk çevrimiçi
BugünBugün1586
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15554
Bu ayBu ay15554
ToplamToplam10483978
Plan yapmak, planı tutturmak... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 31 Ağustos 2016 22:34


 

 

Planlama yapmayı severim ama yaptığım planlar hep eksik gerçekleşir. Nedeni ise, yapılabilecek gibi görünenin yaklaşık yüzde 20 fazlasını planlarım ve eğer gerçekleşirse çok mutlu olurum. Aynı konuda bir dahaki planda artık eski yüzde 120, yüzde 100 olarak alınır ve bunun yüzde 20 fazlası planlanır. Genellikle başarılı olamam…

Temmuz ayı başındaki bir yazıda üniversitede bu dönem iki yazılıya gireceğimi, ayın ortasında okul işinin biteceğini ve yazmayı planladığım kitabı da iki ayda tamamlamayı düşündüğümü belirtmiştim. Bunu yazarken biraz abarttığımı biliyordum, her zamanki huyum işte…

Bir buçuk ay geçti ve Ağustos sonuna geldik; durum nedir?

Bir sınavın sonucu belli oldu: 2,3 (75 denilebilir) almışım.

Kitap derseniz inanamıyorum ama 100 sayfa kadar yazdım.

Mülteciler-Göçmenler kitabındaki mizampaj ve yazı büyüklüğüyle düşünülürse 120-140 sayfa olacak tahmin ediyorum. Belki başka bir mizampaj yaparız, o zaman hacim değişebilir ama o kitabın yazı stili iyiydi, rahatça okunuyordu.

Gözlerim iyi, küçük yazıyı rahatça okuyorum ama okurlar şikayetçi oluyor.

Bu arada önemli bir konuda, yabancılaşma konusunda okuma da yaptım. Marx’taki yabancılaşma teorisindeki eksikler ve bunun sosyalizmde pahalıya mal olması konusu bunlardan birisiydi. Eleştiriyi eksik buldum diyebilirim. Sosyalizm sanki dünyada tek başına varmış gibi konuya yaklaşıyordu ama ekonomik alanda yabancılaşmanın kalkması otomatik olarak politik alanda ve kişiler arasında olan yabancılaşmayı kaldırmaz eleştirisi tümüyle haklıydı.

Yabancılaşmadan daha sonra, Lukacs tarafından Verdinglichung –şeyleşme- kavramı da kullanılmış. Bu kavram insanla üretilen mal arasında değil, insanlar arasındaki ilişkilerde geçerli ve yabancılaşmanın başka bir çeşidi. İnsanları işine yarayacak özelliklerinden ibaret olarak görmek, onları o özelliğe indirgemek anlayışı için kullanılıyor.

İkinci konuda okumayı halen yapıyorum. Das Jahrhundert der Industriearbeit (Sanayi İşçiliği Yüzyılı). Kitap sanayi sosyolojisiyle ilgili. Sanayide kullanılan üretim teknolojisiyle (Fordizm-Taylorizm ya da akarbant sistemi, grup çalışması, evde çalışma, Toyotaizm gibi) işçi bilinci ve yabancılaşma oranı arasındaki ilişkiyi deneysel olarak belirlemeyi anlatıyor.

Giriş bölümünde kitabın özetini okuyunca aklım yerinden fırladı. 1980’li yıllardaki üretimde bilgisayarlaşma ve bununla birlikte gelen evde çalışma ve grup çalışması çalışanlardaki yabancılaşmayı azaltıyor. Ortadan kaldırmıyor ama azaltıyor. İnsanlar kendileriyle ürün arasında daha fazla özdeşlik kurabiliyorlar.

Bunu hiç düşünmemiştim.

Yabancılaşma son yüzyılda toplum genelinde, sanayi üretimi dışındaki alanlarda yaygınlaşmış durumda ama sanayide, en azından en ileri kapitalist ülkelerde artmıyor, azalıyor.

20. yüzyılda insanlığı ve kendini kurtaracak sınıf misyonu biçilen işçi sınıfı hiç de böyle bir sınıf olmadığını gösterdi. Kitapta bunu örnekleriyle anlattım ve ek olarak sanayi sosyolojisindeki sonuçları da vermek gerekir mi, bilemiyorum.

