Şuanda 278 konuk çevrimiçi
BugünBugün2178
DünDün6244
Bu haftaBu hafta16146
Bu ayBu ay16146
ToplamToplam10484570
Örgüt tarihi ve yıkama-yağlama faaliyeti PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Salı, 15 Ağustos 2017 20:11


1965 sonrasındaki devrimci süreçte yer alanlar önceki sosyalist kuşakların az yaptığı bir şeyi yapıyor; kendileri ve örgütlerinin tarihiyle ilgili olarak yazıyorlar. Bu son derece iyi bir gelişmedir. Eskiden beri şu nokta dikkatimi çekerdi: 1965 sonrasında 68’liler ve 78’liler olarak ikiye ayrılan kuşağın -88’liler de vardır ama onların ayrı düşünülmesi gerekir- iç ilişkileri keskin çelişkilerle doluydu. Bunların bir bölümü sol içi cinayetler olarak kendini gösterdi.

1965 öncesindeki sosyalist kuşaklarda bildiğim kadarıyla sol içi cinayet yoktu ama insanlar arasında gelişmiş bir düşmanlık vardı. Bunu o dönemden kalan az sayıda anılar okunduğunda görmek mümkündür. O dönemde tek örgüt vardı, TKP ve bütün düşmanlıklar bu örgüt çerçevesinde gelişiyordu. O günün şartlarında TKP’den ayrılmak ya da atılmak bitmekle eşdeğerdi.

1965 sonrasında ise büyük bir örgüt çeşitliliği görülür. Belirttiğim gibi iç ilişkiler hiç de dostça değildi ama şu veya bu örgütten ayrılmak ya da atılmak da sona ulaşmak anlamına gelmiyordu. Belki de bu nedenle bir dönem insanlar ve örgütler arasındaki ilişkiler ne kadar sert olursa olsun hatta karşılıklı olarak infazlar bile yaşanmış olsun, bir süre sonra ilişkiler daha yumuşak duruma gelebiliyordu.

Sürekli söylenir; devrimciler birlik olmalıdır…

O zaman sorunların çözüleceğini mi sanıyorsunuz?

Bu ülkenin sosyalist hareketinde yıllarca tek örgüt vardı. Legalde başka partiler ortaya çıkıp, kısa süre yaşayıp sonra kapansa ya da kapatılsa bile belirleyici olan örgüt her zaman TKP idi. O zamanki iç kavgalara ve keskin çelişkilere ise maşallah demek gerekir. Mesela Hikmet Kıvılcımlı’nın ölmek üzereyken Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ne zamanın TKP’sinin isteği üzerine alınmaması, Tito’nun Yuguslavya’sının kendisini kabul etmesi ve kısa süre sonra da ölmesini düşünün… Şimdiki sosyalist harekette böyle bir şey olabileceğini düşünmüyorum. Görüşlerine hiç katılmasalar bile yıllarca mücadele etmiş ve ölmek üzere olan bir sosyaliste diğerleri saygı duyar.

Eskiden insanların sosyalist harekette kendilerini gösterebileceği tek yer vardı, TKP; sonra bu yerler çoğaldı. Bu çoğalma sosyalistlerin de birbirlerine daha az mahkum olması demektir. Çelişkiler sertleşti mi çekip gidebilirsin, ayrı örgüt kurarsın ya da kendine yakın başkasına geçersin. Eskiden bu imkan yoktu ve bu nedenle de tek örgüt içindeki çelişki epeyce yüksekti.

Tarihten söz ettik… Devrimci Yol’un tarihiyle ilgili olarak birisi Oğuzhan Müftüoğlu ile uzun söyleşi ve ardından da Tarihle Söyleşiler adıyla hareketin tanınmış kişileriyle yapılan söyleşilerin toplandığı kitaplar çıktı. Her ne kadar konuşan kişiler –hepsi değil ama genellikle- Acilciler ile ilgili olumlu şeyler söylemiyorlarsa da, bu kitapların çıkışını hem örgüt tarihinin anlatılması açısından ve hem de 1970’lerin ikinci yarısında Devrimci Yol’u ne kadar etkilediğimizi görmek açısından memnuniyetle karşıladım.

Son olarak da bu örgütten ölen insanların yer aldığı bir albüm hazırlanmış. İyi bir çaba ve aynı zamanda da büyük emek isteyen bir iş… O kadar insanla ilgili fotoğrafları ve bilgileri arayıp bulmak hiç kolay değildir ve en az birkaç yıl isteyen bir ekip işidir. Keşke herkes yapabildiği oranda örgütlerinde artık yaşamayan insanlarla ilgili olarak böyle bir çabaya yönelse… Sonuçta bunların bileşimi sosyalist harekette bir dönem yaşamış, mücadele etmiş ve değişik nedenlerle hayatını kaybetmiş insanları bir araya getirecektir. Tahmin ediyorsunuzdur, bunların büyük bölümünü aynı örgütün insanları bile hatırlamıyordur.

