Şuanda 385 konuk çevrimiçi
BugünBugün1935
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15903
Bu ayBu ay15903
ToplamToplam10484327
Eşitsizlik ama hangi çeşidi? PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 05 Temmuz 2017 18:38


Bugün üniversitede derste Piketty’nin 21. Yüzyılda Kapital kitabının 20 dakika kadar süren sunumunu yaptım. Önümdeki metne bakarak konuşmama rağmen 20 dakika sonunda yorulduğumu hissettim. Çaptan düşmüşüm yani!

Sunumla ilgili sorular ve görüşler bölümünde birisinin söyledikleri hayli ilginçti. Genellemelerle konuşmanın yanlışlığını bir kere daha anladım.

Konu 20. yüzyılda zenginleşen orta sınıfla birlikte gelir dağılımının değişmesiyle ilgiliydi. Avrupa ülkelerinde 1900-1910 yılları arasında toplumun yüzde 10’u ulusal zenginliğin yüzde 90’ına sahipti. Orta kademe yüzde 40 oranındaydı ve zenginliğin yüzde 5’ine sahipti. Kalan yüzde 50 de yüzde 5’e sahipti.

21. yüzyıl başında ise yüzde 10’un payı yüzde 60’a gerilerken, yüzde 40’ın payı yüzde 30 olmuş. Kalan yüzde 50 için ise değişen pek bir şey bulunmuyor; yüzde 10 olmuş.

Toplumun en alttaki yüzde 50’sinin yüz yıl önceki ve sonraki eşitsizliğini bu şekilde karşılaştırmak doğru değildir, çünkü yüz yıl arayla belirtilen iki eşitsizlik birbirinden farklıdır. Piketty bunu dikkate almamıştır.

Doğru bir belirleme, şöyle ki:

Yüz yıl önce toplumun alttaki yüzde 50’si için zorunlu ve parasız ilköğretim yoktu, keza üniversiteye kadar eğitim parasız da değildi.

İlköğretimden sonraki eğitimin durumu ülkelere göre değişiyor ama başlıca Avrupa ülkelerinde durum belirtildiği gibidir.

Üniversite eğitiminde durum değişiyor. İngiltere gibi ülkelerde üniversite eğitimi hayli pahalıyken, Almanya gibi ülkelerde ucuzdur. Ek olarak belirli bir yaşın üzerinde olmamak ve ailesinin de gelir durumu çok iyi olmamak şartıyla herkese yarısı karşılıksız kalanı düşük faizli burs da veriliyor.

Yüz yıl önce toplumun alttaki yüzde 50’si için parasız temel sağlık hizmeti bulunmuyordu. Başka ülkelerde nasıldır bilmiyorum ama Almanya’da hiç geliri bulunmayanın bile sağlık sigortası bulunuyor. Almanya’nın bu konuda tek olduğunu da sanmıyorum.

Keza asgari gelir güvencesi bulunuyor. Toplumda herkesin 800-900 Avro arasında değişen aylık asgari gelir güvencesi bulunuyor. Hiç geliri olmayan bu parayı alabiliyor, biraz geliri varsa bu miktara tamamlanıyor.

Aynı durum Fransa, İngiltere, İsviçre, Benelüks ülkeleri, Kuzey Avrupa ülkelerinde de bulunuyor.

Bu durumu dikkate almadan en alttaki yüzde 50’nin durumunu sadece gelir eşitsizliği temelinde değerlendirmek doğru değildir.

Eşitsizlik analizi yapılırken bu kavramın iyi tanımlanması gerekiyor. Karşılaştırma yapıldığında da karşılaştırılan yıllardaki eşitsizliğin aynı temelde tanımlanmış olması gerekiyor.

Bir de “parasız” konusunu açmak gerekiyor.

Mesela “eğitim parasız” denildiğinde bunun içeriğinin de belirtilmesi gerekiyor.

Sadece ilköğretim mi, yoksa üniversiteye kadar öğretim mi parasız?

Üniversite eğitiminde durum nasıl?

“Sağlık hizmetleri parasız” denildiğinde de bunun açılması gerekiyor.

Bazı sağlık hizmetleri parasız, bazıları ise pahalı olabiliyor.

Mesela diş çektirmek ve doldurmak parasız ama kırılan dişi yaptırmak hayli pahalı olabiliyor.

Genellemeler temelinde konuşmamak gerekiyor.

