Şuanda 453 konuk çevrimiçi
BugünBugün2154
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9878
Bu ayBu ay9878
ToplamToplam10478302
1982-1988: bir örgütün can çekişmesi (1) PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazartesi, 27 Eylül 2010 20:06


Örgütsel tarihimizin bir dönemi, 1982-1988 arası eksik kaldı.

Bu dönem, örgütten iki büyük ayrılık arasında kalan dönemdir.

1982’de Avrupa’da benim, Suriye’de Aydın, Ahmet Çolak ve Müntecep’in içinde bulunduğu kesim birkaç ay arayla örgütten ayrıldı.

1982 sonrasında örgütten tek tek ayrılıklar sürdü.

Son olarak 1988’de yaşanılan yeni bir büyük ayrılık geldi ve Acilciler’in örgütsel yaşamı da orada sona erdi.

1982-1988 arası, örgütün can çekişme dönemidir.

Ayrıldığımda örgüte 5 yıl ömür biçmiştim. Günay Karaca on yıl biçmiş…

Altı yıl sürdü…

Bu dönemin örgüt içini iyi bilmiyorum. Bilenler anlattılar.

Ben ayrılmadan önce sadece Ali Çakmaklı öldürülmüştü.

Bunun ardından Müntecep Kesici, Hanna Maptunoğlu, Sami ve Yusuf’un öldürülmeleri geldi.

Bu süreci kendi bildiğim tarafından anlatmaya çalışacağım.

Dışardan bakınca bile içerde ne olduğu görülüyordu: can çekişiyorlardı.

1982’den başlayayım…

Birinci Konferansa katılmadım ama Mihrac Ural’ın bu örgütü felakete götürdüğünü anlatan uzun bir yazı yazdım ve yazı da ellerine geçti. Zira Mihrac efendi 17 sayfalık küfürlü ve uzun bir cevap yazmıştı.

Canı cehenneme! Biz ne yapacağımızı biliyoruz nasıl olsa…

Ben Mihrac’ın benimle hesaplaşmak için Avrupa’ya gelmesini bekliyordum. Onun yerine Yavru ile Katip geldi.

Belki hatırlarsınız, 1970’li yıllarda sinemalarda Yavru ile Katip adlı bir İtalyan dizi filmi oynardı. Yavru orta boylu ve biraz tıknazdı (Zafer) , Katip ise uzun boyluydu (Salih).

Bunlar bana çok hafif geldiler. Paris’te kitlemizin önemli bölümü ayrıldı. Almanya’ya zaten daha önce gitmiştim. Herkesin önemli sorunları vardı ve beklediğim insanlar da ayrıldılar.

Benim o sırada Suriye’de de bir grup yoldaşın ayrılmak üzere olduğundan haberim yoktu.

Aydın, Müntecep ve Ahmet, örgütün Suriyelileştirilmesine karşı çıkarak ayrılıyorlardı.

Nisan 1981 sonuna kadar orada iken bile bu Suriyelileştirmeyi görmek mümkündü ve anlaşılan işler artık iyice ilerlemişti.

Bunlar benim ayrılmama şaşırmadılar, TKEP’e geçmeme şaşırdılar.

Bilinen numara: kafalarında bir senaryo kuruyorlar, kendileri de buna inanıyorlar ve öyle olmayınca da şaşırıp kalıyorlardı.

Bekledikleri, benim, Suriye’de ayrılanlarla birlikte ayrı bir örgüt kurmamdı.

Ayrı bir örgüt kurmak için eksiğimiz de yoktu doğrusu…

İyi de neden ayrı örgüt kuracağız?

TKEP ile aramızda örgütsel birliği hedefleyen İttifak Bildirgesi imzalanmış.

TKEP son birkaç yılda evrim geçirmiş, biz de evrim geçirmişiz ve görüşlerimiz birbirine yakınlaşmış…

Bu durum da İttifak Bildirgesi’nde biraz gösterişli bile denilebilecek tarzda açıklanmış…

O zaman ayrı örgüte ne gerek var…

İlker, Yüksel ve ben, 1974’te, genel af sonucu hapisten çıkan eski THKP-C’lilerle anlaşabilseydik, (sonra Devrimci Yol, Kurtuluş ve Halkın Yolu gibi örgütleri kurdular) ayrı örgüt kurmamıza da gerek kalmazdı.

