Şuanda 471 konuk çevrimiçi
BugünBugün2166
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9890
Bu ayBu ay9890
ToplamToplam10478314
Merhaba İnsanlık!.. PDF Yazdır e-Posta
Cahit Çelik tarafından yazıldı   
Çarşamba, 05 Ocak 2011 08:08


Engin Erkiner “Elveda İnsanlık!..” başlıklı yazımın altına not düşmüş. Benimle ilgili bazı değerlendirmeler yapmış. Ama daha önemlisi, Mihrac’ın ne kadar salak olduğunun altını çizmiş. “Resimden anlayan birisi değilim. Resim bilgisi iyi olan bir insana, ‘Sen Picasso kadar güzel güvercin çizemiyorsun’ diyecek kadar salak  da değilim.” demiş. İşte bu söz üzerine yeni şeyler söylemek istedim.

 Engin Erkiner resimden çizimden anlamıyorum dediği halde, Mihrac’ın kıyaslama yaptığı iki kuştan birinin “güvercin” olduğunu görmüş.  İbrahim Yalçın da o kuşun “güvercin” olduğunu görmüştür. Erkan Ulaşan’a sorsalar, Test konusu iki kuştan birinin “güvercin” olduğunu söyler. Ben de kalıbımı basarım,  o kuş “güvercin”dir. Pablo Picasso bile o kuşun “güvercin” olduğunu kabul eder. Ağzına verilmiş zeytin dalı kesin kanıt yerine geçer. Demek oluyor ki, güvercine güvercin denirse ve Mihrac Ural da kabul ederse, Picasso’nun çizdiği kuş “güvercin”dir.

 Elma ile armut kıyaslanmazsa, mazotla benzin farklı şeyse, gramın metreden farkı varsa, Mihrac yanlış yapmıştır. Sapı samanı birbirine karştırmıştır. Benim çizdiğim “Gönül Kuşu” ile Picasso’nun çizdiği “güvercin”i kıyaslamıştır.

 Mihrac denilen Hela Müdürü bile yaptığı yanlışı anlasın diye devam edelim. Benim yaptığım kuş çizimine, “Bu bir güvercindir!..” diyebilecek  hiç kimse yoktur. Resimden anlayan anlamayan hiç kimse benim çizdiğim kuşu, tanıdık bildik kuşlardan hiçbirine benzetemez. Bu bir güvercin serçe karga kanarya bülbül keklik sığırcık şahin kartal diyemez. Ama herkes, benim yaptığım çizimin tek kelimeyle “kuş” olduğunu söyler. Kanadı kuyruğu ayağı gagası gözü gövdesi var. Kuş olduğu bellidir, ne kuşu olduğu belli değildir. Böyle kuş olur mu, denilmesin diye, Gönül Kuşu adı verilmiştir. Yani her bakımdan soyutlama yapılmıştır. Soyutlama kavramı için örnek soyut kuş üretilmiştir. Picasso’nun çizdiği “güvercin” ile benim çizdiğim “Gönül Kuşu” kıyaslanamaz. Bu iki kuş içerik ve biçim bakımından birbirinden çok farklıdır. 

 

Benim ne kadar yanlış olduğumu göstermek için, “Şu iki kuş çizimine bakın, hangi kuşun çizgisi daha güzeldir yumuşaktır akıcıdır rahattır sıcaktır?” demesi gerekirdi. Sadece çizgi kıyaslaması yapması gerekirdi. Bunu yapmamış, Picasso’nun yaptığı “güvercin” çizimi ile benim yaptığım “kuş” çizimini kıyaslamış. Picasso kadar güzel kuş çizemezsin, demiş. Bu kıyaslamanın bile beni övmek anlamına geldiğini görmemiş. Keşke bu kadar salak olmasaydı. Benim ne kadar acemi beceriksiz palavracı olduğumu kanıtlamak için, Isparta Sanat Okulu’nda öğrendiği Teknik Resim bilgisini değerlendirseydi. Kuş öyle çizilmez, böyle çizilir, deseydi. Benim çizdiğimden daha güzel kuş çizseydi, beni rezil kepaze etseydi. Elbette ederdi, azcık güzel çizgi çizmeyi bilseydi.

