Şuanda 425 konuk çevrimiçi
BugünBugün1650
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15618
Bu ayBu ay15618
ToplamToplam10484042
Devlet olmadan olmuyor! PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazartesi, 03 Temmuz 2017 22:08


Marksizmin ekonomik teorideki en önemli eksiği, devletin rolünü yeterince dikkate almamış olmasıdır. Kapitalist ekonomi devlet olmadan çalışmaz. Devletin varlığının gerekliliği düzeni koruyacak, sömürünün sürmesini sağlayacak ordu ve polis gibi baskı aygıtlarının ötesindedir.

Kapitalizm yasaları ve kurumları gerektirir. Bankalar yasası, borçlar hukuku, firmalar yasası, miras yasası vd. olmadan işleyen bir kapitalizm gerçekleşemez. Bu yasalara uygun kurumlar vardır: bankalar, mahkemeler, değişik denetim kurumları vd.

Marx-Engels döneminde de devletin ekonomiye müdahalesi vardı ama zayıftı. Ticaret, yatırım ve çalışma yasası devletin varlığı olmadan düşünülemez.

Çarlık Rusyasında ise devlet esas olarak baskı gücünden oluştuğu için ekonomiye müdahalesi zayıftı.

Bu tür devletlerin varolduğu bir dönemde yaşadığınız zaman burjuva devlet analizini ciddiye almamanız normaldir. Bu devlet devrimle parçalanacak olduğuna göre ayrıntılı analizine ne gerek vardır?

1920’li yıllarda Gramsci tarafından analizi yapılan devlet ise farklı fonksiyonlara sahipti. Çok sayıda toplumsal işlevi vardı. Baskı aygıtı bu fonksiyonlardan sadece bir tanesiydi. Toplumun dışında ve ona yabancı bir güç değildi, birçok alanda toplumla iç içeydi. Eğitim, din ve aile devlet olmadan düşünülemez. Devlet toplumun üzerinde ayrı ve ona yabancı bir varlık değil, toplumun içindedir.

Devletin işlevi giderek arttı. 1950’li yıllarda önemli kapitalist ülkelerde devlet ekonomideki yatırımların yaklaşık yüzde 40’ına sahipti. 1970’lerden başlayarak bu oran hızla azalacak ve devlet iletmeleri özelleştirilecekti. Yine de devletin gerekli olduğu durumlarda ekonomiye yoğun müdahalesi söz konusudur. Bunun son örneği 2008 ekonomik krizidir.

1929-1933 krizinin uzun ve boyutlu olmasının önemli nedenlerinden bir tanesi de devletlerin yeterli müdahalede bulunmamasıydı. Bu durum 2008’de tekrarlanmadı. Devletler bankaların iflaslarına seyirci kalmadılar; kredi politikasını değiştirdiler, panik yaşanmaması için tasarruf sahiplerine güvence verdiler, gerektiğinde bankalara el koydular. Devlet müdahalesi olmasaydı 2008 pekala 1929-1933’ün tekrarı olabilirdi, olmadı.

Kapitalizmin kendi kendine işleyebileceği hayalden ibarettir. Tarihinin hiçbir döneminde kapitalizm ekonomik yasalarla işlememiş, devletin gözetim ve denetimine sürekli ihtiyaç duymuştur.

Devlet de her zaman burjuvazinin genel çıkarlarını savunmaz, bir bölümünün çıkarını daha öne de alabilir. Bunu ülkemizin yakın tarihinde açık olarak görmek mümkündür. “Anadolu Kaplanları” olarak bilinen ve inşaat ve tekstil sektörüne yığılmış olan burjuvazi AKP döneminde uygulanan yoğun teşvik politikasıyla büyümüştür. Bu burjuvazi cumhuriyet tarihi boyunca ön planda olmuş İstanbul burjuvazisinden farklıdır.

