Şuanda 354 konuk çevrimiçi
BugünBugün1605
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15573
Bu ayBu ay15573
ToplamToplam10483997
Somut sonuç almaya yönelmek... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Perşembe, 17 Kasım 2016 22:39


Ne yaparsanız yapın, attığınız her adım hedeflediğiniz sonuca yönelik olmalıdır. İnsanın arada bir kendisine “ben ne yapıyorum?” diye sormasında yarar vardır. Büyük bir çaba harcıyorsunuz, bunu kısa sayılamayacak bir süredir yapıyorsunuz ama somut sonuçlara ulaşmak konusunda bir türlü başarı sağlayamıyorsanız; eksikleriniz üzerinde düşünmeniz gerekir.

Olabilir, insan yanlış yapabilir. Önemli olan yanlışta ısrar etmemektir.

Bazı şeyleri anlamakta zorlanıyorum.

Birincisi: geçen hafta Köln’de olduğu gibi büyük bir kitlesel miting yapıldı. 50-60 bin kişi mitinge katıldı. Eylem sırasında yaşanılan olumsuzluğu bir kenara bıraksak bile, ne oldu, sorusunu kendimize sormamız gerekmez mi?

“Aman eylem birliği bozulmasın” diyenleri anlıyorum ama daha da büyük bir eylem birliği yaptığımızda bile, “biz aslında ne yapıyoruz?” sorusunu sormadan duramıyorum.

Almanya kamuoyuna siyasi gerçekleri mi açıklıyoruz?

20-30 yıl önce böyle bir gereklilik vardı. Şimdi ise Almanya’da dünyayla biraz ilgilenen herkes Türkiye’deki durumu biliyor. Gazetelere, dergilere, televizyonlara bakın; anlarsınız. Bizden öğrenmeye ihtiyaçları bulunmuyor.

Kendimizi ajite ediyorsak, buna diyeceğim bulunmuyor. İnsanların ajitasyona ihtiyacı olabilir ama bunu sanki başka bir şey yapılıyormuş gibi göstermek doğru değildir.

Kuşkusuz kalabalık protesto gösterileri yine de bir şeylere hizmet ediyor ama abartıldığı kadar fazla değildir.

Çok sayıda insanın birlikte eyleminin yürüyüş, miting ötesine geçmesi gerekir.

12 Eylül sonrasında Türkiye’ye silah ambargosu uygulanması istenilirdi.

Tekrar istenilebilir ama durum eskisinden farklıdır. Türkiye gittikçe gelişen bir silah sanayisi kurdu. Dışarıdan hala silah alıyor ama silah ihraç da ediyor. Dışarıdan alınan silahlar da artık orta ve ağır silahlardır.

Bunların Türkiye’ye ihraç edilmemesi istenilebilir. Ne kadar başarılı olunacağı soru işaretidir çünkü silah ihracatçısı ülke sayısı fazladır, birisi olmazsa diğeri pekala satabilir.

Sonuçta bunlar para işidir. Silah ticareti de oldukça kazançlıdır.

Yine 1980 sonrasında Almanya’daki Türkiyeli işçilerin ülkeye döviz göndermemesi istenirdi. Bu talep son derece etkili olabilirdi ama çok az uygulanabildi. 1980 sonrasında Türkiye’nin ihracatından kazandığı dövizle Almanya’dan gelen havalelerin miktarı yaklaşık olarak eşitti.

Aradan 35 yıl geçti ve durum değişti. Almanya’daki Türkiyeliler artık eskisi gibi ellerine geçen parayı ülkeye göndermiyorlar, bulundukları yerde harcıyorlar. Türkiye’nin ekonomik durumu da 35 Cent’e muhtaç olacak kadar kötü değil…

Geriye turizm konusu kalıyor. 1980 sonrasındaki yıllarda Türkiye’ye çok turist gitmezdi. Aradan geçen yıllarda durum değişti ve ülkede turizm önemli bir sektör durumuna geldi. Rus turistlerin gelmemesinin ne kadar büyük sıkıntı yarattığını gazetelerde okumuşsunuzdur.

