Şuanda 99 konuk çevrimiçi
BugünBugün1949
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9673
Bu ayBu ay9673
ToplamToplam10478097
40 yıllık devrimci yaşamımın muhasebesi (5) PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Pazartesi, 07 Şubat 2011 07:22


Evet, 1977 yılına geldiğimizde artık faşist saldırılar, günlük çatışmalar, devrimcilerin faşizme karşı savunma eylemleri yükseliyor. Parelel olarak devrimci gruplar arasına da kan giriyor, bir politik yapı haline gelmeye çalışan gruplardan kopmalar yaşanıyor ve onlarca devrimci grup ortaya çıkıyordu. Böyle bir durumdan bizim grubumuz da nasibini almıştı.  İlkerlerin katledilmesinden sonra başta Yurt dışı grubu bizden ayrılmıştı. Bunu sonradan Devrimci Savaş olarak adlandırılacak olan başını Hamdullah Erbil’in çektiği Maraş grubu izlemişti.

Ankara’da Rıza yakalanmıştı, ardından Yüksel ve Ömür yoldaşları kaybetmiştik. Rıza ve Yüksel yoldaşları hiç tanımadım. Ömür yoldaş ile Rıza ile birlikte yakalanan İstanbul grubundan İ.G yoldaşı nişanlısı ile birlikte yaptığım Ankara Kapalı Cezaevi ziyareti sayesinde tanıdım. Bu ziyarete Ömür’de Rıza yoldaşı ziyaret amacıyla gelmişti. Ziyaret sıramızı beklerken bir kaç saat durum değerlendirmesi içeren konuşmalar yaptık. Çok umutlu ve birikimli bir imajı vardı. Daha sonra ziyaretten sonra bize Ankara’nın belli başlı semtlerini gezdirdi, akşama kadar birlikte olduk, en son gençlik parkını ziyaret ettik. Bu görüşmemizden kısa bir süre sonra Ömür yoldaşı Şehit vermiştik.

Yine İstanbul’a dönersem, bizler artık mahallelere dağılmıştık, örgüt evlerinde kalıyorduk, gizliliğe ne kadar dikkat etsekte, zaman zaman aynı evlerde kalmaktan kaynaklanan nedenlerden bizim için ulaşılmaz önder konumunda olan arkadaşlarla da karşılaşıyorduk. İstanbul’da 1 Mayıs 77 olayları öncesinden başlayarak onlarca bombalama, kurşunlama eylemleri yanında Banka soygunları da olmaya başlamıştı. Eylem kadrolarımız sınırlıydı, bazı arkadaşlar ülke çapında gezici eylem kadrosu olarak çalışıyordu. Mahalli kadrolar hala yetişme aşamasındaydı. Merkezi eylemlerde yer alacak kadro sayımız oldukça sınırlıydı. Eylemleri  adeta  iki elin parmak sayısını geçmeyen arkadaş grubu yapmaktaydı. Her eylemimiz başarıyla sonuçlanıyor, hiç bir yakalanma yaşanmıyordu. Bu durum biz geriden gelen kadro adaylarında da büyük bir moral kaynağı oluşturuyordu.

Gelecekte katılmayı düşündüğümüz askeri eylemlere hazırlık yapmak amacıyla biz  Boğaziçi ve Darüşşafakalı arkadaşlar grubu bir arkadaşımızın dedesinin Yalova yakınlarındaki ormanların içinde denize yakın  evini kullanarak orada tabanca ile atış eğitimi yapmaya karar aldık ve üç gün süren bir eğitimi ona yakın arkadaşla gerçekleştirdik, eğitimimizin son gününde örgütten istemimiz olan daha büyük silahları tanıma istemimiz kabul gördü ve Engin ve Muharrem yoldaşlar son günü gelerek bize Kalaşnikof ve Sten ile atış talimi yaptırarak, silahları tanıttılar. Bu eğitim bizde yüksek bir moral kaynağı yarattı. Bu eğitimi gören arkadaşlarımız daha sonra bizzat pratik sahada defalarca kendilerini ispat ettiler. Belirmek isterim ki, bu silah eğitimimiz, bazılarının anlatarak bitiremediği Binboğalar efsanesinden çok daha ciddi sonuçlar yaratmıştır.

