Şuanda 519 konuk çevrimiçi
BugünBugün2194
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9918
Bu ayBu ay9918
ToplamToplam10478342
40 yıllık devrimci yaşamımın muhasebesi (3) PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Pazartesi, 24 Ocak 2011 06:20


1974 yılında geldiğim İstanbul’da ikinci yılımı doldururken artık sıradan bir devrim sempatizanı olmaktansıyrılmış,   eskinin devrimci mirasının devamcısı, ama aynı zamanda geleceğe daha kararlı bakan bir devrim örgütlenmesinin militanı olmaya başlamıştım. Devrimci müçadelede belli bir çizginin insanı olmadan önce elbette herkes gibi benim de arayışlarım olmuştu. Okulumuzda tanıştığım TİKKO,  Aydınlık, Doktorcu, TSİP’li arkadaşlarla da belirli ilişkilerimoldu, ortak eğitim çalışmaları gibi çalışmalara katıldım. Burada TİKKO’cu arkadaşlardan Hindistanlı Çaru Mazundar’ı ve mücadelesini tanıdım, görüşleri İ. Kaypakkaya ile bire bir örtüşüyordu. Diğer arkadaşlardan legal mücadele sahasında çalışma gerektiği telkini aldım. Ancak benim duygularım beni hep silahlı mücadeleyi savunan örgütlere itiyordu. Bu belkide etnik ve inanç kimliklerimin, Kürt ve Kızılbaş kimliklerimin ötekileştirilmesinden, asimile edilmek istenmesinden dolayı içimde biriken tepkilerden kaynaklanıyordu. Teorik birikimim yoktu, sadece eylemlerine sempati duyarak kendimi THKP-C çizgisine yakın buldum.

Okulda ilk tanıştığım arkadaşlarımdan en sevdiklerim bu çizgiyi savunuyordu. Bütün bunlar beni bilnçle değil, duygularla, hislerle bu harekete yaklaştırdı. Ilk okuduğum politik yazıların başında Kesintisizler geliyordu. Bu yazıları da okula Günay Karaca arkadaşımız getirmişti. Günay daha çocuk yaşta bu harekete sempatiden üç ay hapis yatmıştı 1972’de. Bu çevre ile ilişkileri vardı. Tam tarihini hatırlamıyorum ama bir gün 1975 mayısı olabilir. Günay’ın ilişkide olduğu İstanbul Üniversitesinden Kayserili bir bayan arkadaş bizi Taksim civarında bir eve götürerek af ile hapisten çıkmış eski Cephecilerle tanıştırdı.  Bu arkadaşlar biraz konuştuktan sonra Mahir Çayan’ı yavaş yavaş eleştirmeye, Sovyetleri eleştirmeye başladılar, ben birikimim olmamasına karşın Kesintisizlerin eleştirilemeyeceğini söyleyerek konuşmamıza nokta koydum ve evden ayrıldık, sonradan bu görüştüğümüz arkadaşlardan birinin Halkın Yolu olarak örgütlenecek olan yapının liderlerinden Ömer Güven olduğunu öğrenecektik.

Devrimci mücadele yavaş yavaş okuillardan mahallelere, fabrikalara taşınıyordu. Bizlerde bir yandan Üniversitelerde başlayan mücadele içinde yer alırken, giderek işçi eylemlerini destekleme, grevlerle dayanışma içine girme, sendikal çalışmalara katılma gibi faaliyetler içine de girmiştik. Bizim okulumuzda sağ-sol çatışması pek yaşanmıyordu, çünkü MHP’nin örgütlenebileceği bir zemin yoktu. Çoğunluk zengin sınıfın çocukları idi, apolitik bir yapı egemendi.  Öğrencilerin büyük kesimi lafta CHP’yi savunurdu ama faaliyet yoktu. Işleri güçleri kız tavlamaktı. Hatta faşist eğilimli çocuklar bile kız tavlayabilmek için kendilerini CHP’li gösterirlerdi. Devrimci kesim ise yavaş yavaş kendi aralarında ideolojik bölünme yaşıyordu. Aydınlıkçılar, Halkın Yolu ve Halkın Kurtuluşu, TİKKO bir tarafta açıktan Maoculuğu , Üç Dünya Teorisi ve saire görüşler savunurken. THKP-C taraftarı olarak bizler silahlı mücadeleyi savunuyor ve öncü savaşı ile kitlelerin devrime kazandırılacağına inanıyorduk. Öte yanda Sovyet çizgisindeki akımlar başta TKP ve TSİP olmak üzere legal mücadeleyi savunuyor ve bizleri goşist olarak adlandırıyordu. Artık kabaca üç ana çizgi oluşmuştu.

