Şuanda 273 konuk çevrimiçi
BugünBugün2174
DünDün6244
Bu haftaBu hafta16142
Bu ayBu ay16142
ToplamToplam10484566
Rojava'nın geleceği... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cuma, 17 Kasım 2017 22:44


Konuyu üç bölümde ele alacağım.

İlk olarak, Abdullah Öcalan’ın “demokratik ulus” teorisi,

İkinci olarak, Rojava’daki yeni toplum konusu üzerinde duracağım.

Üçüncü olarak da Rojava ile emperyalizm ilişkisini incelemeye çalışacağım.

Abdullah Öcalan’ın ulus devlete seçenek olarak önerdiği “demokratik ulus” teorisi her şeyden önce evrensel geçerliliğe sahip değildir.

Öcalan ulusun tekçi olduğunu, farklılıkları bastırmaya yöneldiğini anlatır. Tek ulus ve tek dil bu konuda önde gelen örnekler arasındadır.

Birden fazla resmi dili olan uluslar bulunuyor: İsviçre, Kanada, Belçika hemen akla gelenlerdir. Bolivya’da da Morales’in devlet başkanlığının ardından resmi dil sayısı ikiye yükseldi. Morales yıllardan beri dışlanan sömürgecilik döneminden önce bölgede yaşayan yerli halkın arasından çıkan birisidir. O yerlilerin dili de ikinci resmi dil oldu. Çıkarılan bir yasayla bu halkın yoğunluklu bulunduğu bölgelerde görev yapacak devlet memurlarına iki dili de bilme zorunluluğu getirildi.

Birden fazla resmi dili olan başka ülkeler de olabilir.

Öcalan’ın ulus devletle ilgili olarak yaptığı belirlemeler eskiye aittir.

Din ve mezhep konusunda tekçi olmayan ülkeler de az değildir. Aleviler bizde bulamadıkları inanç, ibadet ve örgütlenme özgürlüklerini değişik Avrupa ülkelerinde buluyorlar. Almanya’da geçenlerde Müslüman dini bayramlarıyla ilgili olarak ek bir tatil günü önerildi ve ilk destekçisi de kiliseler oldu. Konu gündemden düştü ama bu tür konular bir kerede görüşülmez zaten…

Öcalan’ın “demokratik ulus” anlayışı Ortadoğu için savunulabilir ama başka yerler için de geçerli olacağı söylenemez.

İkinci olarak Rojava’daki “yeni toplum” ele alınacak olursa…

Öcalan “devletsiz toplum”dan söz ediyor ama Rojava’da böyle bir durum söz konusu değildir. Halkın değişik yerellerde örgütlü olması, kararların tartışılarak alınması devletin olmadığı anlamına gelmez. Ordu ve bürokrasinin bulunduğu yerde devlet de olacaktır zaten başka türlü de yaşayamazsınız. YPG’nin milis örgütlenmesi olduğunu savunmak gerçeği fazlasıyla zorlamaktır. YPG sadece kalaşnikofla değil gelişmiş silahlarla savaşıyor ve bunları kullanmak milisin yapacağı iş değildir. Daha karmaşık silahlar daha fazla eğitim ya da uzmanlaşma gerektirir.

Ne Rojava’da ne de dünyanın başka bir bölgesinde hem alternatif bir toplumu savunup hem de barış içinde yaşamak mümkün değildir. Ortadoğu’da hiç mümkün değildir. İyi savaşan silahlı bir güce sahip olmak zorundasınız. Yaşamanız için bazen bu bile yeterli olmaz ama sahip olmak zorundasınız. Bu milisin yapacağı iş değildir.

Arada bir noktayı belirteyim: Almanya’da yıllardan beri “Kapital’i okuma grupları” vardır. Bunlar periyodik olarak Kapital’i okuyup değerlendirirler. Kendilerini sosyalist olarak gören ama bu gruplardan uzak duranların da yaptığı şöyle bir değerlendirme vardır: “Biz bilimsel Kapital okurlarından değiliz!” Başka bir ifadeyle “marksist gevezeliklerle uğraşacak zamanımız yok” demektedirler.