İstanbul örgütlenmemiz bir yandan askeri eylemlerle kendinden söz ettirirken, bir yandan da kitlesel çalışmalara hız vermişti. Bazı eylemlerimiz de bizzat kitlesel örgütlenmeye yol açacak eylemlerdi. Örneğin Vatan Hastahanesi işçilerini örgütleyen Devrimci Sağlık İş yöneticisi arkadaşlar, burada çalışanların tamamının sendikalı olmak istediğini, ancak personnel müdürünün faşist olduğunu ve eski bir boksör olan bu kişinin tehditlerinin işçiler üzerinde etkili olduğunu belirterek, bu kişinin dayak atılarak cezalandırılması yoluyla işçiler üzerinde yarattığı psikolojik baskının kalkacağını söylediler. Söz konusu kişi bir hafta sonra üç yoldaş tarafından ağır bir dövme ile cezalandırıldı. Ikinci gün hastane içinde yüzü gözü sargılı gezince sendikacı arkadaşlar  işçiler tarafından tebrik edilmiş ve bu hastahane de toplu sözleşme hakkı Devrimci Sağlık İş’in olmuştu. Yakup yoldaş bu eylemden dolayı eylemci arkadaşları kucaklayarak teşekkür etmişti. Bu ve benzeri eylemler artık günlük olağan eylemler haline gelmişti.

Bizler  Boğaziçi ve Darüşafakalı 6-7 arkadaş, son dönemlerde yapılan hemen her eyleme Başta Engin yoldaş olmak üzere yönetici arkadaşların girmesine karşı çıkmaya başladık, THKP-C’nin « liderler masa başında oturmaz… » ilkesinin yanlış değerlendirildiğini, örgütümüzün daha doğum aşamasında  kurucu üyelerinin tamamına yakınını kaybettiğini, Engin gibi arkadaşların bir kaç eylem için kaybedilmesinin bizi bitirebileceğini söyleyerek, eleştiri ve önerilerimizi içeren 3 sayfalık bir yazıyı Belma aracılığıyla örgüt yönetimine ilettik. Bu önerilerimiz kabul görmedi, sonuçta birkaç arkadaş bu durumu neden göstererek 77 darbesinden kısa bir süre önce örgütten koptular. 

Bu dönemde Maraş’tan gelmiş bir arkadaşla tanışma fırsatım oldu kendisi takma isim olarak Doğuş adını almıştı. Bize bölgede Doğuş adında çıkan bir de dergi getirmişti. Yani Antakya’da Tek Yol Devrim dergisi çıkarken, Maraşta’da Doğuş Dergisi çıkıyordu. Ben bu doğuş arkadaşla bir kaç ay birlikte oldum, katıldığım hemen her eylemde birlikte olduk, daha sonra yeniden Maraş’a döndü. Zaten hemen ertesinde de bu bölge bizden ayrılarak Devrimci Savaş adı altında ayrı bir örgüt olarak kendini ilan etti. Bu tür bölgesel örgütlenmeler, hemen her yerde mevcuttu denebilir. Maraş’ta, Malatya’da, Kars’ta, Samsun merkezli Karadeniz’de, Kayseri’de, Balıkesir ve Bursa’da, Manisa’da meşhur Kasabalılar grubu, yine İzmir grubu, Hatay ve Adana merkezli  Güney bölgesi, Ankara ve İstanbul. Kuruluş aşamasındaki her örgütte  bölge örgütlenmeleri başlangıç itibarıyla biraz özerk bir yapı olurlar. Örgüt merkezileştikçe bu eğilimler kırılır. Egemenliğinin elden gittiğini düşünen bazı bölgesel liderler bu duruma direnç gösterirler. Bu bizim yapımızda da böyle olmuştur. Sadece Ankara ve İstanbul bölgelerinde bu tür bölge eğilimleri olmamıştır. Çünkü zaten buralarda örgüt iskeletini oluşturan her bir öğrenci arkadaş, başka bir şehirden gelmekteydi ve bölgecilik eğilimi bu tür kozmopolit şehirlerde fazla etkili olamaz. Bunun aksine daha homojen olan küçük kasaba ve şehir örgütlenmelerinde bölgeci eğilimler her zaman etkin olabilmektedir. Nitekim Dev-Genç örgütlenmesini incelerseniz. Hemen diğer birçok şehrin neden Dev-Yol çizgisini izlediğini, ama ezici olarak Elazığlı öğrencilerin egemen olduğu İstanbul Dev-Genç örgütlenmesinin neden Dev-Sol örgütünün iskeletini oluşturduğunu görebilirsiniz.