Birinci çizgi Sovyutleri Sosyalist gören legalci TKP ve türevlerinin çizgisi. Ikinci çizgi Üçüncü Dünyacı Çin-Arnavutluk eksenli Maocu çizgi,birinci çizgiyi ve savunucularını baş düşman gören çizgi,  üçüncü çizgi ise bizlerin de içinde olduğu daha çok Latin Amerika devrimci hareketlerinden etkilenen Çin ve Svyetler çizgilerini  sosyalizmden sapmış revizyonizm olarak gören  DEV-GENÇ önderlikli çizgi idi. Tabi bu üç çizgi de zaman içinde bölünmeler yaşayarak onlarca gruba bölünecekti. Birbirine teorik olarak en yakın görünen gruplar arasında  ucu silahlı çatışmalara kadar varan  tartışmalar, bölünmeler yaşanmıştır.

1975 sonlarından itibaren içinde yer aldığım THKP-C Halkın Devrimci Öncüleri (Acilciler) örgütü en keskin silahlı mücadele savunucusu olarak tanınmasına karşın, sol içi tartışmaların çatışma boyutuna çıkmasını hiçbir zaman savunmamıştır. 1976’dan itibaren başlayan silahlı çatışmaların hiç bir yerinde örgütümüz yer almamıştır. Buna bir örnekte okulumuzdan verebilirim. 1976 yılının başlarında üç arkadaşımızın Halkın Kurtuluşu taraftarlarınca bıçaklanması olayı yaşandı. Olayın çıkış sebebi, aldığımız bir haberdi. Habere göre HK Ankara’da Dev-Genç taraftarlarına saldırmış ve bir kişiyi öldürmüşlerdi. Biz bu arada Yurt binasında örgütsel bir toplantıdaydık, hemen okul kantinine indik. Iki arkadaşımız silahlı idi, biz onların çıkabilecek bir kavgaya karışmamasını, izlemekle yetinmelerini istedik. Kantine indiğimizde daha önceleri bize taraftar olan, sonradan HK’ye geçen bir  arkadaşın bir standta Halkın Kurtuluşugazetesi sattığını gördük, arkadaşı uyararak standı kaldırmasını istedik. Devrimcileri katledenlere bu okulda siyasi faaliyet yaptırmayacağımızı belirttik. Arkadaş hemen bıçak çekerek bize saldırmaya kalktı, ilk anda bu kişiyi saf dışı ettik, bir anda kantin birbirine girdi, ben uzakta duran ve faşist olduğundan şüphelendiğimiz, ama HK’li geçinen tipi arkadaşlara göstererek buna dikkat edin dedim, kavga sırasında kavgaya katılmasını istemediğimiz iki arkadaş ta ilk anda kavgaya katılmıştı. Karşı taraf çok daha kalabalıktı, buna rağmen püskürtmüştük. Amacımız silah kullanmak olmadığı için bu yola baş vurmadık, bu durumdan faydalanan o kişi ilk elden Muzo’ya saldırarak kalbinden yaralamıştı. Sonra elimizden kurtulmak için önüne gelene bıçakla saldırmış ve iki arkadaşımız daha, Bülent ile Hacet arkadaşlar hafif yaralanmışlardı.

