Şuanda 259 konuk çevrimiçi
BugünBugün1556
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15524
Bu ayBu ay15524
ToplamToplam10483948
Söylem ve üretilen gerçek PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cumartesi, 04 Mart 2017 11:00


Bugün Ekim Devrimi’nin 100. yılı kapsamında ikinci yazıyı yazacaktım ama Frankfurter Rundschau’da yayınlanan Judith Butler ile söyleşiyi okuyunca kendisinin değinip geçtiği söylem konusunda yazmaya karar verdim. Butler felsefecidir, söylem (Diskurs) ise esas olarak politik bilimin konusudur. Butler, Berkely Üniversitesi’nde retorik üzerine ders veriyormuş, Diskurs konusunu mutlaka biliyordur ama sonuçta bu konu esas olarak politik bilim alanına giriyor.

Söylem konusu yeni değil ama büyük önemine dikkat çekilmesi Michel Foucoult ile başlıyor ve ardından konu epeyce gelişiyor. Almanya’da Diskurs konusunda tanınmış isimlerden birisi Sigfried Jäger’dir ve kendisinin bu konudaki belirlemeleri önemlidir. Jäger’a göre söylem maddi bir güçtür ve yanlış bilince indirgenemez. Toplumsal gerçek yönetimdekiler tarafından söylem aracılığıyla kendilerine uygun biçimde üretilir. Olanı olduğundan farklı göstermek söylem yoluyla gerçekleşir. Buna bazen “resmi tarih” de deniliyor. Sadece kapitalizmin değil sosyalizmin de resmi tarihi vardır. Burada kastedilen zamanın sosyalist ülke yönetimleri tarafından gerçekmiş gibi sunulan olguların 1990 sonrasında tersinin doğru olduğunun ortaya çıkmasıdır. İlgili yazı dizisinde konu üzerinde ayrıca duracağım.

Söylemin etkinliği konusunda en iyi örnek ırk ve ırkçılıktır.

Irk yoktur ama ırkçılık vardır. Nasıl oluyor derseniz, şöyledir:

İnsanlar ten renklerine, kemik yapılarına göre sınıflandırılabilirler. Burada önemli olan, insanların biyolojik özellikleriyle zihinsel özellikleri arasında paralellik bulunmamasıdır. Siyah derililer arasındaki farklılıklar siyahlarla beyazlar arasında farklılıklardan fazladır. Siyahların arasında çalışkanlar ve tembeller, cahiller ve bilgililer bulunduğu gibi, aynı durum beyaz ve sarı derililer arasında da vardır. Her grubun kendi içindeki farklılıklar, gruplar arasındaki farklılıklara göre yüksektir.

Biyolojide şimdiye kadar yapılan bütün araştırmalar beden özellikleriyle zihinsel özellikler arasında bağlantı kurulamayacağı sonucunu vermiştir. Bu nedenle, fiziksel özelliklerle insanların başka özelliklerinin birbirine bağlanması yanlıştır.

Bu anlamda ırk yoktur ama ırkçılık vardır. Irkçılık yüzyıllar boyunca değişik söylemler aracılığıyla üretilmiştir. İlk ırkçılık teorilerinin ortaya çıkmasıyla İngiliz ve Fransız sömürgeciliğinin yaygınlaşması aynı döneme gelir. Zaten ilk ırk teorisyenleri de Fransa’dan çıkar.

Bu teoriye göre; siyahlar ve sarı derili olanlar geri insanlardır. Fransa ve İngiltere onlara uygarlık götürmektedir. Sömürgeciliğin bu insanları uygarlaştırıcı misyonu bulunmaktadır.

Sömürgeciliğin tarihin kenarında kalmış toplumları dünya pazarına çekmesi, onları dünyaya açması ve ayrıştırmasına ilerici misyon yükleyenler arasında Marx-Engels de bulunur. Marx’ın Hindistan’daki İngiliz, Engels’in Cezayir’deki Fransız sömürgeciliğinin ilerici misyonları konusundaki görüşleri aynı anlayışa dayanır. Önemli farklılıkları; sömürgeciliğin kötü olduğunu sürekli belirtmeleri ama bu ülkelerde eskiden varolan rejimlerin daha kötü olduğunu da eklemeleridir.

Sömürgecilik güçlü bir yerli ortaklar tabakası olmadan ya da üretilmeden mümkün değildir. Çok az sayıda İngiliz memurun o yıllarda birkaç yüz milyonluk (şimdi bir milyar) Hindistan’ı yönetebilmesi bu şekilde mümkün olmuştur.

Orta ve Güney Afrika’nın sömürgeleştirilmesi kıyı bölgelerinden başlar ve kısa sürede onbinlerce Afrikalı Atlantik üzerinden Kuzey Amerika’ya nakledilir. Atlantik köle ticareti olarak da bilinen bu ticaretin tek kazananı nakliyeciler, bu köleleri Kuzey Amerika’da satın alıp plantasyonlarda çalıştıranlar değildir. Sömürgeciler köleleştirilen bu kişileri yerli ortaklarıyla işbirliği içinde kazanırlar. Kabileler arasındaki savaşlarda esir alınanların yanı sıra, para getirdiği için avlanıp yakalanan insanlar da sömürgecilere satılır. Yerli ortaklar olmasaydı (bunlar sadece zamanın egemenleri değildir, onların çevresi de söz konusudur), sömürgeciler kendi başlarına fazla bir şey yapamazlardı.