 Mihrac Ural benimle ilgili iki “Test” yaptı ve ikinci “Test”in sonuna “seninle işim bitti” diye yazdı.  Daha sonra, döndü dolaştı bana bir daha sataştı.

 “Kuruların yanında yanmak isteyen yaşlara dönüp hiç bakmıyorum. Bu türlere kısa birer yazıyla elimin tersinden iki tokat vurarak nokta koyuyorum.

 Önemsemediğim için adını bile doğru yazmadığım Cihat Çelik (bu adamın adı cihat mı, Ceht mi, Cahit mi,  cuk cuk mu (gönül kuşu sendromu), her ne bok ise işte o) gibilerine söyleyeceğimi bir cümleyle bitirdim ilk ve son test sorularından sonra, milliyetçi bir aymaza dönüm bakacağımı kimse beklemesin.

 O, “tek kuş çizimi bile, isteseydim beni dünya ölçeğinde ressam yapardı. Bu çizimi yapacak ressam, Türkiye’de Avrupa’da Amerika’da yok.” diye kendi paranoya dünyası içinde kalsın, bir de rüyasında gördüğü, onu Picasso’yla karşılaştırdım sanısıyla, ömür boyu balayı yaşasın…” (214.Dosya)

 

214.Dosya’da “… ilk ve son test sorularından sonra, milliyetçi bir aymaza dönüp bakacağımı kimse beklemesin.” dediği halde,  2 Ocak 2011 günü, bana bir daha saldırmış. Hela Duvarı’na astığı “Bu Akıl Değişmedikçe…” başlıklı yazıda, “Bunlarla, bunların devletleriyle benim mücadelem var, ona devam ediyorum.” diye esmiş savurmuş. “Bunlar” dediklerinden biri de ben oluyorum.

 “Sayın Hüseyin Orhan, …  Bu cümleleri Nazı subayı mı yazmış, kızıl elma peşinde koşan Alperen Ocakları militanı mı ayırt etmek güç. Bakın sol milliyetçilerde de benzer yaklaşımlar var; bu utanmaz adamlar kendilerine de solcu derler. Geçenlerde “test” soruları sorarak, elimin tersiyle tokatladığım ilkel milliyetçi Cihat adlı bir paranoya “Ermeni Soykırımı diye bir söz duydunuz mu?” diye soru soruyordu. Artık gerisini siz düşünün, oysa siz bir milliyetçi olarak bu inkarcılığı sakınmadan dile getiriyorsunuz, Cihat (Cahit) ise solculuk adına yapıyor ( bkz: 211, DOSYA “İLK TEST” VE 212. DOSYA “SON TEST ) Tümü aynı kefenin içinde, ırkçı-milliyetçi duruşlardır. Bunlarla, bunların devletleriyle benim mücadelem var, ona devam ediyorum.” demiş.

 Alıntı yaptığı yazının kaynağını belirtmemiş. Eleştirdiği cümlenin başındaki “Yüksel’den …” sözcüğünü kesmiş atmış. İlk defa doğru birşey yapmış, Yüksel’in adını ağzına almamış.  Yüksel Eriş blogu adını da ağzına almıyor, iyi yapıyor. Ayrıca, benim “solcu” olduğumu ve “solculuk adına” iş yaptığımı uydurmuş.

 Hela Müdürü yazdığı yazının başlığı üzerine, “Kuşum Cihat (Cahit miş) gibi milliyetçilerle mücadelemizin bir parçası olarak bu makale- mektubu kaleme aldım, okura kıssadan hisse vermeye çalıştım. M. Ural”  diye bir “Not” koymuş.

 Mihrac Ural kendi yazdığı işte bu başlık üzeri “Not” ile ne mal olduğnu ortaya koymuştur. “Kuşum Cihat (Cahit miş) gibi milliyetçilerle mücadelemizin bir parçası olarak …” demekle, hangi ligde oynadığını belli etmiş. Daha doğrusu, oyun dışı kaldığını itiraf etmiş. Başpehlivan olma iddiasından vazgeçmiş. Er Meydanı’ndan kaçmış. Davulcuya zurnacıya seyirciye dalmış.  Deli dana gibi sağa sola saldırırken, siyasetle hiç ilgim ilintim yokken bana toslamış. Allah aklını almış, canı kalmış. Keşke onu da alsaydı, zavallı kurtulsaydı.