Kavga bu olay üzerine durdu,biz Muzo’yu okul revirine götürdük, doktor tanıdığımız faşist eğilimli biriydi. Muzo’yu muayene ettikten sonra, « bu ölmüş kurtulmaz, biz diğer yaralılara bakalım » dedi. Biz tepki göstererek oksijen vererek hastahaneye kaldırılmasında ısrar ettik. Doktor bir şey yapamam deyince İlham arkadaş Doktor’a « seçimini yap ya arkadaşı kurtarırsın, ya seni de öte tarafa göndeririz » deyince Doktor hemen oksijen takarak Muzo’nun nefes almasını sağlayarak İstinye hastahanesine sevk etti. Birkaç arkadaş Muzo ile birlikte hastahaneye gitti. Ben ise iki silahı polis gelebilir diyerek okul dışına gönderdim. Tek biri doktorcu iki arkadaşla birlikte arkadaşları bıçaklayan kişiyi  okul binalarında aramaya başladık, şahıs idari bilimler binası müdürünün odasına sığınmıştı. Biz teslim etmesini istedik, müdür vermedi. Biz müdürü tehditederek bekleyeceğimizi söyledik, dışarda bir süre bekledikten sonra şahıs binadan çıkarak okuldan uzaklaşmaya başladı. Ben arkasından koşarak yakalamak istedim, bu arada yanımdan geçen bir TSİP’li arkadaşa kısık sesle bana yardım etmesini şahsın bıçaklı olduğunu söyledim, o da yüksek sesle boşver irfan deyince şahıs bana dönerek bıçağını çekti ve simdi sıra sende diyerek bıçağını sallayarak bana doğru gelmeye başladı, ben o anda yapacak tek şeyin bir blöf olduğunu düşünerek elimi kazağımın altında boş belime attım ve şimdi yandın alçak dedim, şahıs daha ne olduğunu anlamaya çalışmadan arkasını dönerek hızla kaçtı, sahsı elimden kaçırmıştım ama muhtemel bir ölümden de kurtulmuştum. Daha sonra bu şahsı iki yıl okula sokmadım.

Muzo kalbine çok yakın yerden sıyırıp geçen bıçaklı saldırıda kıl payı kurtulmuştu. Biz arkadaşları çok öfkeliydik. Darüşafaka Lisesinin Beyoğlundaki dernek lokalinde okuldaki arkadaşlar ve Darüşafaka lisesinde Muzo tarafından örgütlenen arkadaşların da aralarında bulunduğu kalabalık bir grup ile ilk defa tanıdığımız Engin yoldaşın katıldığı bir toplantı yaptık.

Toplantıda ben de dahil hemen tüm arkadaşlar bu olayın cevapsız bırakılmamasını isteyerek, Cağaloğlunda bulunan Halkın Kurtuluşu bürosunun basılmasını ve sert bir çezalandırmaya gidilmesini savunduk. Engin bizleri dinledikten sonra bizleri sağ duyulu davranmak gerektiği konusunda ikna eden uzun bir konuşma yaptı ve sol içi çatışmaların düşman işine yarayacağını söyleyerek, bizlerin devrim mücadelesinde bırakın devrimcileri, düşman safında bile zorunlu kalmadıkça insan öldürmeye karşı olduğumuzu belirterek ikna etti. Daha sonra Halkın kurtuluşu temsilcileri bizimle görüşerek, olayın bilinçli olmadığını, spontane olduğunu eylemi yapan kişi hakkında araştırma yapacaklarını söylediler ve olay kapandı.

Yani ideolojik olarak çok keskin tanınan, silahlı eylem yapan, banka soyan, bomba atan bir örgüt olarak tanınan örgütümüz, aslında insan yaşamına azami itina gösteren bir yapı idi, öldürmeyi asla amaç edinmedik. Yapılan eylemlere bakarsanız, ölümle sonuçlanan merkezi hemen hiçbir eylemimiz yoktur. Bazı bölgelerde MHP’ye yönelik intikam eylemleri olmasına karşın, örgütün merkezi olarak planladığı ve MHP dahil bir çok gerici merkeze yönelik eylemlerde bile can kaybının olmamasına azami özen gösterilmiştir.

