Şuanda 122 konuk çevrimiçi
BugünBugün2107
DünDün6244
Bu haftaBu hafta16075
Bu ayBu ay16075
ToplamToplam10484499
Sosyalizmin arkeolojisi PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cuma, 15 Aralık 2017 06:20


Arkeolojinin yüzyıllar öncesine ait kalıntıların değerlendirilmesiyle sınırlı olarak görmemek gerekir. Mesela Sovyet sosyalizminin arkeolojisi de olabilir. Burada arkeoloji belirlemesiyle yapılan, bir sistemin uygarlık olarak incelenmesidir. Aile yapısından hayat tarzına, çalışma tarzına, inanç sistemine, mimariden eğitime ve mezarlıklara kadar düşünülebilecek her alanda yaptıkları, geçmişten devralıp korudukları ya da değiştirdiklerinin tamamının birlikte incelenmesidir.

Yapılan kazı sonucu antik bir yerleşim birimi ortaya çıkarıldığında da çözümlemeye bu yönden yaklaşılır. Bu kentte yaşamış olanların hayatın her alanındaki özellikleri araştırılır. Görece yakın dönemlerin arkeolojisinde kaynaklar fazla olduğu için ulaşılabilecek ayrıntılar da fazladır ve daha çok yönlü değerlendirme yapılabilir.

Karl Schlögel’in “Das Sowjetissche Jahrhundert” (Sovyet Yüzyılı) adlı büyük boy yaklaşık 900 sayfalık kitabı bunu amaçlıyor. İçindekiler bölümünün dokuz sayfa olmasından hareketle kitapta incelenen konuların çokyönlülüğü hakkında fikir sahibi olunabilir. Beş yıl önce yayınlanmış “Komünizmin Arkeolojisi” başlıklı 120 sayfalık kitap, sonrakinin bir çeşit kısa özeti sayılabilir. Bunu bir günde okudum ve konu hakkında bilgi sahibi olduğuma inanıyor olmama rağmen aklım şaştı diyebilirim.

Yazar, SSCB için sosyalist, reel sosyalist, sosyal emperyalist ya da başka bir belirleme yapılmasıyla ilgilenmediğini; bu ülkenin tarihinin bugüne kadar neden uygarlık analizi çerçevesinde incelenmemiş olduğuna şaşırdığını ve bunu yapmaya çalıştığını belirtiyor.

SSCB ve özellikle de Rusya tarihine uygarlık tarihi çerçevesinde baktığınız zaman, bu tarihi dönemlere ayrılsa bile bütünü içinde görmeniz gerekiyor: Çarlık dönemi, sosyalizm ve sosyalizm sonrası kapitalizm dönemi…

Önceki birkaç yazıda da belirttiğim gibi konuya bu yönlü yaklaşım önemli bir belirlemedir. Sadece sosyalizm dönemiyle –adına isterseniz başka bir şey deyin, fark etmiyor- bugünün Rusya Federasyonu’nu anlayamazsınız; Çarlık dönemine uzanmanız gerekir. Bu üç dönem arasında büyük kesintilerle birlikte süreklilikler de bulunuyor.

Komünizmin Arkeolojisi’nde şimdiye kadar hiç okumadığım, aklıma da gelmemiş bir kavramla karşılaştım: oto-jenosit  ya da kendi kendine soykırım… Yazar bu kavramı 1928-1953 arasında SSCB’de süren büyük tasfiyelerle ilgili olarak kullanıyor. Bu tasfiyelerin burjuvaziyi ve karşı devrimcileri tasfiyenin epeyce ilerisine gittiği hakkında çok sayıda araştırma yapıldı. Ulaşılan sonuçlara bakıldığında son derece uygun bir kavram olduğu görülüyor ama iş burada kalmıyor.

Soykırım hakkında genel olarak bilgi sahibiyseniz, bu kavram SSCB tarihine farklı bir bakışı da birlikte getiriyor.

20. yüzyılda soykırım denilince aklımıza Ermeni ve Yahudi soykırımlarından başkası gelmez, gerçekte ise sayı fazladır. Endonezya’da 1960’lı yılların ortasında gerçekleşen bunlardan bir tanesidir, bezeri Pakistan’da da yaşanmıştır. Raunda son örneklerden birisidir.

