Şuanda 172 konuk çevrimiçi
BugünBugün1520
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15488
Bu ayBu ay15488
ToplamToplam10483912
Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazartesi, 06 Şubat 2017 17:37


Neyzen Tevfik’in yazının başlığına aldığım sözünü HDK-Avrupa Kongresi ile ilgili olarak yazdım. Kongre’ye gitmedim ve iyi ki de gitmemişim. 25 yıl öncesinden aşina olduğum sorulara hala vevap verilemeyen bir toplantı için iki gün harcamaya değmezdi. Yine de arkadaşların başarılı olmalarını diliyorum. Durumu umutsuz görüyorum ama yine de diliyorum; belki ben yanılırım ve olur…
HDK-A ile ilgili olarak birkaç ay önce yazdığım yazıda bu örgütlenmeninin karşısındaki asıl sorunun, yıllardır Avrupa ülkelerinde yaşayan ama yaşadıkları alanla ilgili bilgileri oldukça yetersiz olan kadrolardan kaynaklandığını belirtmiştim. Siyasi göçmenlik konusunda Türkler ve daha az oranda da olsa Kürtler büyük bir fiyasko yaşadılar, başarısız oldular ve açıkçası bu saatten sonra da aynı insanların “biz neden başarısız olduk?“ diye kendilerine sormasını beklemiyorum. 
Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti ve hatta denilebilir ki teller bile pek değişmeden duruyor. 
Kongre ile ilgili olarak yapılan değişik değerlendirmeleri okudum. Beni ilgilendiren atmosferden çok temel sorular konusundaki tutumdu. Bu nedenle 1000 kişi beklenen kongreye katılımın bunun üçte biri olması üzerinde durmuyorum. Açık bir politikanız varsa kaç kişi olduğunuz o kadar da sorun değildir. 
İki temel soru var. Kongre’de sorulmuş ama bırakın cevaplanmayı üzerinde duran bile olmamış.
Birincisi: Göçmen miyiz yoksa diaspora toplumu muyuz?
Öncelikle soru yanlış demekte yarar var. Burada sorun diaspora kavramının tanımıyla ilgilidir. Bizde kavramları rastgele kullanmak yaygındır. Bu soruda da rastgele kullanımdan en azından etkilenmenin bulunduğunu görmek mümkündür.
Diasporanın belirleyiciği özelliği geriye dönüş, terk edilmek zorunda kalınmış topraklara dönüş düşüncesidir. İlk gelenlerin üzerinden 8-10 kuşak geçmiş olabilir ama dönüş düşüncesinin varlığını sürdürmesi diaspora toplumunun ayırıcı özelliğidir. 
Ermeni diasporasından söz edilir, yıllarca Yahudi diasporasından da söz edilirdi. 
Diaspora Araştırmaları alanında bu konuda görece yeni önemli belirlemeler yapılmış. Buna gore, görünürdeki dönüş düşüncesiyle gerçekte olanın birbirinden ayrılması gerekiyor. Bilinen diasporalardan Ermeni diasporası konusunda bile dönüş büyük oranda gündemde değildir. İçinde yaşanılan topluma karışılmış, onun parçası olunmuştur. Lafta bir bölüm insan halen dönüşten söz edebilir ama bunun gerçekleşme şansı bulunmamaktadır. 
Bu konuda Ermeni örgütlerinin ilan ettiği gerçeklikle, varolan gerçeklik arasındaki farklılığa dikkat edilmesi gerekir. Genellikle dernek olarak örgütlenmiş olan bu kesim değişik ülkelerdeki Ermeni kökenli insanların küçük bir bölümünü temsil eder. Onlara göre Ermenilerde büyük oranda dönüş düşüncesi halen mevcuttur. Bunu savunmaları normaldir çünkü varlık şartları bu kesimin sayıca fazla olmasına bağlıdır, bu nedenle sayıyı fazla gösterirler.
Avrupa ülkelerinde yaşayan Kürtlerle ilgili olarak da böyle bir belirleme yapılır: Kürt diasporası. Bu belirlemenin gerçeklikle olan ilgisi fazla olmadığı gibi gittikçe de azalmaktadır. Kürdistan kurulsa bile Avrupa ülkelerinde yaşayan Kürtlerden oraya dönecek olanların sayısı azdır ve gittikçe daha da azalmaktadır. 
Başka türlü konuşabilirler ve bu bakımdan da 1980’li yıllarda Almanya’daki Türkiyeli işçilere benzerler. O yıllardaki Türkiyelilerin ezici çoğunluğu bir yandan ülkeye gittikçe daha fazla yerleşirken bir yandan da günün birinde döneceklerini savunurdu. Bu insanların büyük oranda kalmaya karar vermesi göçün üzerinden 30 yıl geçtikten sonra 1990’lı yıllarda ortaya çıkacaktı. 
Çocuklar Almanya’da doğmuş, insanlar yıllarca yaşadıkları ülkeye alışmış, Türkiye’ye gittiklerinde garip bir yabancılık duygusuna gömülmüşler ve daha da sayılabilir… Dönenler oldu ama büyük çoğunluk Almanya’da kaldı. Almanya’da büyüyen çocuklar zaten dönmek istemiyordu. 
Burada kitlenin neye inandığıyla kendini sınırlandırmamak, geleceğe görmek ve buna göre politika yapmak gerekir. 1980’li yıllarda Almanya’da “göçmen“ kelimesi devrimciler arasında küfür yerine geçiyordu. Göçmenlik insanların içinde bulunduğu durumu belirtir, ama “göçmen değil devrimciyiz“ diyenin başka sorunları olsa gerektir.
