Şuanda 68 konuk çevrimiçi
BugünBugün1157
DünDün2881
Bu haftaBu hafta20725
Bu ayBu ay100001
ToplamToplam10467057
Tekrar okunacaklar... PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Çarşamba, 26 Haziran 2024 21:43


Seçme Yazıları kitaplaştırıyorum. Sona yaklaştım, toplam 21 kitap olacak. Bundan sonra yazdıklarımdan seçeceklerimle birlikte sayı artar, ne kadar artar bilemiyorum.

Yazıları gözden geçirirken bazılarını yeniden okumam gerektiğini anladım. Diyelim bazıları on bazıları yirmi yıl eski yazılarda ne yazdığımı genel olarak biliyorum ama bazı bölümler var ki yeniden okunmaları gerekiyor. Mesela Taha Parla’nın Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları yazısı… Parla’nın Kemalizmle ilgili yazdığı beş kitaptan ikisini incelemişim. Bu iki kitapta Parla, Atatürk’ün neden yıllardan beri kitlesel olarak sevildiğini açıklıyor. Aleyhine sürekli olarak yazılan çok sayıda yazıya rağmen Atatürk sevgisinde önemli azalma yaşandığı söylenemez. Azalma var ama kalan yine de oldukça büyüktür.

1998’de yazdığım uzun sayılabilecek yazıda şöyle demişim:

Türkiye’de siyasal kültürün oluşmasında cumhuriyetin ilk 30 yılının önemli yeri var. Bu yıllar, Atatürk olmadan ya da O’nun varlığı geri plana atılarak incelenemez. Atatürk; kişiliği, bakış açısı, çeşitli konulardaki tutumu ve görüşleriyle bugün 75 yaşına ulaşmış cumhuriyeti derinden etkilemiş bir kişidir. Bu kişiliğin çözümlenmesi gerekir. Bu çözümlemede en iyi biçimde, O’nun Nutuk’u ile söylev ve demeçlerinin incelemesiyle yapılabilir. Başlarken, bir noktayı belirtmem gerek: Kitapları, özellikle Nutuk’tan yapılan uzun alıntıları okurken, birkaç kez ne okuduğumdan kuşkuya düşüp, kitabın adına baktım. Hayır, Abdullah Öcalan’ın konuşmalarını içeren bir kitabı değil, Taha Parla’yı ve alıntılarını okuyordum. Söylem benzerliği inanılmaz boyuttaydı. Aslında biraz düşünüldüğünde, bunda şaşılacak yan olmadığı görülebilir: Aynı coğrafyada yaşayan ve farklı zamanlarda da olsa aynı sürecin –kimliğini kazanma mücadelesi- başında olan iki halka, Türklere ve Kürtlere yönelik söylemde büyük benzerlikler var. Bu paralelliğin taklitten değil, dönemlerin farklılığını da dikkate almak koşuluyla, halkların ve coğrafyanın benzerliğinden kaynaklandığı inancındayım.

Kemalizm; eylemin teoriden önemli olduğu, buna bağlı olarak stratejiden çok taktik esneklik yanı ağır basan, her dönemde uygulanabilir ve çeşitli yanlara çekilebilir bir ideolojidir. Türkiye’nin politik yaşamında halen yoğun bir şekilde görülen ilkesizlik ve pragmatizm, en düzeyli ifadesini Kemalizmde bulur. Düzeylilik, Atatürk’ün yaptığı işe inanmasından gelmektedir. Atatürk, demagog değildir, ama birbiriyle çelişen görüşleri –kendisine göre durum öyle gerektirdiği için- ardarda, tutarlılık kaygısı duymadan savunabilen ve hayata geçirebilen bir insandır.

Kemalizmin belirgin özellikleri; kişi kültü, eklektiklik ve tutarlılık kaygısı taşımayan taktik ustalıktır. Özellikle son noktada Atatürk’ün bir deha olduğunu belirtmek gerekir.“

Taha Parla’nın Atatürk’ün bazı sözleri için –mesela bir Türk dünyaya bedeldir- yaptığı değerlendirme de doğrudur. Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmiş, üç kıtaya yayılan bir imparatorluktan Anadolu gibi küçük bir alana sıkışmış, yorgun ve umutsuz bir halkı yüceltme çabasıdır. Ona kimlik verme çabasıdır.

Şimdi bazı kişiler diyeceklerdir ki, Atatürk’ün katliamları da bulunuyor. Atatürk Rumlar için bu yönden anılır. Kürtler için de böyledir.

Tamam ama unutulan bir şey var. Atatürk Türkler için ne ifade etmektedir?

Neden yıllardan beri gösterilen karşı çabaya rağmen, son yirmi yıldır bu çabaya iktidar da katılmıştır, neden Atatürk sevgisi bu kadar yaygındır ve hatta abartılıdır?

Cevabı Öcalan ile karşılaştırma yaparak verebilmek mümkündür.

Öcalan’ın mahkemedeki ifadelerini sosyalist herhangi bir Türk yapmış olsa, biterdi. Sıfıra değil sıfırın altına inerdi.

Öcalan’a karşı Kürtlerin arasından da önemli eleştiriler bulunuyor ama Kürt halkındaki Öcalan sevgisinin önemli oranda azaldığı söylenemez. Azaldı, bunu ben de biliyorum ama bu sevgi halen önemli oranda yaşamaktadır.

Nedeni şudur: Öcalan Kürtlere kişilik kazandırmaya, kimlik vermeye çalıştı. Başarısız olduğu söylenemez.

İçinden çıktığı halkın konumunu, kendine güvenini yükseltmeye çalışanlar önemli hataları ne olursa olsun unutulmuyorlar. Bu unutulmamayı sadece devlet ya da örgüt propagandasına bağlamak doğru değildir.

Yeniden okumam gereken başka bir yazı daha var: Türkler ülkelerini neden sevmezler?

Türkler ülkelerini haritada severler, o kadar. Ülkesini gerçekten seven onu toprağıyla, hayvanlarıyla, bitki örtüsüyle sever; somut olarak sever. Hem “ölürüm Türkiyem” deyip hem de toprağı, bitkisi, hayvanı ve insanıyla somut Türkiye’yi tahrip eder.

Nedeni şöyle açıklanabilir: Türklerin bilincinde imparatorluk özlemi güçlü şekilde bulunuyor. Anadolu ve Rumeli’yle sınırlı kalmayı hazmedemiyorlar. Osmanlı bir Balkan devletiydi, Anadolu geri kalmış bir alandı. Balkanlar’da askeri olarak yayılmak mümkün olmamakla birlikte Türkiye’nin Balkanlar’da önemli politik ve kültürel etkisi bulunuyor.

Askeri yayılma Suriye ve Irak’tadır, biraz da Afrika’da…

Türkiye’nin yayılmacılığının halkta karşılığı vardır.

Bunu 2000 yılında yayınlanan Alt Emperyalizm ve Türkiye kitabında ifade etmiştim.

Sonraki yıllar bu görüşü fazlasıyla doğruladı diyebilirim.

Neyse işte, yeniden okunması gereken malzeme çıktı…