Aşırı Saldırgan Toplumlar başlığıyla İngilizceden çevrilerek Almancada yayınlanan ve bu örnekleri inceleyen kitaba göre; soykırımlar devlet yöneticilerinin kararı ve orduyla polis dahil güvenlik güçlerinin faaliyeti dışında düşünülemez. Her soykırımda bu özellik vardır, ek olarak nüfusun belirli bir bölümü de soykırıma katılır. Bu katılım aktif olabileceği gibi, soykırımdan kendisine düşen ganimetten sessizce yararlanmak şeklinde de olabilir. Sesinizi çıkarmaz, tepki göstermezsiniz; sözüm ona haberiniz yoktur ama hiç bilmiyor olmanız mümkün değildir.

Bu durum en açık olarak Nazilerin Yahudi soykırımı zamanında yaşanmıştır.

SSCB tarihinde çığırından çıkmış tasfiyelerle ilgili olarak, bunun ancak yüzyıllardan beri tarih sahnesinin kenarında kalmış köylülerin büyük sanayileşme hamlesiyle birlikte kentleri doldurması temelinde anlaşılabileceği daha önce belirtilmişti. Şimdi farklı olan, bu kesimin şu veya bu oranda tasfiyelere katılması dışta tutularak sürecin anlaşılamayacağının görülmesidir. Tasfiye, toplumun kendisini tahrip etmesine kadar uzanmıştır. Bunun dikkatle incelenmesi gereken sosyal-psikolojik boyutu bulunuyor. Geçmişi reddetmenin yanı sıra ondan radikal yöntemlerle kurtulmaya çalışmak gibi…

Yazara göre Rus halkı geçmişini değerlendirmeye henüz yönelmiyor. Bence bunun için biraz erken sayılabilir. Değişik tarihsel örnekler bunun için yaklaşık 50 yılın gerekli olduğunu gösteriyor.

Kitap artan oranda açılan Sovyet arşivleri de incelenerek yazılmış. Sovyetlerde ev düzenlemesine verilen ad olarak kommunalka iki yönden önemlidir: bu oturma tarzıyla Leninist parti yapısı arasında paralellik vardır. Ek olarak, kentlere yığılan köylü kitlenin bu evlerde yer bulabilmek için başvurduğu yöntemlerden bir tanesi; oturanlar arasında karşı devrimciler, burjuva ajanları bulunduğuna dair yazılan ihbar mektuplarıdır. Böylece yer boşalacağını umut ediyorlar ve bunun tümüyle boş bir umut olduğu da söylenemez.

Yazarın vurguladığı önemli bir gerçek daha bulunuyor: Stalin döneminde yaşama şartları zordu. Yiyecek karneyle dağıtıyordu, konut sorunu başta olmak üzere başka büyük sıkıntılar da vardı ama insanların yaşam düzeyi yine de devrim öncesi dönemden iyiydi. Durum kötü bile olsa geçmişe göre yaşanılan iyileşmenin yanı sıra geleceğe yönelik büyük umutları da eklediğinizde –sanayi ülkesi olmak ve yeni bir toplumun kuruluşu- partinin neden büyük desteğe sahip olduğu anlaşılabilir. Bu destek sadece korku ve terör temelinde anlaşılamaz.

Sovyet tarihinin değerlendirilmesinde farklı bir perspektif açılıyor…

Bu tür değerlendirmeler genellikle o ülkeden olmayan araştırmacılar tarafından yapılır, kitaplaştırılır. Mesela Almanya’da Nazi döneminin en iyi araştırmacıları İngiliz tarihçileridir. O tarihin içinde büyüyen insanların o tarihi değerlendirmeye başlaması daha fazla zaman alıyor. Alman halkı için bu zaman yaklaşık 50 yıldı. Dünya çapında etkisi olmuş farklı ülkeler tarihlerinde bu zaman dilimi değişebilir ama kısa zamanda yapılamıyor, önce başkaları yapmaya başlıyor.

Sovyet tarihi konusunda Almancanın İngilizceden daha önemli olması burada görülebiliyor. İngilizcede de konuyla ilgili önemli araştırmalar ama Almancadaki kadar değil… Bunu Almanlarla Ruslar arasında devrimden birkaç yüzyıl öncesine kadar giden bağlarda aramak gerekir. Mesela Çariçe Katherina döneminde birkaç milyon Alman zamanın Rusyasına yerleşiyor… 1990 sonrasında bunların önemli bölümü geri döndü.

Tarihte devrimlerle kesilmeyen, dönüşerek de olsa süren süreklilikler bulunuyor.