1982 yılında da benim “baş ol da soğan başı ol” gibi bir niyetim hiç yoktu.

Ayrı örgüt gerekliyse kurulur, ki o sırada gerekmiyordu.

Nereye girersem gireyim, gerektiğinde aşağıdan başlar ve epeyce yukarılara kadar çıkarım. O konuda kendime güvenim de var.

Kısacası kendimi tatmin için yeni örgüt kurmaya ve başına geçmeye de hiç ihtiyacım yoktu.

Karşımdakilerin bunu anlaması mümkün değildi. Hiç beklemiyorlardı.

Mihrac duyduklarına inanamamış. Yani, demiş, buradakilerin başına geçip ayrı örgüt kurmayacak mı, emin misiniz?

Neyse, sonunda emin olmuş!

Mihrac Ural’ın politik mücadelede aceminin ve hatta salağın birisi olduğu burada iyice açığa çıktı.

İki büyük aptallık yaptı. Bu aptallıkları yaptıran panik içinde olmasıydı, bunu anlıyordum, ama paniğin çözüme katkısı yoktur.

İlk aptallığını, Suriye’dekilere saldırarak yaptı. Müntecep hazırlanmış bir tertip sonucu öldürüldü, Aydın ve Hakan kaçırıldılar ve ancak FKBDC’nin araya girmesiyle bırakıldılar.

Adamlar ayrı örgüt kurma düşüncesindeler… Sen ise onlara saldırarak bu insanları benim izlediğim yola itiyorsun. Davranış tarzımın farklı olduğunu onlara telefonda iletmiştim. Bu durumda ayrı örgüt kurmaları hayli zordu. Bir de üzerine saldırı gelince…

İnsan, karşısında iki farklı grup varsa, bunların birleşmesini engellemeye çalışır, onları birbirine doğru itmez. Tabii bu kafası çalışan insanlar için geçerlidir, köylü kurnazları bunu düşünemez!

Çaresizlik insanı zorluyor. Ne yapsın Mihrac Ural? “TKEP bunları almayacak” diye bir laf yumurtladı.

Mihrac Ural bu, hep aynı numara!

Bir şey söyler ve bol miktarda gürültü yaparak herkese bunu kabul ettirmeye çalışır.

Okur, 28 yıl önceki numaraların bugün de tekrarlandığını ve Mihrac’ın bu kadar uzun zaman içinde yeni numara bile bulamadığını görecektir.

Hemen Teslim Töre’yi ziyarete gider.

Herhalde dostluklarını, yakın arkadaşlıklarını falan gündeme getirmiştir.

İçerde konuşulanları biliyorum. Durumu kötüydü ve adım adım geriliyordu.

Önce, “Bunları almayacaksınız!” buyurdu.

Olacak şey değil! Burası kimsenin babasının çiftliği değil… Üyeliğe başvuran birisini partiye almayacak isen, yeterli gerekçe göstermen gerekir. Hele de benim gibi tanınan birisini almayacaksan…

Hemen aleyhimde propaganda başladı. Mihrac Suriye’de, Yavru ile Katip de Paris’te…

Paris kolay… Bir yılda ev işgalleri dahil bir sürü işte ön planda bulunmuşum. Paris’in allahıyım gibi bir durum var… Sen istediğin kadar konuş…

Bir şey değil, ayrıldığım duyulunca talibim de çoğaldı. TKP, İşçinin Sesi yakından bildiklerim…

Biz kararımızı vermişiz gerçi…

Mihrac baktı ki olmuyor, bir adım geri atıyor: Aydın ve Engin’i almayın. Ötekiler ne yaparsa yapsın!

Yavru ile Katip de Paris’te TKEP’in bir MK üyesi üzerinde çalışıyorlar ama olmuyor bir türlü…

Nasıl olsun! Türkiye’deki tanınmışlığı bir yana bırakın. Bir yılda Paris’te yaptıklarımız bütün devrimci hareket içinde duyulmuş, herkesin dikkatini çekmiş.

Mihrac ve tayfası da sağ olsunlar, “işte biz böyle örgütüz” diye bol bol propagandamı yapmışlar. Paris’te çıkardığımız yayınları Suriye’ye gönderirdim, onlar da sağ olsunlar dağıtırlardı.

