Şuanda 283 konuk çevrimiçi
BugünBugün1568
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15536
Bu ayBu ay15536
ToplamToplam10483960
Referandum sonrası: Gerçekçi olmak zor iş... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazartesi, 17 Nisan 2017 09:31


 

 

Gerçekçi olmak olup biteni mümkün olduğu kadar olduğu gibi görebilmek, kendinin ve başkalarının konumunu gerçekçi tahmin etmek ve buna göre tavır almaktır. Yüzde yüz gerçekçilik olmaz çünkü değerlendirmelerde subjektif faktörün bulunmaması mümkün değildir. Bu nedenle yüzde 70-80 oranında gerçekçi olmanın ilerisine ulaşılamaz ama bu kadarı son derece iyidir.

Referandum öncesinde uygulanan baskıları bir yana bırakacak bile olsak, referandumda hile yapıldığı ortada. YSK açıkça seçimde oy kullanma –referandum için de geçerlidir- yasasını çiğneyerek Evetçileri kazandırmıştır. Ek olarak çok sayıda ihlalin görüntülerine internet üzerinden ulaşmak mümkündür.

YSK’nın “Mühürsüz oy pusulalarının dışarıdan getirildiğini ispat edin” savunması komedi bile değildir. Başka nereden gelmiş olabilir? Bulunduğumuz yerde birdenbire üç sinek dolaşmaya başlarsa, bunlar dışarıdan gelmiştir. Odaya nereden nasıl girdiklerini kanıtlayamayız ama odada sinek üreten mekanizma olmadığına göre, dışarıdan gelmiştir.

YSK’nun durumu yeni sayılmaz çünkü ülkedeki bütün yargı organlarının, karar mercilerinin taraflı oldukları daha önce defalarca görülmüştü. Ülkede AKP’ye dokunmayacak konularda hukuk vardır, ötesinde ise aramayın.

Referandum sonrasında söylenebilecek en iyi söz, “Bu sonucu tanımıyoruz” olmalıdır. Bunu söylemek kolaydır da gereğini yapmak gerekir.

CHP bunu söyleyemez ve hala bu partiye şöyle ya da böyle umut bağlayanlar için “Allah –varsa eğer- akıl fikir versin” demekten başka söylenebilecek şey bulunmuyor.

CHP gereğini yapamayacağı için böyle bir tutum alamaz. Gereğini yapmak, en büyük “hayır”cı güç olarak referandum sonrası ortaya çıkan düzeni tanımamak demektir ve CHP de bunu yapamaz.

Bu durumda “referandum şaibelidir, peşini bırakmayacağız” gibi açıklamaların ötesine geçemeyecektir.

AKP de böyle olacağını biliyor zaten. CHP biraz daha kararlı olabilseydi karşıdakiler bu kadar pervasız olamazdı.

Geldik diğer kesime…

Hayır diyen MHP’lilerden de fazla bir şey yapmaları beklenemez; bağırıp çağırmanın ötesine gidemezler. Yapabilecekleri en iyi şey Meral Akşener’in sağda yeni bir parti kurmasıdır. AKP ile ittifak içindeki MHP’liler bunu engellemek için her şeyi yapacaktır kuşkusuz.

Akşener’e yarım sayfa ayıran Frankfurter Rundschau gazetesi kendisini “Türklerin Marine Le Pen”i olarak tanımlamış. Marine Le Pen, Fransa’daki Ulusal Cephe’nin (Front National) cumhurbaşkanı adayıdır. Bu parti ırkçı ve gerici özelliklere sahiptir. Gazete Akşener’in içişleri bakanlığı yaparken Kürtlere yönelik gerçekleşen çok sayıda infaz eyleminin sorumluluğunu taşıdığını da belirtmiş.

Akşener de kısa süre önce bir soru üzerine bu uygulamayı savunmuştu, hatırlarsınız.

Gazete bir noktayı daha belirtmiş ki doğrudur: Türkiye’de muhalefetin iki önderi bulunuyor; hapisteki Selahattin Demirtaş ve Meral Akşener.

Haklı olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu ciddiye almamışlar.

Akşener’in lakabının “Asena” olduğunu da eklemişler. Asena Türk mitolojisinde Ergenekon’dan çıkılırken yol gösteren dişi kurttur.

Kararlı ve yetenekli bir kadın ama yeni partide çıkarılacak engelleri ne kadar aşabilir, göreceğiz.

Burada kendimize yönelik iki laf etmek gerekiyor.

Darbe teşebbüsünün ardından “Usta Bir Politikacı Olarak Erdoğan” başlıklı bir yazı yazmıştım. Yıllarca Fettullahçılarla iç içe çalışıp, onun kadroları aracılığıyla devletin değişik kademelerini ele geçirip, Fettullahçılarla birlikte Ergenekon operasyonunu uygulayarak ordunun politikadaki ağırlığına son verip ardından da darbeyi kullanarak bu kesimi tasfiye etmek; usta bir taktikçi olunduğunu gösterir.

