Şuanda 424 konuk çevrimiçi
BugünBugün1649
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15617
Bu ayBu ay15617
ToplamToplam10484041
Hayat hızlanırken... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Perşembe, 27 Ekim 2016 19:19


Normalde hızlı bir insanım. Hızdan kastettiğim hızlı olmak için strese girmek, gerilim içinde yaşamak değildir. Bu bir hayat tarzıdır, sakin ve hızlı olmayı seviyorum. Hızlı olmak bilir bilmez maceraya girmek anlamına gelmiyor; buna hızlılık değil aptallık deniliyor.

Geçmişte iki kere yoğun hızlanma yaşamıştım.

İlki, 1977 yılıydı. Harekete geçmek için karar aldık, geçtik; Yüksel öldü, rıza yakalandı ve bir ben kaldım. Kısa süre sonra Ömür de ölünce iş iyice kötüleşmişti. Son derece zorlanmıştım. Yapıyoruz yapmasına da insan resmen tükenmeye başladığını hissediyordu. Bir de içimde acayip bir korku vardı, kimseye iş emanet edemiyordum. Saçma sapan bir hata yapacak, bir kayıp daha vereceğiz; o zaman ben yaparım daha iyi, çünkü dikkatliyim. Patlayıcılarla uğraşırken iki kere hata yapma şansınız yoktur. İyi de bu kadar iş insanın üzerine acayip biniyordu.

İkincisi, 1982 yılıydı. Bir yılda çok şey oldu ama hepsini zorlanmadan kaldırdım. Gerçi sonuna kadar gerilmiş bir tel gibisiniz ama yapılıyor.

Bilmiyorum doğru mudur ama temponun yükseldiğini hissetmeye başladım.

Birkaç alana yıllardan beri yapılan yatırım sonucu ciddi bir birikim oluşmuşsa, yaparsınız. Yine de zaten hızlı olan temponuz yerine daha yüksek bir temponun gündeme gelmesi söz konusu.

Bir yüksek okulda ders veriyorum; bildiğim konu ama önceden sürekli hazırlanmam gerekiyor. Bir de son beş yılda bu konuda epeyce gelişme olmuş, öğrenmem gerekiyor. Almancam epeyce ilerledi ama yine de Türkçe gibi değil…

Bugün üniversite de başladı. Üç ders alacaktım, yüksek okulda ders vermek çıkınca iki tane aldım: Orta ve Güney Asya Etnolojisine Giriş ile Din Etnolojisine Giriş. Bu ikisini verdim mi, ki veririm, geriye ana bölüm felsefeden iki yan bölüm etnolojiden iki ders kalıyor; ardından bitirme tezi. Yüklenirsem bir yılım yani iki sömestir, normal gidersem 1,5 yılım kaldı demektir.

Bunlar normal, yapılır. Ek olarak bir haber geldi: “buraya gel, şu kadının yanında doktora yap” diye…

Kadın profesör de bana yüksek okuldaki dersi veren ve göç konusunda Almanya’nın en tanınmış profesörü emekli olacağı için onun yerine geçecek kişi…

İnsanı zorla tahrik ediyorlar. Bizde şu sıralar çok kullanılan deyim gibi, “şeytana uysam mı” acaba!

Şu anda bilmiyorum!

Ha ben hem birkaç ayda planlanan broşürü yazarım, hem çalışıp para kazanırım, hem ders veririm, hem üniversitede iki derse girerim hem de konu seçip doktora için hazırlanmaya başlarım; hepsini birden yaparım da yine de şu anda bilmiyorum.

Aslında bugün girdiğim iki dersin giriş konularını anlatacaktım.

Hindistan beri eskiden beri ilgilendirir. Bir milyarın üzerinde nüfusu olan, oldukça güçlü ve değişik alanlarda –bilgisayar gibi- epeyce ileri olan bir ülke. Uzun bir gelenekleri var. Etnoloji de malum bu geleneklerle özellikle ilgilenir.

Bugünkü giriş bölümünde özet olarak işlenecek konular anlatılırken Hindistan’daki din hayli ilgimi çekti. Yıllar önce varolan dünyanın en büyük tapınağı; düşünün içinde 8000 aşçı çalışıyor ve sürekli yemek yapıyormuş. Yemek yenilen yerlerde Tanrı yerine geçen ulu kişinin resmi bulunuyor ve yiyenlere bakıyormuş. Bu bakış, yenilenlere güç aktarırmış, öyle inanılırmış.

Daha çok ilgimi çeken ise bu Tanrı’nın evli olması ve eşiyle birlikte dünyanın en büyük tapınağında oturması…

Bu dinde dua yok; dua yerine o ulu varlıkla bakışıyorsun ve bu bakışmadan güç alıyorsun.

Bu Tanrı her 19 yılda bir ölür, yeniden doğarmış. Geçen yılki bu dirilişe ya da reenkarnasyon törenine katılan 50 milyon kişi…

Bunları öğrendikçe insan ister istemez İslam’ın ucuz yanları üzerinde düşünüyor.

Her dinde Tanrı ve o Tanrı ile insanlar arasında aracı olan kişinin –peygamber- yüzü açık iken, İslam’da neden değildir?

Neden bunları somut olarak göremiyorsun da soyut olarak düşünmek zorundasın?

İslam’da erkek ve özellikle de kadının kapalılığının bir nedeni de bu olsa gerek. Allah ve elçisi kendini göstermiyor; yüzleri gizlidir. Resim de İslam’da günah zaten… Heykelden hiç söz etmeyin, put sayılıyor.

Bu kadar gizlilik ve tekelcilik kendine derin bir güvensizlik anlamına da gelmiyor mu?

Her durumda İslam inanışına göre Müslümanların Allah’ın emirlerine uymayan bölümüyle insanlığın kalanının tümü cehenneme gidecekse, burası hem çok geniş hem de epeyce neşeli bir yer demektir.

Kafalarında cinsellikten başka bir şey bulunmayan müminler cennette 72 hurilerine kavuşsunlar. Yani bu nasıl iştir, anlamak zordur: Cüppeli Ahmet Hoca diye bir tip var; cennette kimin kiminle nasıl yatacağını dini olarak açıklıyor.

Cennetin en önemli özelliği de bu yanı olsa gerektir.

Bunu başka dinlerden inanan insanlara anlatsanız, gülmezler mi?

Demek bu dünyada yeterince huri tanıyamadınız, işiniz öteki tarafa kaldı; demezler mi!

İnsan saçmalığın bu derecesi karşısında başka ne yapabilir ki…

İslam bu nedenle sürekli zora başvurarak yayılabilir. Başka türlü bu saçmalıklarla kimi ikna edebilirsiniz ki!

Ya bol miktarda yalan söyleyip kandıracaksınız ya da ancak zorla olacak…