Şuanda 166 konuk çevrimiçi
BugünBugün2130
DünDün6244
Bu haftaBu hafta16098
Bu ayBu ay16098
ToplamToplam10484522
Sağın solculaşması... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazar, 26 Kasım 2017 01:11


Bu belirleme genelde tersine, solun sağcılaşması olarak yapılır. Yaygın olan bu olmakla birlikte sağın solculaşmasına da dikkat edilmesi gerekir.

Eskiden komünistlerden ve genel olarak soldan korkulur, klasik sağ ve sosyal demokrat partiler onlardan uzak dururdu. Yaklaşık 30 yıldan beri tersi yönde örnekler yaşıyoruz. Sol hatta komünist bir parti seçimde iyi oy aldı diyelim. Klasik sağ veya sosyal demokrat bir parti onunla koalisyon hükümeti kurmakta sakınca görmüyor. Onları eritiriz, parçalarız diye düşünüyor.

1981’de Fransa’da Sosyalist Parti ile (sağ sosyal demokrat bir partidir) komünist partisi arasında koalisyon hükümeti kuruldu. Hükümet ortaklığından komünist partisi zararlı çıktı ve sonraki yıllarda bir zamanlar yüzde 30 oy alan parti yüzde 3’e kadar geriledi.

İtalya’da 2000’li yılların başlarında Rifandazione ya da Komünist Partisi Yeniden Kuruluş vardı. Sosyal hareketlerle yoğun ilişkisi bulunuyordu ve yeni tip bir partiyi savunuyordu. O yıllarda oldukça aktif olan Sosyal Forum Hareketi nerede bitiyor, parti nerede başlıyor anlaşılmıyordu.

Seçimden sonra koalisyon hükümeti kurdular ve solun dokunulmazı olan savaş konusunda ciddi hata yaptılar. İtalya’daki hükümet ABD’nin Irak savaşını desteklerken bu parti hem koalisyonda yer aldı hem de savaşa karşı kampanya yürüttü. Başka konuda böyle yapılabilir ama savaş konusunda yapılamazdı. Bu politika partinin sonu oldu.

Sağın solculaşmasının güncel örneğini 15 yıldır Almanya’da Hıristiyan Demokratlar (CDU) örneğinde yaşıyoruz. Son dört yılda CDU ile birlikte koalisyon ortağı olan SPD önemli oranda oy kaybetti. Almanya’da yeni seçim sonrasında hükümet kurulamıyor. SPD muhalefette kalmak, CDU ile koalisyon hükümeti kurmak istemiyor. CDU’dan açık korku var. SPD sol bir parti değil, burası açık ama CDU’ya göre –en azından teorik olarak- sol sayılabilir.

CDU daha önce de Liberal Demokrat Parti FDP’yi bir dönem parlamento dışına itmişti.

CDU’nun solculaştığını parti içindeki bazı üyeler de ısrarla belirtiyor hatta tabanın bir bölümünün partiye yabancılaştığından söz ediyorlar.

Hıristiyan Demokratlar tarihleri dikkate alındığında düşünülemeyecek işler yaptılar.

Nükleer enerjiden çıkışın öncülüğünü yaptılar ve Yeşiller’in elindeki en büyük silahı aldılar.

Neden buna gerek gördüler?

Japonya’da Fukushima’daki büyük nükleer kazanın ardından yapılan eyalet seçiminde yıllardan beri kaleleri olan Baden Würtemberg’de Yeşiller’e karşı seçimi kaybettiler. Ardından politika değişikliği geldi. Bu değişiklik havadan gelmedi, zemini vardı. Almanya’da enerjinin yaklaşık üçte biri nükleer santrallerden elde ediliyordu, dolayısıyla da başka kaynaklarla da aynı üretim miktarına ulaşılabilirdi.

Enerjinin yüzde 70’inin nükleer santrallerden elde edildiği Fransa’da aynısını düşünemezsiniz. Ek olarak Almanya yıllardan beri güneş ve rüzgardan enerji elde edilmesi konusunda dünya çapında önder durumundaydı.

Politika değiştirmenin zemini fazlasıyla vardı ve bu temelde yaptılar.

Evvelki yıl Almanya yaklaşık bir milyon mülteci aldı. Bir bölümü sonra sınırdışı edildi ve halen de ediliyor ama epeyce de kalan var. Bu hamleyle Almanya bilinen yabancı düşmanı, ırkçı yüzünü büyük oranda attı. Bunlar var, yok değil ama Suriye’ye uzak olup da en fazla mülteci alan ülke Almanya oldu.

Yeşiller ya da Sol Parti iktidarda olsaydı böyle bir adım atamazdı. SPD hiç yapamazdı…

2000’li yılların başlarında o zamanki adı PDS (Demokratik Sosyalizm Partisi) olan partide Frankfurt il yönetimindeyken değişik gruplarla gelecekte muhtemel yönetime katılma konusunu tartışırdık. Almanya’da üç ayrı seçim var: ülke çapında federal seçim, her eyaletin parlamentosu için seçim ve yine eyaletlere göre değişen belediye seçimleri… Bazıları sürekli olarak muhalefette kalmayı, hiçbir şekilde yönetime katılmamayı savunuyorlardı. Bu tutumun devrimcilikle değil korkuyla açıklanması gerekiyor. O yıllarda böyle bir ihtimal ufukta bile görünmüyordu ama sonraki yıllarda kent yönetimleri ve eyalet hükümetleri düzeyinde bazı yerlerde gerçekleşti.