Ek olarak Fettullahçıların önemli bölümü de Reis’e biat ederek saf değiştirdiler. Onlara kapı kapatılmadı, sadece biat etmeleri istendi.

Erdoğan ile ilgili yazım soldan bazı kişilere dokunmuş. Onlara göre Erdoğan usta politikacı olamazmış!

Yıllar önce Server Tanilli’nin “Solculuk ve salaklık üzerine” başlıklı bir yazısı vardı, içeriği konumuzdan değişikti ama aynı başlık kullanılabilir.

Andre Malraux’nun Çin’deki savaşın anlatıldığı “İnsanlık Durumu” romanında şöyle bir bölüm vardır, özetleyerek aktarıyorum: savaşan taraflardan birisinin kumandanı diğer tarafın militanlığını ve savaş taktiklerini takdir etmektedir ve şöyle düşünür: “Olarla karşılıklı oturup saatlerce konuşmayı ve ardından hepsini kurşuna dizdirmeyi çok isterdi!”

İşte budur! Rakibin takdir edilecek yanını belirtmek onu övmek değil, gerçekçi olmaktır. Durumu yanlış analiz ettiğinizde ise, Orhan Gencebay’ın bir şarkısındaki gibi, “Yediğiniz silleleri sayamazsınız!”

Devam edelim…

Bu referandumun meşru olmadığını ilan edebiliriz ve etmeliyiz de…

Bunu yapmak kolay da sonra ne yapılacaktır?

Bir fıkra anlatarak devam edeyim:

İri yarı bir adam iş seyahatinden eve erken dönünce eşini başka bir adamla –nasıl denir- “uygunsuz vaziyette” yakalamış. Adam da çok zayıf birisiymiş. Neyse işte, iri yarı adam modern bir tip; bizde adet olduğu üzere ikisini de öldürmek yerine hemen boşanmaya karar vermiş. Adama sormuş:

“Adın ne senin?”

“Mülayim.”

“Yahu sen sert olsan ne olur?”

Sosyalistlerin gücü belli, kendimize ve inandırabilirsek başkalarına ajitasyon yapmanın gereği yok. Aziz Nesin’in Zübük romanındaki gibi büyüğün gölgesinde yürüyüp kendini büyük sanmanın alemi de yok; gerçekçi olmak gerek.

Olayların hızlanacağı, Reis ve partisinin sıkışacağı, baskının artacağı daha sert bir ortama giriyoruz. Muhalefet imkanları genişliyor. Bu arada ekonomik krizin iyice görünür duruma geleceğini de eklemek gerekiyor.

Gücünü abartmadan bu ortamda yol almak gerekiyor.

İmkanlar artıyor ama uçmayalım!

Son konu Avrupa’da HDK-A ile ilgilidir.

Avrupa’daki seçim sonuçlarına bakıyorsunuz ve ister istemez “HDK-A var mıydı?” diye soruyorsunuz. Almanya’da evet yüzde 63, Fransa’da 64, Hollanda ve Belçika’da 70, İsviçre’de yüzde 40…

Rakamları yuvarlak olarak verdim.

Almanya’da Kasım seçiminde AKP’nin oy oranı yüzde 60 idi, buna biraz da MHP oyu etlenince 63 olmuş. Hayır 36-37 ama bunun yüzde 22’si –önceki seçimde olduğu gibi- HDP ise, kalanı da CHP ve bir miktar MHP oyudur.

Bu kadar çalışmanın sonucu böyle olmamalıydı, demek ki çalışmamızda ciddi eksiklik bulunuyor. Koşturmak iyidir de sonuç almak gerekir.

Avrupa’da belirleyici ülkeler açık ara ile Almanya, ardından Hollanda, Belçika, Fransa ve İsviçre’dir. Oy kullanma hakkına sahip TC vatandaşlarının büyük çoğunluğu bu ülkelerde yaşıyor.

İsviçre’deki yüzde 60 hayır oranı şaşırtıcı değil yeni de değil… Bu ülkede –diğerlerinin aksine- politik mülteciler TC pasaportlu kitle içinde önemli bir oran oluşturur. Zemin uygun, üzerine de politik çalışma gelince bu sonuç alınmıştır.

Benzer bir durumu daha yüksek Hayır oranıyla İngiltere’de de görmek mümkündür.

Daha fazla gerçekçi olmaya çalışalım…

Durumu kendi istediğimiz yönde değiştirmenin ilk şartı, kendimizi ve başkalarını gerçekçi değerlendirmektir.

 

Son Güncelleme: Pazartesi, 17 Nisan 2017 13:17