Şuanda 172 konuk çevrimiçi
BugünBugün1520
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15488
Bu ayBu ay15488
ToplamToplam10483912
Sömürgecilik öncesi Afrika PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 03 Mayıs 2017 19:20


 

 

“Şu derse gireyim, hoşuma giderse alırım” diye düşünmüştüm. Dört ders fazla olacaktı, ama olsun. Derse girdim, acayip hoşuma gitti ve almaya karar verdim. Dersi veren kişi Alman ve etnoloji alanında on yıldır Gana’da araştırma yapıyormuş. Afrika ili ilgili metinlerin büyük çoğunluğu öncelikle İngilizce, ardından Fransızca geliyor. Böyle bir konuyu Fransızca anlayabilecek insan sayısı fazla değil ama Almanya’daki üniversite öğrencileri için İngilizce sorun değil. Adam dersi İngilizce anlatıyor, soru soranlar İngilizce soruyor; İngilizce ifade yetersiz kaldığı zaman Almancaya dönülüyor ama bunun için istisna diyebilirsiniz.

Derste özellikle ilgimi çeken Afrika’daki kimliklerin sömürgecilik öncesi döneme referans verilerek yeniden kurulması oldu. Kimliklerin dedim çünkü “Afrika kimliği” türünden bir belirleme yanlıştır. Dışarıdan bakılınca tek gibi görünebilir ama kıtada farklı ulusal ve dinsel kimlikler bulunuyor.

Latin Amerika’da da böyledir. Brezilya dışındaki bütün ülkelerde İspanyolca konuşulur ama mesela Arjantin ve Bolivya farklı ülkelerdir. Arjantinli olan Che Bolivya’da yakalandığında “yabancı bir ülke topraklarında silahlı mücadele yürütmek”le suçlanmıştı. Küba daha önce Che’ye vatandaşlık hakkı vermişti. Kendisi Granma ile Sierra Maestra’ya çıkarak gerilla savaşını başlatan Kübalılar arasındaki tek yabancıydı.

“Afrika neresi?” sorusu önemlidir. Kıta olarak bakarsanız coğrafi sınırlar bellidir ama tarih boyunca yapılan tanımlar açısından bakılırsa hiç de böyle değildir. Tarih boyunca Afrika, Sahra’nın güneyi olarak anlaşılmıştır ya da başta Mısır olmak üzere Kuzey Afrika, Afrika’dan sayılmamıştır. Bu bölgenin dış güçler tarafından işgal edilmesi de kıtanın geri kalanına göre öncedir. Önce Araplar ardından da Osmanlılar tarafından işgal edilmiştir.

Sahra’nın güneyindeki ülkeler bir süreden beri sömürgecilik öncesini referans alarak kendi tarihlerini yeniden kuruyorlar. Bu durumda sömürgecilik, etkileri ne kadar ağır olursa olsun, sömürgecilik öncesi Afrika ile sömürgecilik sonrası bağımsız devletler arasında bir çeşit ara dönem olarak yer alıyor. Burada da tarihte, yaşanılan büyük karmaşalarla birlikte süreklilik bulunuyor.

Benzer bir örneğin Rusya örneğinde de bulunabileceğini başka bir yazıda belirtmiştim. Çarlık Rusyası-sosyalizm-kapitalist Rusya arasında önemli farklılıkların yanı sıra güçlü benzerlikler de bulunur.

Türkiye Cumhuriyeti için de benzer bir ara dönem gerçekleşecek mi, göreceğiz. Osmanlı İmparatorluğu-TC’nin ilk dönemi (1923-1946), ardından 1947-2017 ve resmi olarak başkanlık sistemine geçilerek yeniden ilk döneme dönüş. Şimdi yaşanılmaya başlanılan “başkanlık sistemi”, tarihte “Ebedi Şef (Atatürk) ve “Milli Şef (İnönü)” dönemine dönüş gibidir. Şartlar farklı, dünya aynı dünya değil ama arada önemli benzerlikler de bulunuyor.