Yıllar geçti ve insanlar nihayet –devrimciler dahil- göçmen olduklarını kabul ettiler. Ettiler ama o kadar geç kaldılar ki artık göçmenlik sona eriyordu.
Sorunun cevabı olarak, Avrupa ülkelerindeki Türklerin ve Kürtlerin diyaspora toplumu olmadıkları söylenebilir. 
İkincisi: Göçmen örgütü müyüz yoksa Türkiye’deki demokrasi mücadelesi için dayanışma örgütü müyüz?
Bu soruya açık cevap verememek, bırakın cevap vermeyi tartışamamak aradan bunca yıl geçtikten sonra inanılmaz bir şeydir. Bu durumda “sazlarda tel değişti“ demek bile zor oluyor. 
Yıllardır gündemde olan yukardaki soruyu biraz açmakta yarar var.
Dayanışma örgütü olmak, “cephe gerisi“ olarak da ifade edilirdi. Asıl olan oradaki mücadeledir, Avrupa ülkelerinde yapılacak olan buna destek olmaktır. Bu destek geçmişte büyük oranda ekonomik destek anlamına geliyordu, şimdi kapsamı biraz genişlemiştir. 
Çok sayıda devrimci ve onların örgütleri ısrarla milyonlarca insanın Avrupa ülkelerindeki sorunlarıyla ilgilenmeyi reddettiler ya da bu sorunları “ırkçılık, yabancı düşmanlığı“ gibi dar bir boyuta indirgediler. Bu indirgeme halen sürüyor.
Göçmen örgütü denilince ne anlaşılıyor, bunun açılması gerekiyor. Bu belirlemeyi kullananların nasıl bir içerikte kullandıklarını bilmiyorum ama büyük ihtimalle 25 yıl kadar önce savunulan göçmenlik örgütü kapsamına uygun bir içerik savunuyor olsalar gerektir.
Göçmen örgütü, ikili yapısı olan bir örgüttür ve bu ikili yapıda belirleyici olan Avrupa –ya da yaşanılan ülke- ayağıdır. Bulunduğu ülkede varlık olamayan bir örgütlenmenin Türkiye’deki mücadele ile yapacağı dayanışma görüntünün ilerisine gidemez (Ya da anma gecesi yapıp para göndermekle sınırlı kalırsınız).
Bu ülkelerde milyanlarca insan yaşıyor. Göçün en eski olduğu Almanya’da dördüncü kuşak var, diğerlerinde ise en azından üçüncü kuşak bulunuyor. Bu insanlar burada doğup sosyalize olmuşlar. Bu insanlara sadece Türkiye-Kürdistan söylemiyle yaklaşmak mümkün değildir. 
Göçmen örgütü bulunduğu ülkedeki mücadeleyi esas alır ve bu alanda başarılı olduğu oranda, bu temelden hareketle Türkiye-Kürdistan’daki mücadeleye destek olur. 
25 yıl önce bulunduğum politik örgütte bu belirlemeyi duyunca havalara sıçrayan tipler hayli geç olmakla birlikte bu düşünceye gelmişler ya da iyice yaklaşmışlar. Solun geri kalan bölümünde bu kadar gelişmeden söz etmek bile zor görünüyor. Ne var ki, yukardaki doğru 25 yıl öncesinin doğrusudur ve Türkiyeli kitlenin yaklaşık yüzde 60’ının bulunduğu Almanya’da geride kalmaktadır. Bulunulan ve gelinmiş olan ülkeye yönelik mücadele artık eskisinden farklı içeriktedir. 
Bulunulan ve gelinmiş olan ülkeye yönelik mücadele artık eskisinden farklı içeriktedir. 
Almanya’da göçmenlik Türkler ve ardından Kürtler açısından bitiyor. Üçüncü kuşak 20’li yaşlarda, küçük bir bölümü üniversite bitiriyor ya da bitirdi. Bunlar göçmen değil göçmen kökenli Almandır. Birinci dilleri (anadil değil, birinci dil) Almanca; burada doğup sosyalize olmuşlar. Dedelerinin geldiği ülkeyle ilgililer ama artık kafalarında Türklük, Kürtlük, dönmek gibi konular bulunmuyor. Bu insanlar göçmen değil göçmen kökenli Almandır ve bu özellik gittikçe artmaktadır. Bu insanlar zaten büyük oranda Alman vatandaşıdır.
Aynı belirleme göçün Almanya kadar eski olmadığı ülkeler için bugün yapılmayabilir ama gidiş bu yöndedir. 
Politika bu gidiş görülerek yapılmalıdır.
Kime ne anlatıyorsun, diyebilirsiniz ve ben de “haklısınız” derim.
Yaşadığı ülkenin dilini bir türlü öğrenememiş, bırakın kitabı o dilde gazete bile okuyamayan, yıllardır içinde yaşadığı toplumdaki başlıca sorunun “ırkçılık ve yabancı düşmanlığı“ olduğunu sanan insanlara “göçmenliğin ortadan kalkma sürecine girdiğini“ anlatmak mümkün değildir. 
Hollanda’da iki yıl önce bir panele katılmıştım. Salonda yaklaşık yüz kişi vardı. Birisi gelip kulağıma, “Buradakilerin hepsi siyasi insanlardır, Hollanda başbakanı kim diye sor, yarısı bilmez“ demişti. 
Bu durumdaki insanın “göçmen örgütü“nü kavraması bile mümkün değildir. 
Her yerde durum bu kadar kötü değil ama ötesini söylemeyeyim…