Şuanda 163 konuk çevrimiçi
BugünBugün2128
DünDün6244
Bu haftaBu hafta16096
Bu ayBu ay16096
ToplamToplam10484520
Eren Bülbül çocuk muydu? PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 13 Ağustos 2017 20:13


 

 

Konuyu biliyorsunuz: 15 yaşındaki Eren Bülbül Maçka’da güvenlik güçlerine PKK’lilerin yerini gösterirken çıkan çatışmada hayatını kaybediyor. Bir yandan “çocuk öldürdüler” denilirken, diğer yandan da “15 yaşındaki çocuk çatışmaya götürülür mü?” diye soruluyor.

15 yaşındaki kişinin çocuk olup olmadığı yoruma göre değişir.

Normal olarak çocuktur, henüz reşit olmamıştır, ama başka yorumlar da mümkündür.

8 yaşındaki kızların evlenebileceğini söyleyenler, Eren Bülbül için “çocuk” diyemezler.

12-14 yaşlarındaki kızların evlendirilmesine az rastlanılmayan bir ülkede 15 yaşındakine “çocuk” denilemez.

Bu ülkede 15-16 yaşlarında az olmayan sayıda erkek çocuğu evlendiriliyor.

Demek ki bazılarına göre bu yaşlarda çocukluk geride kalmış oluyor.

Burada çocuk olmayı ya da olmamayı işine geldiği gibi yorumlamak söz konusudur.

Aslına bakarsanız çok sayıda ülkede çocukluk bitmiş durumdadır. Çocuklar ağır işlerde çalışmalarının yanı sıra bazı ülkelerde askerlik de yapıyorlar.

Birleşmiş Milletler’in Kongo’daki çocuk askerlerle ilgili raporunda silah kullanma ve öldürme yaşının 10-12’ye kadar düştüğü görülüyor.

Eskiden kan davalarında cinayeti genellikle çocuklar işlerdi. 18 yaşından küçük oldukları için “çocuk suçu” gerekçesiyle daha hafif ceza alırlardı.

Küçük yaştan başlayarak kin ve intikam duygusuyla büyütülürler, ardından silah talimlerine başlarlardı. Sonra hedef kişi gösterilir ve öldürürlerdi. Fazla hapis yatmazlardı ve zaten istenilen de buydu.

İnce Memed hatırladığım kadarıyla 16-17 yaşlarında bir çocuktu.

Türk romanlarında çok sayıda çocuk kahraman vardır ve büyüklerinkinden pek de farklı olmayan sorunlarla boğuşurlar.

On yıldan daha önceki bir zamandı, bir olay gazetelere yansımış, bir kız çocuğu annesini vurarak öldürmüştü. Kız parasız yatılı sınavlarına girmek ve aileden kurtulmak istiyor, annesi ise engel oluyormuş. Sınav günü evden çıkması engellenince kız da babasının dolapta bulunan tabancasıyla annesini vurur, ardından gidip polise teslim olur.

Sonrası “olacak şey değil” denilebilecek bir gelişmedir: polis kızı önce sınava götürür.

Büyük bir şans, polisten hiç beklenmeyecek bir davranış…

Sonra psikologların devreye girdiğini biliyorum, ardından ne oldu bilmiyorum…

O zaman bu çocuk başkaldırısını gerçekten takdir etmiştim.

Bu olayla ilgili olarak “anne katili” belirlemesi yapan tiplere aldırmamak gerekir.

Böyle bir anneden doğmayı o mu istemişti?

Kendi tercihi olmadığına göre reddetmek hakkına sahiptir.

Kısa süre sonra Şebnem İşigüzel’in bu olayı konu alan “Kirpiklerimin Gölgesi” adlı romanı çıktı. Edebiyata pek zamanım olmuyordu ama hemen alıp okudum.

Roman olarak hoşuma gittiğini söyleyemem. Roman bire bir gerçek hayatı yansıtmaz ama kurguyu fazla abartılı bulmuştum.

Roman kahramanı kızın enfes bir cümlesi vardı: Şu dünyada kirpiklerimin gölgesi kadar yer yok bana!

Çaresizlik bundan daha iyi anlatılamaz.

Ne yapar bu durumdaki bir çocuk?

Ya kaderine razı olup siner…

Ya itiraz eder ama fazla ileriye gidemez, günün birinde uygun fırsat çıkacağını umut eder…

Ya da önemli bir dönemeçte engellenince çeker silahı, ne olursa olsun, diye düşünüp  vurur.

Bu müthiş bir cesarettir ve gittiği karakolda öyle polislere rastlaması da büyük şanstır.

Bu ülkede kadınlara yönelik erkek şiddeti haklı olarak sürekli gündeme gelir.

Çocuğa yönelik şiddette kadının rolünden ise hiç söz edilmez.

Çocuk genellikle hem erkeğin hem kadının şiddeti altındadır.

Çocukluk büyük oranda sona ermiş durumdadır. Yaşanmıyor, küçük çocukluktan büyümeden yetişkinliğe geçiliyor. Yaş olarak değil ama üstlenilen işler, yaşanılmak zorunda kalınan hayat olarak böyle oluyor.

 

Son Güncelleme: Pazar, 13 Ağustos 2017 20:33