Bizde de Manisada Kasabalılar kendi içinde özerk bir örgüt oldular, başlangıçta Acilci olduklarını söyleyen bu arkadaşlar zaman içinde merkezden tamamen koptular. Yine Başını merhum Hamdullah Erbil yoldaşın çektiği Maraş Acilciler grubu ayrılarak Devrimci-Savaş grubu olurken,   İzmir’de THKP-C Eylem Birliği ismi etkin oldu.  Başka bölgelerde de belirli mahalli önderler hep etkin kaldılar. Örgüt merkezi olarak adlandırabileceğimiz Genel Komite ise  bu bölgeleri ağzı en fazla laf yapan pratik önder konumundaki arkadaşlardan oluşmaktaydı, bir nevi koalisyon gibi algılanabilir bu durum.  Yetkin bir merkezi politik örgütlenmesinin oluşmasına fırsat kalmadan  kendisini silahlı mücadelenin içinde bulan her yapı gibi bizim yapımızda yenilecek etkin bir darbe ile her an dağıtılabilirdi. Bu örgütsel oluşumumuzun başlangıç aşamasında, ülke çapında başlayan gençliğin  anti-faşist silahlı mücadelesi, bu duruma seyirci kalmayarak, bu kavgada yer alan bizleri pratik mücadele içinde politik bilinç kazanmaya zorlamıştı. Bu da çarpık-eksik bir bilince yol açıyor, duyguları, bilincin önüne çıkararak, arkadaşlar arası güveni, örgüte olan güvenin önüne çıkarıyordu.

Nitekim sonradan yaşanan ayrılıklarda da, ideolojik farklı bakış hep sonradan gelmiş, arkadaşlar arası güven politik bakışın önüne geçmiştir. Birbirine duygusal bağlarla bağlılık, aynı politik perspektiften bakışın önüne geçmiştir.  Örgütümüzde yaşanan en büyük bölünme olan HDÖ ayrılığında da bu mantık geçerli oldu. En keskin geçinip ayrılanlar aslında o kadar da askeri kafalı değillerdi. Öte yandan en ideolojik görünen, meselelere politik baktığını iddi eden benimde içinde yer aldığım Acilciler kesimi ise bilindiğinin tersine askerliği çok seven arkadaşların ağırlıkta olduğu bir yapı oldu aslında. Yani ideoloji belirleyici olmadı.  Arkadaşlar arası güven, birbirini daha iyi tanıma, çoğunluk psikolojisi, gibi belirleyici olmaması gereken tali etkenler, temel ayrılık etkeni olan ideolojik bakış açısının farklılığının önüne geçti.

Olayları ve bireyleri tek tek değerlendirirken  bu durumu hep göz önünde bulundurarak belirleme yaparsak gerçekçi olabiliriz. Birbirini eylemde denemiş, pratikte aynı eylemler içindeki tutumlara bakılarak tutum alınmıştır. Mesela ben kendimden örnek verirsem, bir yandan içinde yer aldığım yapıda güvendiğim yoldaşlarıma değer verirken, bir yandan da belirli eylemlerde pratik içinde omuz omuza olduğum değişik siyasi eğilimlerden arkadaşlara da yoldaşlarım kadar güvenmişimdir.  Ideolojik olarak ayrı uçlarda yer aldığımız bazı arkadaşlarla aynı eylemlerde omuz omuza ölümüne kadar   dayanışma içinde olmak ancak görerek, yaşayarak  izah edilebilir. Biz bugün ancak bunlara böylesine geniş bir pencereden bakabiliyoruz. 