Seçimde yüzde 30 civarında oy aldınız diyelim… Ne yapacaksınız? O alanda en büyük parti ya da ikinci büyük partisiniz ve “kesinlikle hükümette yer almam” diyemezsiniz.

Hem legalde çalışıyorsunuz hem seçimlere katılıyorsunuz ve hem de kesinlikle yönetime gelmek istemiyorsunuz…

Bu olmaz!

Bir yandan da korku dağları bekliyor; diyelim SPD’nin oradaki birimiyle koalisyon hükümeti kuruldu; ne yapacağız?

Mecburen ödün vereceksiniz ama hangi alanlarda ve ne oranda? Politikanızı nasıl yürüteceksiniz?

Sol Parti Berlin eyalet yönetiminde bir dönem SPD ile koalisyon kurdu ve epeyce oy kaybetti. Aynı durumu diğer doğu eyaletlerindeki hükümetlerde yaşamadı denilebilir.

Zor iş, burası açık!

Korkusunu gizlemek için yönetime girenleri sürekli eleştirmek marifet değildir. Devrim yapmaya kalktınız da sizi tutan mı oldu? Almanya gibi ülkelerde gelişmenin yolu budur. Ya yapmayı becerirsin ya da sadece konuşmakla yetinirsin.

Savaş konusundaki katı tutumu nedeniyle kimse Sol Parti ile federal düzeyde işbirliği yapmak istemiyor ama savaşın belirleyici tema olmadığı eyalet ve belediyeler düzeyinde –iyi oy almaları şartıyla- pekala olabiliyor.

Ele avuca gelir gücü olan sol bir parti –federal düzeyde yüzde 8 oy alıyor- SPD’yi fena sıkıştırıyor. Sola gidemiyorlar, sol dolu… Biraz solculaşsalar, Sol Parti ile ittifak yapmak zorunda kalacaklar ve bu da partinin mevcut yapısına uymuyor. Merkel yönetimindeki CDU da onları fena eritiyor.

CDU göçmen kökenliler konusunu da Yeşiller’in tekelinden aldı. Eyalet düzeyinde ilk göçmen kökenli bakan CDU’lu idi. Bu partinin seçim listelerinde göçmen kökenliler seçilebilecekleri yerlerden aday gösterilmeye başladılar.

Eksik çok, eleştirilecek yön çok ama göçmen denilince akıllarına ırkçılıktan başka şey gelmeyenler de artık iyice ofsayta düşmeye başladılar. Bunu hiç fark etmedikleri söylenemez ama uğraşabilecekleri başka konu bulunmadığı için burada durmayı tercih ediyorlar.

Sol fazlasıyla katı; bu özellik esas olarak çapsızlık ve korkudan kaynaklanıyor.

Yanlış adım atılabilir, hata yapılabilir; bunlardan çekinmemek gerekir. Politikada kim hata yapmıyor ki?

Merkel gerek partisinin içinde gerekse de dışındaki politikasıyla dikkatle izlenmesi ve takdir edilmesi gereken bir insandır. Politikada başarılı manevrayı oldukça iyi biliyor.

Kendisi Demokratik Almanya Cumhuriyeti kökenlidir ve partinin gençlik örgütünde aktif olarak çalışmıştır. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra CDU’da çalışmaya başlıyor ve dönemin başbakanı Helmut Kohl kadındaki yeteneği fark edip hızla yükselmesinin yolunu açıyor.

1990’lı yıllarda aynı CDU’da şöyle bir görüş de vardı: “Liebknecht ve Luxemburg’dan beri Almanya sosyalistlerinin en yetenekli iki önderi Hans Modrov ve Gregor Gysi’dir. Eğer CDU’ya gelmeye karar verirlerse memnuniyetle kabul ederiz.”

Böyle bir şey olmadı ama olsaydı eğer açıktılar.

1990’lı yıllarda soldan sağa geçişin önemini sağcılar hemen fark ettiler ve yetenekli gördüklerini neredeyse kaptılar.

Tersi olsaydı sosyalistler aynı uygulamayı bu kadar rahat yapamazlardı. Bunun nedeni, asimilasyon gücündeki zayıflıktır.

Dünyayı fethetmek gibi bir iddianız varsa, açıktır ki bunu kendi gücünüzle yapamazsınız. Asimile edebileceğiniz güçler bulmalısınız.

Örnek için dünyayı dolaşmaya gerek yok; Osmanlı’da Yeniçerilere bakın, yeterlidir.

Bu silahlı güç asimilasyonla kuruldu ve bunlar olmasaydı Osmanlı ordusu gücünden çok şey kaybederdi.

Osmanlı bunu islamiyetin önceki dönemlerindeki örneklerinden öğrenir.

Başka bir konudur…