Söylemin bu alandaki yıllarca süren ve yeni bozulmaya başlayan etkinliği söz konusudur. “Sömürgecilik sonrası teori” (Postkoloniale Theorie) kapsamında yıllarca söylem aracılığıyla üretilen gerçeğe inanılmış ve sömürgecilerin yerli halkların kültürlerini ve yaşam alanlarını nasıl tahrip ettikleri konusu işlenmişti. Sömürgecilik söylemine karşı alternatif bir söylemdi ama doğru değildi ya da eksik bir doğruydu. O halkların bir bölümü sömürgecilerle yakın işbirliği yapmasaydı, sömürgecilik bu kadar yayılamazdı. Tekrar ediyorum, işbirliği yapanlar birkaç egemenden ibaret değildir; bir kitledir. Yerli topumu bölmek ve onun bir bölümünü yanına çekmek sömürgeciliğin olmazsa olmazıdır. Cezayir’in bağımsızlığını kazanmasından sonra çok sayıda Cezayirlinin Fransa’ya göç etmek zorunda kalması bu nedenledir. Cezayirliydiler ama yıllarca Fransız sömürgeciliğiyle işbirliği yaptıkları için artık orada yaşayamazlardı.

Butler söyleşisinde Donald Trump’un otoriter söylemine ve bunun aracılığıyla –ABD şartları çerçevesinde- toplumu hizaya sokma çabasına dikkat çekiyor. Bize çok benziyor!

Butler önemli bir tespitte daha bulunuyor. Gazetecinin ABD’de çok sayıda insanın Trump’a karşı direniş göstermesine ama bunun karşıtlarının da bulunmasına dikkat çekmesi üzerine şöyle diyor: “ABD tarihinde birleşik hareket yoktur, bütün hareketler bölünmüştür. Bölünmek ABD tarihinin özelliğidir.”

En haklı gibi görünen hareketler bile –mesela Martin Luther King’in siyahlara eşit haklar isteyen hareketi gibi- güçlü karşıtıyla birlikte varolmuştu.

ABD’de köleliğin yasal olarak kaldırılabilmesi için Kuzey ile Güney arasında iç savaş gerekli olmuştu.

Butler, Trump’un aldığı oyları gerekçe göstererek, seçilmiş olmasını gerekçe göstererek kendisini bütün ulusun temsilcisi gibi sunduğunu, bunu otoriter söylemiyle insanlara kabul ettirmeye çalıştığını belirtiyor. Trump bu vasıtayla sistemi yeniden tanımlamaya, kurallarını değiştirmeye çalışıyor.

Trump’a karşı büyük direniş var ve bu direnişi işçi sınıfına indirgemek mümkün değildir. Kadınlar, yargıçlar, polisler, çocuklar… milyonlarca kişi itiraz ediyor. Bir ülkede çok sayıda polisin Trump’un alacağı göçmenleri sınırdışı kararını uygulamayacağını açıklaması bizde olacak şey midir?

ABD’de eyalet sistemi bulunuyor, Başkan güçlü ama gücünün açık sınırları bulunuyor.

Trump yolda sigara içen birisini görecek ve ona karışacak!

Adamı tefe koyarlar!

ABD, İngiltere, Fransa, Hollanda, İsviçre ve Almanya’da –Polonya ve Macaristan da eklenebilir- milliyetçi bir ırkçılık yükseliyor. Bu ırkçılık özellikle Müslümanlara yönelmiştir ve kendisini haklı çıkaracak söylemi bulması da sorun olmamaktadır. Müslümanlar arasında işbirliği yapabilecekleri insanlar bulmakta da zorlanmıyorlar.

AKP’nin politikalarıyla uygun söylem üretimi arasında yakın bağ bulunuyor. Dini söylemin toplumda gittikçe hakim olması, kadın-erkek ilişkisinin değerlendirilmesinin eskisine göre değişmesi, dini ritüellerin artan oranda sıkça tekrarlanması; söylemin bunları güçlendirmesi ve bunların da söylemin etkisini artırması…

Türkiye ile Almanya arasında tırmanan sorunlar bağlamında da söylemin nasıl kullanıldığını incelemek mümkündür. Almanya’daki gazeteler Türkiye’nin ekonomik olarak Almanya’ya olan bağımlılığını ortaya koyan rakamlar yayınladılar. Sayıları yarı yarıya azalmasına rağmen Türkiye’ye en çok turist halen Almanya’dan gidiyor ve bunlar başka ülkelerden gelenlere göre ülkede daha fazla harcama yapıyor. Ve son olarak, Almanya için mülteciler anlaşması vazgeçilmez bir anlaşma değildir ama bu anlaşma çerçevesinde Türkiye’ye gelen para ekonomi açısından son derece önemlidir.

“Almanlar bizi kıskanıyor”, “üçüncü havaalanını yapıyor olmamız onları çıldırttı” gibi söylemler, söylemin en geri kesimidir ama kullanılmaktadır. Bağırıp çağırırsın, tehditler savurursun, suçlamalar yaparsın ve tıpkı daha önce Rusya’ya karşı yapıldığı gibi mecburen geri adımlar atarsın. Ama o söylemin ürettiği gerçeklik zihinlerde kalır, etkisini sürdürür.

Söylem vasıtasıyla üretilen gerçekliğe karşı mücadelenin yöntemleri içinde bulunulan duruma göre değişmekle birlikte genel çerçevede şu söylenebilir: farklı bir söylem yaratabilmek, karşı tarafın söylemi içinde hapsolmamak ve bu konuda ısrarcı olmak…

Toplumsal mücadelede farklı söylem oluşturabilmek son derece önemlidir.

Alternatif söylemin etkin olabilmesi için öncelikle inandırıcı olması gerekir. Kendisini sadece karşı söylemin eleştirisiyle sınırlandırmaması, inandırıcı alternatif söylemi ortaya koyabilmesi gerekir.