İbrahim Yalçın ile geleceğe yönelik planlarımızdan bir tanesi kendimizle ilgili böyle bir albüm hazırlamaktı. Fotoğraf ve bilgi toplamaya başladığını belirtmişti ama hastalığı ve ardından da vefatı daha fazlasına izin vermedi.

Albüm olarak olmasa bile epeyce iş yapmıştık: Yüksel Eriş, Nebil Rahuma, İlker Akman, Ali Çakmaklı, Recep Güregen, Hasan Basri Temizalp, Ömür Karamollaoğlu, Müntecep Kesici, Hanna Maptunoğlu için bilinen her şey internette yayınlandı. Bunlara birkaç isim daha eklenebilir ama onlarla ilgili bilgi öncekiler kadar detaylı değildi. Ayrıca çatışmalarda hayatlarını kaybettiklerini bildiğimiz ama haklarında bilgi sahibi olmadığımız yoldaşlar da bulunuyor.

Zaman geçtikçe yapabilme ihtimali de azalıyor. Aynı durum geçmişin diğer örgütleri için de geçerlidir, 35-40 yol öncesindeki bilgileri bulmak kolay değildir.

Söz konusu albümden T24’deki bir yazıyla haberdar oldum ve okuyunca da güldüm. Yazıyı yazan kişi hem iyi bir gelişmeyi haber veriyor hem de örgüt tarihi hakkında güzellemelere giriyordu, örgüt tarihini yıkama-yağlama faaliyetiyle karıştırıyordu. Nedeninin bilgisizlik olduğunu sanmıyorum, böyle bir adet var, o da buna uyuyordu.

Devrimci Yol’un en kitlesel örgüt olduğundan söz ediyordu ve doğruydu. Peki sonra ne olmuştu, orası hiç yoktu.

12 Eylül sonrasındaki yıllarda bir örgüt için iki tane olmazsa olmaz vardır: cezaevlerindeki direnişlere katılmak ve mahkemede politik savunma yapmak.

Cezaevi direnişi dediğinizde iki yer özellikle önemliydi: Diyarbakır ve Mamak. Başka cezaevlerinde de direnişler oldu tabii…

Devrimci Yol merkez kadrosunun da bulunduğu Mamak’ta direnişlere büyük oranda katılmadı, ek olarak merkez davalarında siyasi savunma da yapmadılar.

Siyasi savunmanın kimler tarafından yapılması gerektiğine örgüt karar verir, önemli olan yapılmasıdır.

Bu konu Devrimci Yolcular arasında da tartışılmış, bunu Tarihle Söyleşiler kitaplarında okumak mümkündür. Ek olarak, yanlış hatırlamıyorsam Nasuh Mitap tarafından da kitaplarda bulunmayan bir söyleşi sırasında yapılan bir açıklama vardı: “aramızdan çok sayıda itirafçı çıkmasını engellemek için savunma çizgimizi olabilecek en geri hatta kurduk” benzeri bir saptama yapılıyordu.

Bu da örgüt tarihi ve oldukça önemli bir belirlemedir. Her örgütten itirafçılar çıkabilir, baskı dönemlerinde mümkündür ama siyasi savunma yapılmasını gündemden düşürecek kadar çok kişinin itirafçılığa yönelebilecek olması iyi değerlendirilmesi gereken bir gelişmedir.

Tekrarlıyorum, bu da tarihtir…

Fatsa ile haklı olarak övünülür; eksikleri ne olursa olsun önemli bir deneydir. Fatsa davasında yargılananların yarısının itirafçı olduğunu davayla ilgili bütün dosyaları incelemiş avukat bir arkadaş bana iletmişti. Bu durum da Fatsa tarihiyle ilgilidir. Bu gibi önemli olguları atlayarak örgüt tarihi anlatırsanız, buna yıkama-yağlama faaliyeti demek daha doğru olur.

Bu konuda son derece rahatız çünkü örgüt tarihimizi kamuoyuna açık olarak tartıştık, hakkında çok sayıda yazı yazdık. 2008-2013 yılları arasında bazı örgütlerin bu açıklıktan rahatsız olduklarını da biliyoruz. “Siz de benzerini yapın, hiç olmazsa kendinize karşı açık olun” diye birkaç kere belirttik. Sonuçta herkesin kendi bileceği iştir ama bu aşamadan geçmezseniz çok iyi olayların yanı sıra çok kötü olayların da yer aldığı geçmişle ilgili alttan yürüyen laflar sürüp gider. Zamanında o örgütlerin dışında kalmış olanlar bile bunları duyuyor iseler, içerdekiler mutlaka fazlasını duyuyordur. Hiç hoş bir durum değildir, içten içe yer, çürütür insanları…

Belirttiğim gibi herkesin kendi bileceği iştir ama insan hiç olmazsa kendisine karşı açık olmalıdır. Ve insanlar o kadar çok şey biliyorlar ki… Konuşmamak, kapalı kalmak hiç de gizlilik anlamına gelmiyor…