Ruslar gelmeye başladı ama bu kez de başta Almanlar olmak üzere Avrupalılar daha az geliyorlar. Bunu –sanırım Paris’teki- Turizm Fuarı’na katılan turizmciler de belirttiler. Türkiye turizmi için 2017 yılı daha kötü olacak gibi görünüyormuş çünkü erken rezervasyon yok denilecek kadar azmış. Türkiye’nin yerini Yunanistan ve İspanya almış durumdadır. TC Hükümeti şu sıralar 2017 yılı için turizm atağı yapacaktır ve zaten Fuar’ı ziyaret eder turizmciler de bunu istemişlerdir.

2016 yılı turizm sektörü için kötü geçti. Ramazan ve Kurban bayramı tatillerinin uzatılarak iç turizmin canlandırılması, yabancı turist sayısındaki azalmayı karşılamaktan çok uzaktır.

“Kış ayındayız, ne rezervasyonu” gibi garip bir soru sormayın çünkü turizm rezervasyonları en geç şubat ayında büyük oranda biter. 1982’de Haziran ayında turizm boykotu kampanyası açanlar rezervasyonların çoktan yapılmış olduğunu öğrendikleri zaman şaşırmışlardı.

Almanya’dan giden turist önemli çünkü para bırakan turisttir. Turistin sayısı çok da önemli değildir, önemli olan para bırakanların sayısıdır. Bu nedenle Almanya’dan ne kadar az turist giderse o kadar iyi olur.

Almanların bir bölümü bu konuda kararını vermiş: o ülkeye gitmeyeceğim! Kararını vermeyenler de aydınlatılabilir. İnsanlar fiyat nerede düşükse oraya gitmiyor, fiyatın yanında başka faktörler de rol oynuyor.

Başka bir örnek vereyim…

İmza toplanıyor ve sonra bunlar ilgili kuruluşa veriliyor.

Sonra ne oluyor, bilen yok…

Yakın zamanda “Erdoğan yargılansın” amaçlı imza kampanyası düzenlenmiş ve sayısını bilmiyorum ama çok sayıda imza toplanmıştı. Bu imzalar Cenevre’deki Birleşmiş Milletler’den bir yetkiliye teslim edildi.

Sonra ne oldu; ne bilgi var ne de açıklama…

O imzalar BM içinde nasıl bir prosedür izliyor, bilinmiyor.

Bu durumda imza dosyalarının BM’in filanca bürosunun falanca masasında kaldığını düşünmek pekala mümkündür.

BM içinde bunu takip edecek, prosedür neyse artık onu ilerletecek kişi yoksa, böyle olması da kaçınılmazdır.

Çok sayıda insan çalışmış, imza toplamış, ama sonuç nerede ya da hangi aşamadayız; bilinmiyor.

Bu tür kampanyalar insanları hareket halinde tutmak için yararlıdır ama bu insanların sürekli sonuçsuz iş yapmaktan yorulacaklarını da düşünmek gerekir.

Benzer bir durum “Öcalan’a özgürlük” kampanyasında görmek de mümkündür. Türkiye’deki durum ciddi oranda değişmediği sürece Öcalan’ın serbest bırakılmasının düşünülemeyeceği sanırım açıktır. Barış görüşmeleri başlar, önemli ilerleme kaydedilir ve ancak o süreç ilerlediği zaman serbest bırakılması gündeme gelebilir.

Bunun dışında devlet ve hükümet rakibin bir numarasını serbest bırakmayı düşünmez.

Bu kampanyalar iyidir, konuyu sürekli gündemde tutar ama abartılmamaları gerekir.

Burası Türkiye değil; yürüyüş yaparsınız, imza toplarsınız, açlık grevi yaparsınız, heyet oluşturup filanca yetkiliyle görüşmeye gidersiniz; bu nedenle polis saldırmaz. Bunlar alışılmış işlerdir.

Bunlar Türkiye’de değil bambaşka bir politik ortamda yapılıyor.

Ve büyük sıkıntımız sürüyor: birçok arkadaş 20-30 yıldır içinde yaşadıkları ülkeyi, bu ülkede politikanın nasıl yürüdüğünü yeterince anlamıyor. Sürekli olarak Türkiye ile karşılaştırma yapıyor ve bu da doğru olmuyor.