Şuanda 169 konuk çevrimiçi
BugünBugün1519
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15487
Bu ayBu ay15487
ToplamToplam10483911
Komünistler ve ırkçılık PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cuma, 09 Haziran 2017 20:31


İnsan her zaman istediği konuyla ilgilenemiyor. Hangi konudan söz ediyorsun derseniz, Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde (DAC) ırkçılık ve yabancı düşmanlığı diyeceğim… 10-12 yıl kadar önce bundan söz ettiğimde, “Olur mu öyle şey!” diyenler hayli fazlaydı. DAC için anti faşizm devletin temellerinden bir tanesiydi. O ülkede tekelci sermaye mülksüzleştirilmiş de olduğuna göre, ırkçılık ve yabancı düşmanlığından nasıl söz edilebilirdi?

Cevap kolaydı. DAC’nin Federal Almanya olarak bilinen Batı’ya katılması ve ortadan kalkmasının ardından eski DAC bölgesinde ya da Almanya’nın doğu eyaletlerinde göçmenlere ve ilticacılara yönelik saldırılar adeta patlama yapmıştı. Bu olaylar doğuya özgü değildi ama doğunun bambaşka bir geçmişi vardı. Bu nedenle de farklı olması gerekirdi.

1992’de ya da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından üç yıl sonra eski DAC bölgesinde bulunan Rostock Lichtenhagen’da bir mülteci yurdu Nazilerin saldırısına uğrar. Yurtta yangın çıkarılır.

Diyelim ki bu Nazilerin önemli bölümü batı eyaletlerinden gelmişti. Peki ama sokağa çıkıp saldırganları sloganlarla destekleyen kasaba halkı da mı dışarıdan gelmişti?

Buna benzer başka olaylar da olacaktı.

2003 ya da 2004 yılıydı. Esas kitlesi doğu eyaletlerinde bulunan Demokratik sosyalizm Partisi’nin (PDS) Frankfurt’taki il yönetimindeyim. Rostock’ta partinin büyük bir toplantısı vardı ve ben de gittim. Toplantı bittikten sonra trene binmek için gara giderken, “Aman bu kentte dikkatli ol” dediler. Ben de “Merak etmeyin, derim, bende yabancı tipi yok.”

Gara gittim, treni bekliyorum. Kadının birisi sürekli bana bakıyor. Derdini anladım, merak ediyor. Burada yabancı olduğum belli de hangi yabancı çıkaramadı.

Büfeye gidip göstererek bir Hürriyet aldım. Nasıl bir nefret vardı kadının suratında, bu kadar olur. Ben de pis pis bakıp trene bindim. Büyük ihtimalle eski bir komünistti, belki hala böyleydi.

Bu olay konuya olan ilgimi artırdı. Bu arada konuyla ilgili yayınlar da başlamıştı. Yapılan istatistikler eski DAC eyaletlerinde yabancı düşmanlığının hayli yüksek olduğunu gösteriyordu. Bazıları çok az yabancının yaşadığı bu bölgede ortaya çıkan bu düşmanlığa şaşıyordu ama ben şaşırmadım. Bilinen bir şeydir, halkların bir arada yaşadığı yerlerde düşmanlık daha azdır.

Böylesine yaygın bir düşmanlığın gizli biçimde DAC döneminde de bulunması gerekirdi. Bu durum birkaç yılda ortaya çıkmış olamazdı, mutlaka geçmişi olmalıydı.

Anti faşizmi devlet politikasının bileşenlerinden birisi haline getirmiş bir ülkede böyle bir durum nasıl olabiliyordu?

Bu durum eski DAC’ye özgü de değildi. Eski sosyalist ülkelerin tamamında ırkçı akımlar gelişiyordu, bazılarında neredeyse patlama yapmıştı. Bu olgunun son birkaç yılda ortaya çıkmış olması mümkün değildi, mutlaka daha önce de vardı. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı sosyalizme eklemlenerek yıllarca yaşamış olmalıydı.

DAC tarihiyle ilgili olarak okuduğunuzda bu durumu açık olarak görebiliyorsunuz. 2005’te yayımlanan 1989 Berlin Duvarı adlı kitabımın ana konusu bu değildi ama son bölümünde kısaca söz etmiştim. Daha sonra da fırsat buldukça konuyla ilgili olarak okudum.

DAC faşizmin kültürüyle hesaplaşamamıştı. Suçu tekelci kapitalistlere yükleyince konu kapanmıyordu. Batı Almanya 68 hareketi sonrasında yakın geçmişiyle hesaplaşmayı –eksiklerine rağmen- daha iyi yapmıştı, DAC yapamamıştı.

Bu genel belirlemeden hareket ederek somuta indiğinizde durum daha iyi ortaya çıkıyordu.