Bugün sosyalist olmanın anlamı, kapitalizme alternatif bir sistemin güçlü bir kapitalizmle birlikte nasıl yaşayabileceğinin yollarını bulmaktır. Kapitalizme alternatif sistem –adına sosyalist deyin veya demeyin- devletli olmak zorundadır. Sorun devletin farklı örgütlenmesidir.

Buradan Rojava modelinin neden daha büyük toplumlara örnek olamayacağına geçebiliriz.

Rojava küçük bir alan ve fazla olmayan nüfusa dayanır. Küçük alan ve sayılarda geçerli olabilen taban demokrasisi, sovyet tipi örgütlenme, meclis örgütlenmesi gibi örgütlenmeler ülke ölçeğinde hiç de kolay uygulanamıyorlar. Ciddi sorunlar ortaya çıkıyor.

Paris Komünü sonuçta belediye örgütlenmesidir ve bunu 1918/19 Almanya devriminde olduğu gibi ülke çapında uygulamaya kalktığınızda ciddi sorunlarla karşılaşıyorsunuz. O dönemin insanların bu konuda yazdıkları çok sayıda belirleme bulunuyor. Uzun ve ayrı bir konudur, belirtmekle geçiyorum.

Sorunumuz devletin ve toplum örgütlenmesinin farklı modellerini bulmaktır. Bunlar sadece teoride değil aynı zamanda pratikte de bulunurlar.

ABD’de bile komünist köyler bulunuyor, kimse de dokunmuyor. Tehlikeli değiller ve buradaki modeli daha geniş alanda uygulayamazsınız.

Bu temel sorunu dikkate almadan Marx’tan devlet hakkında bölümler aktarmak anlamsızdır.

Rojava modeli Ortadoğu’da en azından şimdilik örnek olarak görülmüyor. Tersi olsaydı ciddi uygulama sorunlarıyla karşılaşacaklardı.

Son olarak emperyalizm ve özel olarak ABD ile PYD/YPG/PKK ilişkisi üzerinde durulması gerekir.

Öncelikle belirtmek gerekir; emperyalizm ABD’den ibaret değildir. ABD’yi karşı olup Rusya Federasyonu (RF) ve İran’dan yana olmakla ilericiliğin ilişkisi yoktur.

Suriye’deki savaş dünyadaki bütün önemli güçlerin doğrudan veya dolaylı olarak katıldığı bir savaştır. Bu nedenle “üçüncü dünya savaşı” olarak isimlendirilmesi yanlış olmaz. ABD ve RF esas olarak hava kuvvetleriyle savaşa katılıyorlar. Karada ise Suriye, Hizbullah, İran, Türkiye, PKK/PYD ve İslam Devleti (İD) ile dinci diğer gruplar bulunuyor.

Bugüne kadarki savaş kısaca özetlenirse:

ABD mümkün olduğu kadar fazla siyasi aktörün sahada bulunmasını istiyor. Bu aktörler birbirleriyle savaştıkları oranda bölgede ABD’ye olan ihtiyaç arttığı gibi işi de kolaylaşıyor.

RF bölgeye döndü. İran ve Suriye ile müttefik olarak ama onları yönlendirerek hareket ediyor.

İD büyük bir askeri güçtür ve ne oranda yenilirse yenilsin bölgeden silinmesi söz konusu değildir.

ABD uçaklarının bombardımanı olmasaydı İD gösterilen büyük direnişe rağmen Kobane’ye girmişti. Aynı şekilde İran askeri olarak güçlü bir şekilde sahadadır ama RF uçaklarının bombardımanı olmasaydı İD ile baş etmesi mümkün görünmüyordu. Büyük kayıp verdiler.

Askerlikte kuraldır; piyadenin girmediği yerde hakim olamazsınız. Hava bombardımanı ve topçu atışıyla düşmana büyük zarar verilebilir ama piyade onun alanında hakim olmadan askeri başarı kazanılmış sayılmaz.