Son yüz yılda eğitimde müthiş bir yükselme var. Eğitim yüz yıl öncesine göre çok sayıda kişiye açıldı. Rosa Luxembourg 19. yüzyılın sonlarında Almanya’da kadın olarak doktora yapamadığı için İsviçre’ye gitmek zorunda kalmıştı. Benzeri bir durum artık çoktan geride kalmış olmakla birlikte üniversite eğitimi Almanya dahil birçok Avrupa ülkesinde sorun olmayı sürdürüyor.

Öncelikle sorun, üniversiteye kadar gelebilmek…

Almanya ve Fransa’yı biliyorum, lise eğitimi oldukça zordur. Üniversiteye giriş sınavı bulunmuyor, lisedeki notlarınıza göre istediğiniz bölüm sizi kabul ediyor veya etmiyor.

Burada sorun hem ekonomik hem de kültüreldir.

Üniversiteye kadar eğitim parasız ama çocuğun kurs alması gerekebilir, bu da para ister. Ya da evde dersleriyle ilgili sorularına cevap verebilecek düzeyde birisinin bulunması gerekir.

Okuma alışkanlığı son derece önemlidir. Üniversiteye girebilenler bile okumaktan sıkılınca bırakıyorlar. Kitap bulunmayan, günlük gazete girmeyen, dergi okunmayan bir evde büyümekle; bunların bulunduğu bir evde büyümek, gelir düzeyleri arasında fazla fark bulunmasa bile değişik sonuçlara yol açar.

Bu nedenle genellikle ailenin eğitim düzeyiyle çocuğun eğitim düzeyi arasında paralellik bulunur. Bu sadece ekonomik bir mesele değildir, aynı zamanda kültüreldir.

Küba’da eğitim ve sağlık hizmetleri parasız ama burada içerik olarak kastedilen nedir, bilgim bulunmuyor. Her durumda böyle bir belirleme Almanya için fazla çekici olmaz ama Latin Amerika ve benzeri ülkelerin yanı sıra ABD için bile çok sayıda insan açısından çekicidir.

ABD’de hele de üniversite eğitimi çok pahalıdır. Piketty ABD’de yüksek öğrenim harçlarının artışıyla süper manager kesiminin ücret artışı arasındaki paralelliği göstererek esaslı bir iş yapmış. Üsttekilerin kendilerini yeniden üretmesi böyle gerçekleşiyor. Üniversitelerine başkaları pek az oranda girebiliyor.

Sağlık konusunda ise herkese zorunlu sağlık sigortası yasasını çıkaran Obama yönetiminin bu uygulamasını Trump iptal etti.

Zihniyet çok farklı… Almanya’da herkesin sağlık sigortasının olması doğal bulunurken, ABD’de buna karşı hayli insan bulunuyor. Bunların küçük bir bölümü yüksek gelirli kişilerdir…

Sağlık sigortası denildiğinde içeriğine ayrıca bakılması gerekiyor tabii ama herkes için asgari oranda bile olsa zorunlu sağlık sigortası yine de önemli bir adımdır.

Burada Batı Avrupa ve ABD kapitalizmlerinin birbirlerinden farklılığı da görülebiliyor. Bu farklılık aynı zamanda önemli bir de kültürel temele sahiptir. ABD’de kişi yoksul ise, bu kendi suçudur. Bu da bir anlayış!

ABD kapitalizminde yoksulluk ve hapishaneye girmekle deri rengi arasında doğru orantı bulunuyor. Siyahlardaki oran genel ortalamanın hayli üzerindedir.

ABD muhalefetin Avrupa’ya göre zayıf olduğu bir ülkedir. Buna sendikalar da dahildir.

Nedenlerini anlatmaya bu yazıda girmeyeyim. Fiiliyatta halen süren ırk ayrımının yanı sıra göçmenlerin hızlı entegrasyonu da muhalefetin zayıflığında önemlidir. ABD bir göç ülkesidir ve yabancıyı çabucak içine alır, hele de o yabancı belirli yeteneklere sahipse… ABD’nin tarihi 250 yıl kadardır. Bu nedenle hiç kimsede tarihin derinliklerinden gelen ırksal özellikler aramaz. Önemli olan Amerikalı olmaktır, gerisi önemli değildir.

Göçmenler arasındaki yüksek derecedeki yoksulluğa rağmen, “belki ben de yapabilirim” umudu –başka bir deyişle Amerikan rüyası- zayıflayarak da olsa canlı kalabilmektedir.

İnsanların gelecekte durumlarının düzeleceğine yönelik umutları varsa, muhalefet zayıf kalıyor.