Batı Almanya gibi DAC’nin de yabancı işçiye ihtiyacı olmuştu. DAC’ye bu işçiler Vietnam ve Angola’dan gelmişti. Nasıl araştırma yaparsınız bu durumda? İki ülkedeki yabancı işçilerin durumlarını düzenleyen yabancılar yasasına bakabilirsiniz mesela… DAC’deki yasa batıdakinden daha kötüydü. İş akdi sona eren geri dönmek zorundaydı, ailesini getiremezdi. DAC’de yabancı işçiler Batı’daki işçilerin de bir dönem kaldıkları gibi barakalarda ve toplumdan tecrit edilmiş durumda kalıyorlardı. Batı’da aileler gelmeye başlayınca barakalardan evlere çıkılacak ve toplumla karışma başlayacaktı. DAC’de ise böyle olması istenmiyordu.

Konuyu epeyce biliyorum ama iyi bir yapıt hazırlayabilmek için yirmi kadar kitap okunması gerekiyor. Bunların sayısı da sürekli artıyor. Son alarak Doğu Almanya’da Antifa’nın 30 Yılı (30 Jahre Antifa in Ostdeutschland) adlı bir kitap çıktı. Antifa, anti faşizmin kısaltılmışıdır. Ülkenin batı bölümünde yıllardan beri örgütlüler. Görüşleri ağırlıkla anarşizme yakındır ve nazi gruplarının baş belasıdırlar. Bu grubun doğu eyaletlerindeki 30 yıllık faaliyetini inceleyen kitap önemli tabii…

Aldım, bir ara okurum herhalde…

Tekelci burjuvazinin iktidarını yıktınız, üretim araçlarını kamulaştırdınız, ekonomiyi ve toplumsal yapıyı sosyalist olarak örgütlediniz. Eğitime önem verdiniz ve sosyalist eğitim yapıyorsunuz…

Ama yetmiyor işte…

Sonuna kadar Hitler’i ve partisini desteklemiş bir halkın özeleştiri yapması yetmiyor, kendisiyle yüzleşmesi gerekiyor. Bunu yapmadınız mı, faşizmin kültürü değişik oranlarda kalıyor ve sosyalizme eklemlenerek varlığını sürdürüyor. Kendisini faşist veya ırkçı olarak göstermiyor tabii ki ama görünenin üstünü biraz kazıdığınızda gerçek de ortaya çıkıyor.

PDS 2005’de SPD’den ayrılanlarla birleşerek Sol Parti adını aldı. Bu partinin doğu eyaletlerindeki tabanıyla bu alanda örgütlü Nazi partisi NPD’nin tabanının karşılıklı geçişlere uygun olduğu söylenir. Baştan reddedilen bu durum daha sonra Sol Parti’nin o bölgedeki örgütleri tarafından da kabul edildi. NPD bu arada hayli zayıfladı, yerini AfD (Almanya İçin Alternatif) aldı. Bu parti NPD’nin aksine Batı’da da örgütlü ve Eylül ayında yapılacak federal seçimde parlamentoya girmesine kesin gözüyle bakılıyor.

Sol Parti yıllardan beri üyeleri arasında ırkçılığa karşı seminerler düzenliyor. Başarı da kazanıyor bu konuda ama geçmişten miras kalan durum da böyle işte… Bir bölüm seçmen Sol Parti ile ırkçı bir parti arasında yer değiştirmeyi sürdürüyor. Bazen birisine bazen diğerine yöneliyor. AfD yükselmeye başlayınca Sol Parti’den ve kendilerini komünist olarak tanıtan bazı politikacılar mültecilere karşı tavır almaya başladılar. Parti merkezi bu görüşlerin kendilerini bağlamadığını açıklamak zorunda kaldı. Duvar yıkılalı 28 yıl oldu ama durum hala böyle…

Yıllarca dünyaya kapalı olarak yaşayan bir toplum yabancıya yabancı ve hatta düşman oluyor.

Macaristan, Polonya, Slovakya’daki durumu iyi bilmiyorum ama görülen bu ülkelerde de benzeri bir durumun var olduğudur. Bu ülkeler mülteci almayı reddettiler mesela…

Komünistlerin bir bölümü pekala ırkçı olabiliyor. Bunu adıyla ve açık olarak yapmıyorlar ama biraz incelediğinizde durum görülebiliyor.

Daha yakın örnek arıyorsanız bizdeki sosyalistlere de bakın derim…

Komünizm ve ırkçılık asla birbirine uymaz diye kendimizi kandırmayı bırakıp pratiğe bakalım. Münferit örnekler olabilir, bunlardan bir şey olmaz, ama gördüklerimiz münferitin hayli ilerisindedir. Tek ülkeyle sınırlı da değildir.

 

O zaman bu durumu ortaya çıkış nedenleri ve çıkış mekanizması hakkında kafa yormak gerekir…