İD’ye karşı piyade Suriye ve İran ordularıyla Hizbullah ile PKK/PYD’dir.  Türkiye ise hem İD karşısında hem de tarafında yer alıyor.

ABD ağır silahları bu nedenle PYD’ye verdi. PYD’nin modern askeri bir güç olması ABD’nin çıkarınadır. Burada asıl sorun İD değil İran’dır. Irak ve Suriye’de egemenliğini yayan, Lübnan’da etkin olan İran bölgedeki en büyük güç durumundadır. Türkiye huysuzlansa bile güçlü bir PYD İran’ın alandaki askeri gücüne karşı iyi bir alternatiftir.

“ABD ile işbirliği yapılıyor” belirlemesi tek kelimeyle saçmadır.

İki tarafın birbirine ihtiyacı vardır ve bu ihtiyaç çerçevesinde ödünler vermeleri söz konusudur. ABD sahada özellikle İran’ın güçlü askeri varlığına karşı PYD’den başka seçenek görmüyor.

PKK ve PYD bölgedeki büyük güçler arasında sürekli oynamak zorundadırlar. Bu güçler bir şekilde anlaşırlarsa, mesela Türkiye-İran-Suriye Rojava’ya karşı birlikte harekete geçmek konusunda anlaşıp bu konuda ABD ve RF’i de değişik ödünlerle ikna ederlerse; Rojava’nın yaşama şansı sona erer. Mutlaka direnilecektir ama taraflar arasındaki büyük güç dengesizliği durumunda sonucun ne olacağı bellidir.

Bu bölgede büyük güçler arasında oynamadan, bazen birisiyle bazen diğeriyle birlikte olmadan yaşamazsınız. İsteyen Kapital ve sosyalizm konusunda olduğu gibi marksist gevezeliklerini sürdürebilir ama asıl önemli olan eleştirilecek yanları olsa bile alternatifi savunmak, hayata geçirmek ve yaşayabilmektir.

Alternatifinizi yaşatamadıktan sonra istediğiniz kadar marksist olun, ne olacak ki!

PKK kendisini sosyalist görüyor ama marksizmi kabul etmiyor. Sosyalist harekette hiç de az olmayan PKK düşmanlığının önemli nedenlerinden birisi de budur. Hem sosyalistim diyeceksiniz hem marksist olmayacaksınız hem de başarı kazanacaksınız…

Eleştirilecek çok yan var, savundukları model sınırlı geçerliliğe sahiptir, devletsiz toplum söz konusu değildir ama sonuçta yapılan önemli işler de var…

Marksizm dışında da yollar bulunabiliyormuş, bunu görmek istemiyorlar.

Rojava için büyük tehlikelerden bir tanesi, yapılan abartılı değerlendirmelerdir. Rojava’nın geleceği bölgedeki büyük güçlerin –ABD, RF, İran ve Türkiye- anlaşmamasına bağlıdır. Aralarında anlaşırlarsa Rojava’nın sonu yakın demektir. Suriye de buna hemen razı olur.

Birkaç kere Lenin’in İsviçre’den Rusya’ya giderken Almanya üzerinden zamanın Almanya yönetimiyle anlaşarak trenle nasıl geçtiğini anlattım. “Ama Lenin devrim yaptı” demek anlamsız olur çünkü giderken böyle olacağından haberi yoktu. Amacı buydu ama amaç bir şeydir, amacı gerçekleştirmek başka bir şeydir.

Lenin örneğiyle PYD/PKK arasında ancak çok genel bir paralellik kurulabilir. Amacınız için ya da yaşayabilmek için işbirliği yapmak zorunda kalabilirsiniz.

Bütün işbirlikleri geçicidir. Türkiye ve İran’ın da boş durmadıklarını çok sayıda örnekten biliyoruz.

Türkiye bir dönem ABD’ye kara gücü olmak önerisinde bile bulundu ama ABD yanaşmadı; alanda fazla siyasi aktör bulunmasından yanaydı.

Saflar oldukça oynak ve arada iyi oynamak zorundasınız…

 

Yapamazsanız gidersiniz…