Yeniden okula dönersem, okula Belma’nın gelmesi ile birlikte örgütsel bir işleyişe kavuşan ilişkilerimiz, bizleri okul dışına taşırdı. Meşhur Elka direnişine okuldan kitlesel katılım gösterdik, aylarca bu greve deştek verdik. İstanbul Yüksek Öğrenci Derneği çalışmalarında aktif görev aldık, yönetimine girdik, mahallelerde arkadaşlarımız ev ev işçileri örgütleme çalışmalarına katıldılar. Üniversite yurtlarında yapılan seminerlere katıldılan, devrimcilerin öldürülmesi sonrası anma amaçlı yapılan üniversite işgallerinde en önde örgütleyici düzeyinde katıldılar.  İYÖKD’ün ilk ve ikinci başkanları bu örgütün militanları olmuştu. Bu arkadaşlar hala farklı kulvarlarda da olsalar, devrimci, demokratik mücadelenin bir yerlerinde çalışmaya devam ediyorlar.  6 Mayıs, Kızıldere, 30 Mayıs Sinanların öldürülmesi olaylarının yıl dönümlerinde okulumuzda çeşitli etkinlikler düzenliyorduk. 30 Mayıs 76’da Sinanları anmak amacıyla diğer devrimci gruplarla ortaklaşa bir forum düzenledik ve okulun direğindeki bayrağı yarıya indirdik, okul Rektörlüğü okul bekçileri ile birlikte bayrağı indirmek istediğinde engel olduk. Daha sonra aralarında şeker kızın da olduğu 6 kişilik bir komite ile Rektör ziyaret edilerek eylemimizin amacı anlatıldı ve bir süre sonra bayrağı kendimizin indireceği belirtilerek durum aşıldı.

Artık okulla ilişkilerimiz yavaş yavaş azalıyor veyerini bizzat mallelerde halk içinde yürüttüğümüz çalışmalar alıyordu. Ben  Belma ile birlikte Kağıthane Sular idaresindeki inşaat işlerinde çalışan işçileri örgütlemek amacıyla o mahallede yoğunlaştık, ben düzenli bir biçimde bu bölgeye gitmeye başladım, birkaç sempatizan aile kazanmıştım. Artık bu evlerde kalabiliyordum. Bir kaç defada inşaat işçilerinin kaldığı yatakhanelere Belma ile birlikte ziyarete gittik, bir kaç tanıdık işçi vasıtasıyla onların sendikalı olması gerektiğini anlatmaya çalıştık, Belma’nın genç bir kız olarak onların yaşadığı barakalara  kadar gelip, onların haklarını savunması hepsini etkilemişti, daha sonra Belma vasıtasıyla MLSPB taraftarlarının yönetiminde olan İleri Yapı İş sendikasını buraya getirdik ve çalışan 600 kişiden 500 e yakınını sendikaya üye yaptık. Işveren bu durumu öğrenmiş ve olaya tepki göstererek, eğer işçiler sendikadan istifa etmezlerse işten atmakla tehdit etmişlerdi.  Biz Belma ile bir kez daha işyerine giderek işçilerle görüştük, bu arada sendikadan arkadaşlan da oradaydı ve direniş kararı alınmıştı. Bizde direnişiçinde yer alacağımızı belirttik, ancak sendikadan arkadaşlar sanki bu işçileri örgütleyenler biz değil de kendileriymiş gibi bize eylem komitesinde yer vermek istemediler. Ancak işçiler duruma müdahaye ederek bizlerin buraya ilk ve en çok gelip giden devrimciler olduğumuzu ve dolayısıyla bizim dışlanamayacağımızı sendikacı arkadaşlara belirtince, onlarda istemeden kabullendiler.

Derken direniş başladı, ilk bir iki gün iş yerinde işler durunca potron bölge jandarma komutanlığına baş vurarak izinsiz eylemdir diye iş yerine jandarmayı çağırdı. Jandarma işyeri çevresini kuşatarak işçilerin işlerinin başına dönmesini istedi, işçiler direnişe devam etme kararını sürdüreceklerini belirttiler, gece işçiler benimle Belma’yı eylem alanından çıkararak mahalleye götürdüler, bizi emniyete alan işçiler tekrar iş yerlerine dönerken jandarmanın  yatakhanelere girererk arama yaptığı haberini sabah aldık, ben tekrar iş yerine girmeye çalışırken jandarmanın sendikacı arkadaşlar dahil bir çok işçiyi arabalara bindirdiklerini görerek tekrar döndüm, bu eylem de bu şekilde sona erdi.

