Şuanda 96 konuk çevrimiçi
BugünBugün2619
DünDün5224
Bu haftaBu hafta36409
Bu ayBu ay100001
ToplamToplam10443699
Modernizm / Postmodernizm (3) PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 19 Haziran 2024 19:54


Kimlik politikasının yükselmesi bazı sosyalist daha doğrusu Marksistlerin bir bölümü tarafından emperyalizme bağlanır. Bu görüşe göre, emperyalistler sınıf mücadelesini bölmek için kimlik politikasını icat etmişlerdir.

Bunun gerçeklikle ilgisi yoktur.

İnsanlar kimliklerini arıyorlar, onu kazanmak için mücadele ediyorlar.

Burada belirleyici olan küreselleşme sürecinin 1970 sonrasındaki üçüncü aşamasıdır. İletişim artan oranda kolaylaşmıştır, çalışanların çok uluslu duruma gelmesi hızlanmıştır, 1960-1970 öncesinin sömürge halkları sömürgecilik öncesi geçmişlerini araştırmaya yönelmiştir. İnsanların dini ve etnik kimliklerine önem vermeleri, bunları belirginleştirmeleri ve bu kimlikleriyle tanınmayı istemeleri normaldir.

Tanınmak, içinde yaşanılan ekonomik koşullar kadar önemlidir.

Axel Honneth’in Der Kampf um Anerkennung (Tanınma Mücadelesi) kitabı yıllar sonra Türkçede de yayınlandı.

Yayınlanmamış başka önemli kitaplar da bulunuyor. Nedeni, yaşanılan entelektüel ortam olsa gerektir. Yayıncı dünyayı izlemediği için gelişmelerden haberi yok, haberi olduğunda da “tepki toplarım” diye yayınlamayabiliyor.

Boş ver, ne halleri varsa görsünler!

Türkçede yeni yayınlanan bir kitabın orijinalinin de yeni yayınlandığını sanmayın.

Rusya Federasyonu ve Çin’de büyük gelir eşitsizliği bulunuyor ama kayda değer muhalefet yok. Konuyu anlamak istiyorsanız Foucault’un Pastoralmacht teorisini öğrenmeniz gerekir. Buna başka bir ifadeyle “ruhların yönetimi” de diyebilirsiniz.

Bir önemli örnek Rusya’dır. Ulrich Schmid’in Technologien der Seele (Ruhların Teknolojisi) adlı kitap çağdaş Rus kültürünü inceliyor ve bunu anlatıyor. “Rusya son 500 yılda daima büyük bir ülke olmuştur. SSCB bunun özel halidir” ifadesi durumu anlatıyor. Bu bağlamda Putin’in “Rusya’nın toprağını toplayan adam” olarak anılması da anlaşılabiliyor.

Tarihsel bir kültüre hitap ediliyor.

Çin, aynısıdır.

“Çin tekrar dünya çapında büyük bir uygarlık olacaktır” anlayışı (yarı sömürge olmadan önce böyleydi, bu nedenle 19. yüzyıl “utanç yüzyılı” olarak anılır) genel kabul görüyor.

Batı ülkelerinin lokanta kapılarındaki “Çinliler ve köpekler giremez” levhaları kalkmak zorunda kaldı. Bunun nasıl bir psikolojik etkisi olduğunu anlamak gerekir.

Hepsi bu değil… Ekonomik koşulların da önemli etkisi var ama tanınmanın da en az bunun kadar önemli olduğunu belirtmek gerekir.

Honneth’in iddiası da budur zaten…

Pastoralmacht’ı kullanmayı bildiğinizde ekonomik koşulların kötüleşmesinden gelen olumsuzluğu dengeleyebiliyorsunuz.

Pastoralmacht geçmişte ilk olarak kilise tarafından kullanılmış, Foucault da teorisini o uygulamadan hareketle şekillendirmiştir.

AKP’nin politikalarına yakından bakarsanız, gözünüz ekonomik koşullardan başka şeyleri de görebilirse, durumu daha iyi anlarsınız.

Yapılması gereken kimlik arayışını reddetmek ya da küçümsemek değil, bu arayışı genel mücadelenin kapsayıcılığını genişleterek içeriye almaktır.

Bunun değişik yolları vardır.

Hiçbir kimlik arayışı bütünsellik göstermez; şoven, milliyetçi, dünyayı kendi inancından ibaret sananları dışarıda bırakmak gerekir. Bunların dışında geniş bir kesim bulunmaktadır.

New Left Review tarafından yıllık olarak yayınlanan Socialist Register’in sayılarından bir tanesi Fighting Identities “Savaşan Kimlikler” başlığıyla çıkmıştı ve kitabın ana tartışma konusu da kimlik kavgalarının ortak noktalarının nasıl bulunabileceği üzerineydi.

Tekelci burjuvazi kimlik arayışının yükselmesini doğaldır ki kullanacaktır.

Hardt ve Negri’nin İmparatorluk kitabının sonlarında ABD tekelci burjuvazisinin farklı kimlikler çelişkisini nasıl kullandığı anlatılır.

Bir üretim biriminde 500 Hintli ile 500 Pakistanlı çalışıyorsa, bu insanların grev için bile bir araya gelmeleri zordur. Kapitalist asla 1000 Hintli ya da Pakistanlı almaz. Bu iki ülke arasında savaş yaşanmıştır, araları açıktır ve iki halk ayrı dindendir.

Burada “esas olan sınıf mücadelesidir” anlatımı çalışanlara masal gibi gelir. Kimlikleri tanıyarak sınıf mücadelesine dahil edemiyorsan –bunun yolları çeşitlidir- başarı şansı yoktur.

Postmodernizm tekilliğe önem verir. Tekillerin genelleştirmeler içinde kaybedilmesine karşı çıkar. Kimliği de bir çeşit tekillik olarak görürseniz, onu tanımadan ileriye gidemezsiniz.

Belirttiğim gibi bunun değişik yolları vardır.

Bitirirken eklemem gerekir:

Başında marksist yazan İngilizce ve Almanca bütün periyodik yayınlara aboneliğimi birkaç yıl önce –geç kalarak- iptal ettim. Yıllardır hiçbir şey üretemeyen, bilinen tespitleri tekrarlayan anlayışlarla zaman kaybetmemek gerekir. New Left Review, Prokla, Argument okumak yeterlidir.

Marksizm yok, Marksizmler vardır. Bazılarının anlayışları hiç fena değildir. Yeniyi izliyorlar ve klasiklerden alıntı yapmadan üretebiliyorlar. Diğerleriyle derseniz ancak –o da gerekirse- dalga geçilir, uğraşmak abesle iştigaldir.

Onlar da bizi dikkate almasınlar. Okuyan ve dinleyen yeterli kitle bulunuyor, diğerlerinin ilgisine ihtiyaç bulunmuyor.