Afrika konusunda ilgimi çeken ikinci konu, geçmişin icat edilmesi ya da bulunmasıdır.

Afrika’da bunu yapmak daha kolay çünkü uzun bir döneme ait yazılı belgeler bulunmuyor; sözlü tarih gündemdedir. Bu da geçmişin uydurulmasını kolaylaştırıyor.

Osmanlı tarihi için aynı durum söz konusu olmamakla birlikte dönemine göre bu tarihin değişik yorumlanması gerçekleşiyor. Cumhuriyet Türkiyesinin başlıca özelliklerinden bir tanesi Osmanlı’dan kopuştur. Bir süreden beri ise farklı bir yorumla geri dönüş söz konusudur. Bu tarih olduğu gibi ortaya konulmaz; bazı yönler geriye itilirken, diğerleri öne çıkarılır. Viyana kapılarına kadar dayanan Osmanlı ordusuna sıkça atıf yapılırken, Çarlık Rusyası karşısında bir yenilgiden ötekine sürüklenilmesinden söz edilmez.

Afrika’daki sömürgeciliğin bir bölümü dünya çapında gerçekleşenden farklı değildir: ülkenin işgal edilmesi, yer altı kaynaklarına el konulması, talan ve işgücünün yoğun sömürüsü… Osmanlı İmparatorluğu, Fransa, İngiltere, Portekiz, Hollanda, Almanya ve başka bazı ülkelerin Afrika’da sömürgeleri bulunuyordu. Büyük pay İngiliz ve Fransızlara aittir.

Afrika’daki sömürgeciliğin özel yanı ise köle ticaretidir. Çok sayıda Afrikalının köle yapılarak ülkesinden uzaklara götürülmesidir. Portekizliler, İngilizler, Fransızlar ve Araplar bu ticaretin başlıca aktörleridir.

Geniş bir konu ve benim de öğrenmem gerekiyor. İki ay kadar sonra konuyla ilgili bir sunum yapmam gerekiyor, ardından da bu sunum yazılı çalışma haline getirilecek. “Afrika’da kölecilik” konusunu aldım. Anlatacağım genel olarak kıtadaki köleciliktir; ülkelere göre değişen örnekleri başkaları anlatacak… Bunların arasında islamın köle ticareti sicilinin yanı sıra Batı Afrika’daki ilk cihad hareketi de bulunuyor.

Afrika’daki köleciliğin önemli bir bölümünü Atlantik üzerinden yapılan köle ticareti oluşturuyor. Bu ticaret 15. yüzyılda başlıyor ve yaklaşık 400 yıl sürüyor. Özellikle genç erkekler yakalanıp köle yapılıyor ve Atlantik üzerinden gemilerle Brezilya ve Amerika’nın değişik bölgelerindeki tarım işletmelerinde çalıştırılmak üzere taşınıyor.

Buna ne gerek var, diye sorulabilir. Orta ve Güney Amerika İspanyollar ve Portekizliler tarafından sömürgeleştirilmiş durumdadır. Bu bölgedeki Aztek, Maya ve İnka gibi büyük uygarlıklar yıkılmıştır. Bu alanda köleciliği uygulamak varken Afrika’dan köle getirmenin ne gereği var?

Ekonomik olarak bakarsanız böyle düşünülebilir ama gerçek durum farklıdır.

İspanyol ve Portekiz sömürgeciliği döneminde Güney ve Orta Amerika nüfusunun yaklaşık yarısı hayatını kaybediyor. Bunun küçük bir bölümü savaşlarda gerçekleşiyor, büyük bölümü ise hastalıktan ölüyor. Avrupalılar kıtaya burada bulunmayan ve dolayısıyla da yerli nüfusun bağışıklık kazanmadığı mikropları taşıyorlar ve bunlar nüfusu kırıp geçiriyor.

Avrupalıların da başı “yerli mikroplarla” dertte çünkü tropik iklime alışık değiller.

