Şuanda 363 konuk çevrimiçi
BugünBugün1608
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15576
Bu ayBu ay15576
ToplamToplam10484000
RİTÜEL PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 29 Ocak 2017 17:30


Ritüel yerine tören de denilebiliyor. Bir durumdan başka bir duruma geçerken uzun veya kısa süreli olarak düzenlenebiliyor.

Örneklersek: cenaze töreni bir çeşit ritüeldir. Bu dünyadan başka dünyaya gittiğine inanılan kişinin yolcu edilmesidir.

Evlenme töreni de böyledir. Evlenen kişilerin konumları değişmekte, bekarlıktan evliliğe geçmektedirler.

Okul bitirince yapılan diploma törenleri başka bir örnektir.

Hapishaneye girerken tutukluların koğuşa geçmeden önce birkaç gün bekletildiği müşahade bölümü de bir çeşit ritüel örneğidir. Burada müşahade koğuşu dışarıda serbest olmaktan hapishanede tutuklu olmaya geçişi simgelemektedir. Kişinin statü değişikliğini yaşadığı ve alışmaya başladığı yerdir.

Ritüel bir süreçtir. Ritüel öncesi, ritüel dönemi ve ritüel sonrası olarak üçe ayrılabilir.

Burada önemle belirtilmesi gereken, ritüellerin bilinen en eski toplumlardan beri bulunduğu ve toplumun şekillenmesinde, varolanın sürdürülmesinde önemli işlev üstlendiğidir.

Ritüeller, gelenek-görenekle birliktedir.

Bir toplumun değişmesi, ritüellerin değişmesi demektir.

Somutlarsak:

Yıllarca Atatürk ile yatıp kalktık. Atatürk ve kurtuluş savaşıyla ilgili olarak sürekli olarak yerel ya da ülke çapında tören vardı.

Atatürk’ün Ankara’ya gelişi, filanca kente gelişi, Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi, filanca kentin düşman işgalinden kurtulması, 23 Nisan bayramı, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim, 10 Kasım’da ölüm yıldönümü, harf devriminin yıldönümü, kılık-kıyafet devriminin yıldönümü…

Arada atladıklarım olabilir ama bu kadarı bile Atatürk ritüelinin toplumun hayatını doldurması için yeterlidir.

Ek olarak değişik kurumların kuruluş yıldönümlerinde –mesela Türk silahlı Kuvvetlerinin kuruluşu, polis teşkilatının kuruluşu gibi- tören yapılır ve bu törenlerde “büyük kurtarıcı” da mutlaka belirtilirdi.

AKP toplumu ne oranda değiştirdi sorusunun cevabını ritüellerin değişmesine bakılarak cevaplandırılabilir.

Kentlerin kurtuluş günleri ortadan kalktı, yerini Osmanlıcılık anlayışına uygun olarak İstanbul’un fethi aldı. Atatürk ile ilgili törenler de azaldı. Bunların yerini dini ritüeller aldı. Eskiden ramazan ve kurban bayramları dışında dini ritüel hatırlamıyorum. Mesela peygamberin doğum günü kutlanmazdı, pek bilen de bulunmazdı. Cuma namazı ciddiye alınmazdı. Kılan kılardı ama önemi sınırlıydı.

Şimdi ise eskiden de varolan bayram namazları büyük önem kazandığı gibi, cumayı kaçırmamak da önemli oldu. Dini terimler günlük dile yerleşmeye başladı. Dini ritüeller toplumun her yanını işgal etmeye başladı.

Bunu tesettür giyimde, çocuklara namaz kıldırılmasında, evrim teorisinin reddedilmesinde ve müfredattan çıkarılmasında, Diyanet’in devletin önde gelen ideolojik aygıtlarından birisi olarak silahlı kuvvetlerin yerini almasında görebiliriz.

Eğitimde dini söylem yaygınlaştı. İmam Hatip okullarının sayısı arttı. Camilerin sayısı olağanüstü derecede çoğaldı. Cuma namazı büyük yerleşim birimlerinde gösteri yapılarak kılınır duruma geldi.

Dini insanların beynine, günlük hayatın olabildiğince fazla bölümüne sokmak, bir toplumu bu yönde biçimlendirmek demektir.

Yılbaşını kutlasan ne olur, kutlamasan ne olur? Yılbaşı da diğer günler gibi bir gündür. Bir çeşit ritüeldir, yıl değişmektedir. Eskiden buna karşı çıkanların sesi duyulmazdı. Dini ritüellerin hakim olabilmesi başkalarını geriletmesi ve giderek yok etmesiyle mümkündür. Yılbaşına karşı çıkış bu bağlamda değerlendirilmelidir.

Dini ritüellerin toplumun bütün alanlarına yayılması epeyce ilerledi ama bitmedi, devam edecektir.

Ritüeller bir toplumun değiştirilmesinde önemlidir. Toplumun değişmesi sonuçta günlük hayatın değişmesidir ve bu da birdenbire olmaz. Yeni ya da eski ama geri planda bulunan ritüellerin öne çıkmasına karşı direnmek, toplumun o yönde değişmesine karşı olmak demektir.