Bunu niye anlatıyorum. Bazıları İstanbul örgütlenmesinden veya genel olarak Acil örgütlenmesinden bahsederken, sanki kitleden kopuk, gizli odalarda eylem yapmayı bekleyen küçük grupçuklar olarak bizi göstermeye çalışıyor, oysa biz de her örgüt gibi başlangıçta Üniversite öğrencileri liderliğinde bir yapı olarak doğmamıza karşın, kitleselleşmeden de bir varlık olunamayacağının bilincindeydik. Elbette legal ve illegal örgütlenmeyi birbirinden ayırmaya çalışıyorduk ama, acemiliklerimiz bu iki çalışmanın zaman zaman iç içe geçmesini de beraberinde getiriyordu.

Biz başından beri ilerde eylem kadrosunda yer alabilecek arkadaşlarla, kitle içinde legal sahada önderlik kapasitesi olacak arkadaşların çalışmalarını birbirinden ayırmaya özen gösterdik. Bu açıdan bugün bu örgütün tarihini yazmak isteyen her arkadaşın, kendi tanıdığı dar bir sahada sıkışmasının nedeni de bizim gibi illegal hücre tipi örgütlenen yapılardan kaynaklanıyor. Her arkadaş örgütü kendi tanıdığı veya sonradan öğrendiği bir alanla sınırlı olarak görüyor ve dolayısıyla tanımadığı ,bilmediği çalışmaları, insanları yok sayarak, tartışmaları, yazıları dar bir alana hapsediyor. Benim amacım, bilebildiğim kadarıyla bu örgütü tanıtmak ve bilmediğim yönleri bilen arkadaşlarımı da yazmaya ikna etmektir.

Başında da belirttim, bu örgüt tarihinde bilinen, tanınan ve büyük emekleri olan arkadaşlardan daha fazla bilinmeyen, tanınmayan, ancak hayatını devrime adamış ve bu uğurda canlarını bile vermiş nice adsız kahramanlar var, benim amacım bu bilinmeyenleri bulup ortaya çıkarmaktır. Ben 1974-79 sonu arasında İstanbul örgütlenmesi içinde şu veya bu düzeyde yer aldım, yakalanmalara, darbelere, eylemlere, ayrılıklara tanıklık ettim, bazı olayların içinde, bazılarının da tanığı olarak yer aldım, yine 1980-88 arasında bu örgütün Avrupa yapısında yönetici konumlarda görev yaptım, yapmak istediğim doğrudan anlatımlarla yaşanmış bir döneme tanıklık etmektir.   Amacım yazılacaksa bir örgüt tarihinin,  resmi ağızlarca yazılmamasıdır çünkü resmiyet gerçeğin üstünü örter.   Yine amacım, bire bir yaşanmış olanları  dile getiren, gerçeği olduğu gibi hataları ve sevaplarıyla, olayları tüm nedenleri ile,  bu tarihin kahramanlarını da hataları ve sevaplarıyla, günahları ve devrime katkılarıyla bir bütün olarak ortaya çıkaracak hayatta olan tüm eski yoldaşların katkılarıyla gençeğin ortaya çıkmasını sağlayacak bir çalışmaya naçizane bir destekten ibarettir.

Bu örgütün tarihi öncüllerinin de tarihini kapsamak zorundadır. Yine ardılı olarak ortaya çıkan değişik örgütlerin tarihini de bir biçimde kapsamak zorundadır. Okuyucunun kapsamlı bir bilgiye kavuşması ancak böyle sağlanabilir.

(gelecek bölümde istanbulu anlatmaya, araya girerek politik belirlemelerle dönemi ve bugünü değerlendirmeye devam edeceğim.)