Bu tür örnekler ortayayken hala “devlet hakim sınıfların baskı aygıtıdır” ve “devlet burjuvazinin genel çıkarlarını savunur” gibi ezberlenmiş cümleleri tekrarlamak anlamsızdır. Devlet baskı aygıtıdır ama bambaşka işlevlere de sahiptir. Eğitimin dincileştirilmesi, dinin toplumun bütün alanlarına girmesi, farklı bir kültürün hakim kılınmaya çalışılması ancak devletin yoğun çaba ve desteğiyle mümkün olabiliyor.

Burjuvazi sadece aşağıdan yukarıya doğru gelişmez, bunun tersi de gerçekleşebilir. “Anadolu Kaplanları”nın gelişmesi bunun son örneğidir denilebilir.

Benzer bir durumu reel sosyalist ülkelerde burjuvazinin hakimiyet sürecinde de görebiliriz.

Bu ülkelerde burjuvazi tabandan gelişip ardından devleti ele geçirmemiştir; yukardan aşağıya gelişmiştir. Komünist partilerinin üst ve orta kademelerinde yoğun olarak yaşanılan saf değiştirme sonucu önce yasalar değiştirildi. Kapitalizmin ihtiyaç duyduğu, onlarsız işleyemeyeceği yasalar çıkarıldı. Kredi, bankalar, borçlar, iş piyasası yasaları gibi… Miras yasası da çıkarıldı. İstediğiniz kadar şu veya bu yolla zenginleşin, miras bırakmanız mümkün olmuyorsa, bunun adı kapitalizm olamaz. Kapitalizmde miras önemlidir, geçmişten devralınan zenginlik önemlidir.

Yasaların değiştirilmesinin ardından devlet imkanlarını ellerinde tutanlar hızla zenginleştiler. Bunun yolu devleti soymaktı ve öyle de yaptılar.

Reel sosyalizm sonrasındaki kapitalizmde burjuvazi küçükten büyüğe doğru bir gelişme süreci izlemedi, doğrudan oligark denilen büyük zenginler oluştu.

Tabandan da ciddi bir muhalefet gelmeyince kapitalizmin toplumun her alanında hakim olması ciddi bir aksama olmadan gerçekleşecekti.

Önce devlet, sonra kapitalizm sürecine genellikle “politik kapitalizm” adı verilir. Üst yapı kapitalist, altyapı sosyalisttir. Ekim devrimindekine göre tersi bir durum söz konusudur. O yıllarda bir dönem üstyapı sosyalist –burjuvazinin iktidarı devrilmişti- altyapı ise –ülke çapındaki durum dikkate alındığında- yarı feodalizmden toprak devrimi yoluyla küçük meta üretimine geçişti.

Ekim sonrasında bir dönem üstyapı alt yapıdan ilerideydi, reel sosyalizm sonrasında ise bir dönem alt yapı daha ilerideydi.

Devletin dönüşümünün incelenmesi hem kapitalizmde ve hem de sosyalizm sonrası kapitalist toplumlarda büyük önem taşıyor. Bu inceleme alıntılar yapılarak gerçekleşemez. Önce bu toplumlar hakkında iyi bir bilgi birikimine sahip olmak gerekir. Bu birikime sahip olunmadan yapılacak analizler boştur.

Reel sosyalist ülkelerde burjuvazi nasıl iktidara geldi ve hızla zenginleşti sorusunu devlet analizini merkeze almadan cevaplandıramazsınız.

Aynı belirleme kapitalist toplumların bütün çeşitleri için geçerlidir.

Artık devletin esas olarak baskı aygıtlarından ibaret olduğu toplum kalmamıştır denilebilir. Bu konudaki son örnekler Küba’daki Batista ve Nikaragua’daki Somoza diktatörlükleriydi denilebilir. Her iki rejimin de meşruiyeti kalmamıştı ve esas olarak zora dayanarak ayakta durabiliyorlardı.

Şimdiki kapitalist toplumlar bu durumda değildir.

Dünyada birkaç örnek dışında kapitalist olmayan toplum kalmadığı için böyle diyorum.

 

Bu nedenle devleti anlamayanın kapitalizmi anlaması beklenemez.