Bir toplumu değiştirmek, ritüellerin değiştirilmesini de önemle içerir.

İmkanınız varsa bazı ritüellerin yasaklanması düşünülebilir ama uzun vadeli bir çözüm değildir. Önemli olan bazı ritüelleri geri plana itip giderek yok ederken yerlerine yenilerini koyabilmektir. Yeni ritüellerle ilgili yasalar çıkarmak verimli bir yol değildir, yenileri günlük hayatla bütünleştirebilmek gerekir.

Bu konuda SSCB tarihi zengin örnekler sunuyor. Bizde sosyalizmin tarihi sadece burjuvazinin yok edilmesi, üretim araçlarının kamulaştırılması vb. düzeyinde ele alınıp, günlük hayatın nasıl örgütlendiği önemsenmediğinden, bu alandaki başarılı ve başarısız örneklerden pek de haberimiz bulunmuyor.

Sosyalist teori başlangıcından beri önemli bir kendiliğindenciliği içinde taşır. Üretim araçlarında kolektif mülkiyet gerçekleştirilince ve bununla ilintili uygulamalar da hayata geçirilince, gerisi gelecektir sanılıyordu.

Eskiye yasaklamak eskiyi yok etmenin yollarından birisiydi.

Yasaklamak başlangıç adımıdır ve ömrü de uzun süreli değildir. SSCB çok sayıda ülkeye ayrılarak çözüldü ve tarihe karıştı. SSCB sonrasındaki toplumlarda görülen din ve milliyetçilik, yasaklamayla fazla ileriye gidilemeyeceğinin göstergesidir.

Bunlar yıllarca yasaklanmış ama yerlerine günlük hayata girip yerleşebilen ve ritüellerle ifade edilebilenler konulamadığı için, yasağı koyan güç ortadan kalkınca yasaklananlar da ritüelleriyle birlikte kısa sürede ortaya çıkmışlar.

Burada öncelikle konunun öneminin anlaşılması gerekiyor. Üretim araçlarında kolektif mülkiyet sağlandıktan sonra sosyalist eğitimle zaman içinde kültürün önemli oranda değişeceğini düşünüyorsanız, tarih fena halde yanıldığınızı göstermiştir. Değişim olur ama hiç de beklenilen ölçüde değildir.

Kültür bir üst yapı kurumu değildir, tersine alt yapıya dahildir. Benzeri bir saptama politik kurumlar için de yapılabilir.

Bir ülkede kapitalist sömürünün olabilmesi için bununla ilgili kurumların şekillenmiş olması gerekir. Bununla ilgili yasaların varlığı gerekir.

Bunu SSCB’nin 1985 sonrasındaki hızlı değişiminde de görebiliyoruz. Önce altyapıda kapitalizm egemen olmuş ardından burjuvazi iktidara gelmemiştir. Komünist partilerinin önde gelen kadroları önce yasaları değiştirdiler ya da değişim önce “üstyapıdan” başladı. Özel mülkiyet güvence altına alınmadan, borçlar ve sermaye kurumlarıyla ilgili yasalar olmadan, miras hakkı tanınmadan kapitalizm olmaz. İstediğin kadar zengin ol, miras bırakamıyorsan kapitalizm olmaz.

Önce bunlar değişir. Bu değişim toplumda birikmiş rejime karşı geniş hoşnutsuzlukla birleşir ve ülkelere göre değişen şekilde kapitalizme doğru ilerlenir.

Sosyalist ülkelerde devlet yıkılıp yerine yenisi kurularak kapitalizme geçilmedi. Devlet değişim geçirerek kapitalizme uydu ama yıkılıp yeniden oluşmadı. Bu SSCB sonrası devletlerde, ne de Çin Halk Cumhuriyeti’nde ve Arnavutluk’ta böyle oldu.

Yazının konusu bu olmadığı ve bu konuda da fazlasıyla yazdığım için şu kadarını belirteyim: reel sosyalizmin değişik örneklerinde –iddia edilenin aksine- önceki topluma göre büyük değişiklikler yaşanmadığını görüyoruz. Bir yandan büyük değişiklikler var, yarı feodal toplumdan sanayi toplumunun değişik gelişme düzeylerine geçtiler. Diğer yandan ise toplumsal hayatın buna uygun bir değişiklik yaşamadığını, kültürel yapının da aynı oranda değişmediğini görebiliyoruz.

Sosyalizm sonrasındaki kapitalizmde, sosyalizm öncesi toplumun ritüellerinin bir bölümü yeniden güncellik kazanırken, sosyalist düzenin yerleştirdiği ritüeller de büyük oranda yok edildi.

Bir toplumsal düzeni reddetmek, onun ritüellerini de büyük oranda reddetmektir.

Aksi durumda reddettiğinizi sanırsınız ama onu yeniden üretirsiniz.

Gelecek yazıda yeni ritüellerin oluşmasında alt kültürlerin önemi üzerinde durmaya çalışacağım.

Neyi reddedeceğini bilmek yetmez, önemlidir ama yetmez; yerine ne koyacaksın?