Ayrılmanın ardından, “Engin zaten şu kadar kötü birisidir” deyince, insanlar da sana “haydi ordan” demesinler de ne yapsınlar…

Arkasından son aşama geldi. Mihrac Ural baktı olmuyor, son kozunu oynadı: “Hiç olmazsa 6 ay partiye almayın.”

Yahu komedinin bu kadarı da olur mu! Ne demek 6 ay almayın! Ya hemen alınır, ya hiç alınmaz… Altı ayı nasıl gerekçelendireceksin…

Dedim ya, panik, başka bir şey değil…

Başka siyasetlere gidip, “TKEP bizi likide ediyor” diye şikayet etmeyi de ihmal etmiyormuş…

Aslanım, görüyor musun aslanı… Sadece kuyruğunu tramvay çiğnemiş, kendini aslan sanan bir çakala dönmüş…

Bu sırada ortaya bir laf çıktı: TKEP bu kişileri partiye almayacak…

Kimden çıktı bilmiyorum, böyle bir laf dolaşmaya başladı.

Ben rahattım. İsterlerse almasınlar ve bakalım bunu devrimci harekete nasıl açıklayacaklar…

(Daha sonra öğrendim: Bu laf Mihrac Ural’ın uydurmasıymış. Kimse böyle bir şey söylememiş… Ortada alınmış bir karar olmadan zaten söylenemezdi.)

Bu sırada TKEP’in Avrupa tabanında bir dalgalanma oldu.

Taban esas olarak Almanya’da idi. İsviçre’de yeni oluşuyordu, Fransa’da sadece birkaç kişi vardı.

“Ne demek bu insanları partiye almayız… Kim karar veriyor! Bizim fikrimiz alınmadan böyle karar verilemez…”

TKEP taraftar ve üyeleri rapor yazmaya başladılar.

Mihrac Ural’da yalan çok… “Engin aslında İşçinin Sesi’ndendir” buyurmuş. Maksat olayı saptırmak, kusura bakma ama ne demişler, yemezler…

İşin kötüsü İşçinin Sesi de kendilerine geçeceğimi sanmaya başlamış!

Talibimiz eksik değildi yani… 12 Eylül’den sonra Türkiye devrimci hareketinin Avrupa’daki en büyük eylemini yapmışız, üç evi işgal etmişiz, günlerce gazetelerin ilk sayfalarına ve Fransız televizyonuna çıkmışız, boru mu yani…

Avrupa’da bir türlü örgütlenemeyenlere bu iş nasıl yapılır onu göstermişiz. Paris’te bir yılda birkaç kişiden başlayarak kitle hareketi durumuna gelmişiz.

Adam gösterdiğin performansa bakarak seni istiyor…

Neyse, lafı uzatmayayım…

Merkez Komitesi Plenumu toplanır. Ben henüz üyelik başvurusu yapmamıştım, zira Avrupa’dan Plenuma giden üye, “biz bir konuşalım da öyle yap” demişti. İyi, beklerim.

Plenum, üyelik başvurusu yaptığım anda aday üyelik sürecinden geçirilmeden üye olarak kabul edilmemi karara bağlar.

Olay bitmiştir!

Mihrac Ural hayatının ilk büyük şamarını yer.

Öyle bir şamar ki, devrimci harekette duymayan kalmadı.

Ne yapalım, kendi suçları… İşi bu kadar büyüten onlardı.

12 Eylül 1980 sonrasının soldaki ilk büyük ayrılığıydı.

Tahmin edebileceğiniz gibi Mihrac Ural, benden çok TKEP’e düşman oldu.

Aradan çeyrek yüzyıl geçtikten sonra bu konuda yazdıklarına bakıyorum da, yediği kazığın acısı hala geçmemiş.

Ne yapalım, işi bu kadar büyütmeseydi, bu kadar güçlü bir şamar da yemezdi.

Acilciler çürümeye artan oranda itiraz ettiler. Suriyelileşmeye itiraz ettiler.

Burada olmuyorsa başka yerde kendilerini yeniden ürettiler.

Gelecek yazıda örgütün açık can çekişmesini anlatacağım.

 

 

Son Güncelleme: Pazartesi, 27 Eylül 2010 20:15