Şuanda 258 konuk çevrimiçi
BugünBugün1555
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15523
Bu ayBu ay15523
ToplamToplam10483947
Şimdi var bir ay... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 07 Aralık 2016 00:30


İki haftada bir dört saat verdiğim dersin bu yılki bölümü bitti. İki hafta sonra noel tatili başlıyor, üniversite ve yüksek okullar kapanıyor. Yeniden başlayıncaya kadar bir ay zamanım var.

Bir ara bu iş yürümeyecek galiba diye endişelendim. Çalış, hazırlanıp ders ver, ek olarak bir de öğrenci olup haftada sekiz saat ders al, yazı yaz filan derken tıkanmaya doğru gidiyordum ama kurtardım diyebilirim. İşin kötü tarafı verdiğim derste yaptığım programın ilk bölümü, göç, bitti; ikinci bölüm, uyum başladı. Bu da benim hiç ilgilenmediğim bir konudur. Ana hatlarıyla biliyorum ama tarihsel bilgi ve detay gerekli. Bunu öğrenmek de zaman alıyor. Kaynak yönünden sıkıntı bulunmuyor, istemediğiniz kadar var ama okunup değerlendirilmeleri gerekiyor.

Biraz düşündünüz mü buluyorsunuz. Mesela Heidelberg Manifestosu’nu buldum. 1981 yılında Heidelberg üniversitesindeki bir bölüm profesörün “Alman halkı yabancılar arasında kayboluyor” tezinin işlendiği bildiri… Aradan 35 yıl geçmiş ve unutulmuş ama sanki bugün yazılmış gibi… Nazi örgütlerin ya da onlara yakın olanların kullandığı aynı söylem kavramlar temelinde burada bulunuyor.

İlginç bir ders… Temel ders daha doğrusu küçük gruplar halinde yapılan başka derslere giriş özelliği taşıyor. Devam mecburiyeti yok, sınav da yok. Konuların öğrenilmesi gerekir, çünkü diğer az katılımlı derslerde sınav var ama insan derse girmeden öğrenebileceğini de düşünebilir pekala…

Bu nedenle daha tecrübeli olanlar bana, “İlk derste kuraldır, çok kişi gelir, ama sonunda birkaç kişiye ders anlatırsın” demişlerdi.

İlk ders kalabalık, 65 kişi; sonra doğal olarak azaldı ama en kötü ders 15-20 kişi oluyordu. Denildiğine göre bu iyi bir rakammış. “Demek bir şey anlatıyorsun ki, dinlemeye geliyorlar” değerlendirmesi hiç fena değil doğrusu…

Mükemmel Almancayla boş konuşmaktansa, hiç de mükemmel olmayan Almancayla bir şey anlatmak daha iyi tabii…

Teoriler, olgular arasında bağlantı kurarak anlatmak ilgi çekici ama aynı zamanda da hayli yorucu oluyor.

Neyse şimdi bir ay zamanım var…

Üniversitede öğrenci olarak aldığım iki etnoloji dersinde de virajı aldım diyebilirim, işi kolayladım.

Orta ve Güney Asya Etnolojisine Giriş dersinde şimdiye kadar iki yazı incelendi (sayı daha fazla da iki tanesi özellikle önemliydi): Politik bir lider kitlesini nasıl yaratır? (Hindistan örneği) ile Türkmenistan ve Türkmenbaşı hakkında yazılmış 400 sayfalık doktora tezi.

Kalın kitabın Türkmenistan tarihi bölümünü okumadım, son yüz sayfasını okudum.

Bu kadar mı bize benzer!

Kitap Türkmenistan’da mimarinin politik bir araç olarak nasıl kullanıldığını anlatıyor.

Türkmenbaşı’nın mutlak egemenliğine “sultanizm” deniliyor.

Kendisine büyük bir saray yaptırmış…

Ülkenin her yanında inşaat var. Sürekli köprüler, yollar, binalar, camiler yapılıyor.

Ve kitap bu değişimle politikadaki değişimin paralelliğini açıklıyor.

Bazı şeyler hiç de bize özgü değil ve AKP’lilerin bu örnekleri incelediklerine eminim.

Gelecek yazıda anlatırım…