Kitabın adını belirlemedim. Geleceğin değişmesini anlatıyor. Gelecek denilen, sosyalizm… Bunun değişmesi…

Başka konularda okumak istediklerim var, arada bazen bakıyorum ama pek vakit olmuyor.

Felsefede nihayet konumu seçtim. Daha önce politik felsefede derinleşmeyi düşünüyordum ama sonra baktım ki politik felsefe ahlakla yakından ilgili ve bu da sevmediğim bir konu…

Philosophy of Mind, Almancaya yanlış olarak Philosophie des Geistes diye çevrilir. Türkçesi akıl felsefesi… Hem güncel bir konu hem de hoşuma giden bir konu… Konuyla ilgili iki ders zaten almıştım ve planladığım gibi olursa üçüncünü de kış döneminde alacağım. Grundkurs Philosophie des Geistes adlı yaklaşık 1700 sayfalık üç ciltlik kitabın tamamını okumak istiyorum. Platon’dan başlayıp 20. yüzyılın sonuna kadar bu konudaki bütün akımları konulara ayırıp inceleyen bir kitap…

Konunun güncelliği şuradan geliyor: ABD’de başlayan ve kısa sürede Almanya’ya da gelen büyük devlet fonlarıyla desteklenen beyin araştırmaları var. Beyinin nasıl işlediği halen çözülememiş durumda… Beyin hastalıkları konusunda geniş bilgi var, beynin hangi bölgesi hasar görürse bedende ne olur, biliniyor. Beyindeki hafıza merkezleri, kısa ve uzun hafıza üniteleri biliniyor. Beyin nasıl düşünüyor, bilinmiyor.

Kabaca iki teori var:

İnsan beyindir. Beyin ise fiziksel ve kimyasal reaksiyonlarla çalışır. Bunları henüz çözemedik ama çözeceğiz. Günün birinde düşüncenin nasıl oluştuğunu izleyebileceğiz.

Bunu izleyebilen, insanın nasıl düşüneceğini de doğrudan belirleyebilir.

İkinci teori ise, insan beyinden ibaret değildir anlayışında…

Düşünce de sadece beyinde değildir…

Düşünce yaşanılan sosyalizasyonla, başka insanlarla ilişkiyle, çevredeki cisimlerle birlikte oluşuyor. Onlarla iletişim içinde oluşuyor.

Bu yeni bir teori ve konuyla ilgili olarak son aldığım ders de bununla ilgiliydi.

Shakespeare döneminde İngiltere’de çok sayıda seyyar tiyatro grubu var. İngilizlerin tiyatro ilgisi en az 500 yıl öncesinden geliyor. Bu gruplar sürekli turne yapıyorlar ve haftada birkaç oyun sergiliyorlar. İnsanın haftada birkaç oyunu aklında tutması neredeyse mümkün değil. Sergilenen oyunla salonun mimarisi, içerideki yerleşim düzeni arasındaki ilişki ve bunun hatırlamaya nasıl destek olduğu üzerine ince bir araştırma kitabı okumuştum, aklım durmuştu!

Sınav kendi seçeceğiniz konuda ev ödevi şeklindeydi. Soruyu da konuyla ilgili olarak siz seçiyorsunuz. Ben grup aklını seçmiştim. Herkesin kendi beyni olmasına ve kolektif beyin olmamasına rağmen, grubun kolektif aklı ya da sosyal akıl nasıl oluyor?

Okumaktan çok düşünmek gerekti. Hazırlayıp verdim. 2 (80) almıştım.

Bu çalışmanın Almancasını www.yazınverlag.de de okuyabilirsiniz:

Wie die kollektive (soziale) Kognition ohne kollektives Gehirn möglich ist?

İnsan beyninin sınırlarını genişleten konuları seviyorum.

Bir yandan da Almanya’nın en genç felsefe profesörü Markus Gabriel’in 21. yüzyılda akıl felsefesi gibi iddialı bir altisme sahip kitabına başladım. Kitabın adı, Ben beyin değildir!

(Ich ist nicht Gehirn). Kolay anlatımı olan bir kitap… Konuyla ilgili son araştırmaları, teorileri de içeriyor.

Bu konu aslında felsefeyle sosyolojinin birleşmesinden oluşuyor.

Kitap herhalde Eylül içinde biter. Ortasında bitmezse sonunda biter…

Ekim sonu ya da Kasımda da çıkar sanırım…

 

Son Güncelleme: Çarşamba, 31 Ağustos 2016 22:44