 Yüksel Eriş bloguna yazdığım “Şimdi biz ne yapmış olduk?..” başlıklı yazıda, Ocak 1980’den bu yana hiçbir örgütün sempatizanı bile değildim, demiştim. Yüksel Eriş ile ilgili bazı sorular sormuştum. Engin sorduğum sorulara cevap verdi. Rıza hiçbir cevap vermedi. Mihrac bana hücum etti. İki tokatta işini bitirdim, dedi. Üçüncü tokatı attı, yine işimi bitiremedi. Bir de benimle ve benim devletimle mücadele içinde olduğunu ilan etti. Şimdi ben bu Hela Müdürü’nün hangi dediğine inanayım. Benimle işi bitti mi, bitmedi mi?

 İktidara gelmek için veya iktidarda kalmak için yapılan herşey siyasettir. İktidara gelmek veya iktidarda kalmak, ancak başkalarıyla birlikte olur. Hiç kimse tek başına iktidara gelemez veya iktidarda tek başına kalamaz. Bu bakımdan, tek başına yapılmış hiçbir şey siyaset sayılmaz. Tek başına yapılan işler, eğri doğru yanlış olur, siyaset olmaz. İktidarı eleştirmek, iktidar mücadelesinin parçası değilse, hoşnutsuzluk belirtisi olmaktan öte anlam taşımaz. Öncüsü omurgası amacı yoksa, bağıran çağıran milyonların kimseye yararı zararı olmaz. Fasa fiso kültür derneklerini şerbetçiden simitçiden başka kimse ciddiye almaz.

 ANT dergisinin ilk sayısının yayınlandığı günlerden bu yana, yani 45 yıldır, devrimci mücadelenin içindeyim. Bana “goşist” diyen oldu, ama “faşist” diyen olmadı. Bu salaklığı sadece  Mihrac yaptı. Faşist kelimesinin anlamını bilseydi, bana öyle sallama yapmazdı. Behey beyinsiz Hela Müdürü, örgütlü olmayan insan “faşist” veya “komünist” olur mu? Hiçbir örgütün sempatizanı bile olmayan biri, faşizm veya komünizm için mücadele eder mi? Hiçbir örgüte sempati bile duymayan bir kişiye karşı mücadele yürüten siyasetçi, yolunu şaşırmış manyak değilse nedir? Ulan manyak, senden hiç siyasetçi olur mu?

 Benimle ve benim devletimle mücadele etmek için, önce dik durmayı öğreneceksin. Hayatın her alanında, sanatın her dalında, ne yaparsa yapsın, solucan dik duramaz. Üretimin dışında olan, yaşamın içinde olamaz. Sen bir solucansın, dik duramazsın. Hiçbir üretim yapmadın, yaşamın içinde olamazsın. Geberince, eşşek cennetine gideceksin. Senden geriye hiçbir şey kalmayacak, gübre olacaksın. Ama gübre olarak bile insanlığın işine yaramayacaksın.

 Resim Yapmayı Öğreten Boyama  Kitabı dizisi, benden insanlığa armağandır. Miro Masalı’nı ben yazdım, dünya durdukça sana kazık çakacaktır. Türk dili için ürettiğim mirolaşmak deyimi, senin gibi puştların adı olacaktır. Türkçe birçok sözcüğün başındaki ç sesinin küçültme eki olduğunu ben buldum, bu minicik buluş birçok yalanı yanlışı çöpe atacaktır. Yüksel Eriş kitabını Engin Erkiner’le birlikte ben yazdım, bin yıl sonra da insanlar beni okuyacaktır. Sahi sen ne yaptın, otuzdört yıldır? Kağnı gölgesinde yatan it gibi, Engin Erkiner’in Yüksel Eriş’in Günay Karaca’nın gölgesine sığınmaktan başka!..

 Not:  Nuray Bayındır, İrfan Dayıoğlu, Hasan Cabir, Zeycan Karaca, Aleattin Özden, Haydar Yılmaz, İbrahim Yalçın, Engin Erkiner, Sarı Serdar ve iki kişi daha bana el verdi. Elektriğim suyum telefonum internetim kesilmedi. Miro Masalı devam edecek.