Bu durumda Afrika’da özellikle ekvator civarındaki alanda yaşayan insanları köleleştirip uzak kıtaya, Amerika’ya taşımak kazançlı bir iş durumuna geliyor.

Kaç kişinin götürüldüğü ancak tahmin edilebiliyor: 1450-1600 yılları arasında 367.000 kişi, 17. yüzyılda 1.868.000 kişi, 18 yüzyılda 6.133.000 kişi ve 19. yüzyılda 3.330.000 kişi. Toplam olarak yaklaşık 12 milyon kişi denilebilir. Bu rakamlar sadece Batı Afrika’dan yapılan Atlantik üzeri köle ticaretiyle ilgilidir. Doğu Afrika’dan Arap ülkelerine ve Çin’e kadar yapılan köle ticareti ile keza Kuzey Afrika’da Araplar ve ardından Osmanlıların yaptıkları köle ticareti bu rakamlara dahil değildir. Esas belirleyici olan Atlantik üzerinden yapılan köle ticareti olmakla birlikte, diğer alanlardaki ticaret de önemsenmeyecek kadar az değildir.

Bu kadar çok sayıda insanın köyünden, ailesinden kopartılarak onları bir daha göremeyeceği kadar uzaklara götürülmesi ne demektir, gidenlerde ve kalanlarda nasıl bir travma yaratır, herhalde tahmin edilebilir.

Bu ticareti biraz öğrendiğinizde çok sayıda tarihsel olayı birbirine bağlamak kolaylaşır. Köle ticaretinin hedeflerinden bir tanesi Küba’dır. Bu ülke nüfusunun bir bölümü Afrikalıdır ve bu nedenle de Küba kıtaya büyük ilgi göstermiş, 1970’li yıllarda Angola’daki kurtuluş savaşına –MPLA’nın safında- askerleriyle katılmıştır.

Che Guevara’nın 1965’te Kongo’daki başarısız gerilla savaşı da bu çerçevede değerlendirilebilir.

Atlantik üzerinden yapılan köle ticaretinin önemli özelliği; sadece sömürgecilikle değil, Afrikalılarla da ilgili olmasıdır. Batı Afrika’daki dönemin devletleri –özellikle Gana- sömürgecilik ticaretinde önemli rol oynar. Ülkenin yanı sıra çevreye yapılan seferlerle genç erkekler yakalanıp köle tüccarlarına satılır. Yasalar bu ticareti teşvik edecek tarzda değiştirilir. Savaş esirleri, şu veya bu suçu işlemiş olanlar, borcunu ödeyemeyecek duruma düşenler köle yapılır ve satılır. Karşılığında ateşli silahlar, kumaş, içki ve para alınır.

Sömürgeciler önemli oranda kıyıda bulunur, özellikle de ilk yıllarda durum böyledir. Kıta içlerine sefer yapıp, genç erkekleri yakalayıp bunları sömürgecilere satanlar yine Afrikalılardır.

Atlantik üzerinden köle ticareti hem sömürgeciler hem de Afrikalıların bir bölümü için büyük kazanç kaynağı olmuştur. Devlet memurları, yerel yöneticiler ve belirli aşiretler köle ticaretinden büyük para kazanır.

ABD ve kıtanın diğer ülkelerindeki siyah nüfusun kaynağı bu köle ticaretidir.

Atlantik köle ticareti dünya tarihini derinden etkilemiştir denilebilir.

Benim konum değil ama islamiyetin köle talimatnameleri bile bulunuyor.

Başlangıçta sadece genç erkeklerle sınırlı olan köle ticareti, sayının azalması üzerine giderek kadınlar ve çocukları da kapsıyor. Atlantik üzerinden birkaç ay çok kötü şartlarda deniz yolculuğu yapmak zorunda kalan kölelerin yaklaşık onda biri yolda ölüyor. İyi çalışamaz olarak değerlendirilenler okyanusta balıklara atılıyor.

İnsanlık tarihinin korkunç bir dönemi…

Şimdi gel de öğrenme…

Son Güncelleme: Çarşamba, 03 Mayıs 2017 19:21