Bizler İstanbul Acilciler grubu çok büyük bir şehirde yaşadığımız için herkes birbirini tanımazdı. Ya da daha açık bir deyişle herkesin hemen hergün birbirini gördüğü küçük şehirlerin aksine, mahalle mahalle, okul okul ayrı yapılanmalar içindeydik. Bu açıdan benim anlatımların, sadece benim bildiklerimle ve en fazla bazı arkadaşlardan aldığım bilgilerle sınırlıdır. Bunun için sonradan  görme lider  ajitatörlüğü aşamamış bazıları gibi,  herkes hakkında ahkam kesmeden önce o kişiler hakkında bilgi toplamayı ilke bilirim.

Mesela bizim boş ajitatör, İ. Yalçın’ın 19 Ağustos 1977 darbesinden 15 gün önce Engin tarafından örgüte sızdırıldığını ve ilk eyleminden sonra Engin ile birlikte 77 Ağustos darbesi ile örgütü çökerttiğini söylüyor.. Oysa kişiler hakkında konuşmadan,  biraz etrafa  sorsa rezil olmaktan kurtulur. Çünkü bu arkadaşı örgüte katan 1975 yılında İYÖD (İstanbul Yüksek Öğrenim Derneği) başkanı ve o da Elbistanlı olan Y. Doğan’dır. Yani sen daha bu örgütü tanımadan İ.Yalçın örgütsel çalışmalarımız içinde bulunuyordu. Ben de tanıklardan sadece birisiyim.  Bu örgütü sadece ülkemizin küçük bir şehrindeki  örgütlenmeden ibaret saymak, parçayı bütünün yerine koymaktır. Bu örgüt yukarda da belirttiğim gibi etkisi örgütlediği kitleyi kat be kat aşan, dışındaki örgütlere de ilham kaynağı olan adı efsane olmuş bir örgüttür. Bunu efsaneleştiren ise eylemlerinden daha çok taa 1974-75 yıllarında tüm solcuların hala 12 martın etkisinde olduğu bir dönemde yaptığı politik belirlemeleridir. Piyasaya kısıtlı sayıda sürdüğü başta TDAS olmak üzere birkaç broşürdür. Ben de dahil bizleri bu örgüte kazandıran THKP-C çizgisini en iyi yorumlayan ve ders çıkaran bu broşürlerde dile gelen görüşlerdir. Eylemler çok sonra başlamıştır. Bu açıdan Acil tarihi bu broşürlerle başlar, etkisini ülke çapına yayan bu politik belirlemelerdir.  Yoksa eylemleri ile bizleri ona katlayacak benzer örgütlenmelerin bugün esamesi bile okunmazken, Acilciler hala tartışılabiliyorsa, bunun sebebi bu politik duruşumuzdur.

Buna benzer bir çok durum var, birçok eski arkadaş, sadece kendi bildiği yetersiz bilgilerle bir başkası hakkında ileri geri konuşuyor. Bu durumun yaşanmaması için, hemen her yazımda bildiği olan tanıyıp, tanımadığımız her arkadaşın  bildiklerini yazmasını istiyorum, yazmıyorsa bizi bilgilendirsin biz yazalım ve bir örgütün tarihini tüm çıplaklığıyla gün yüzüne çikaralım. Bir önceki yazımı okuyan sevgili Yüksel yoldaşın kardeşi, Hüseyin Eriş bana bir mesaj göndermiş, mesajı olduğu gibi sizlerle paylaşırken, Hüseyin yoldaştan’da yaşadıklarını kendi belirleyeceği bir biçimde kamu ile paylaşmasını istiyorum.

 

Yüksel Eriş 02 Şubat, 10:00 (Yüksel Eriş Facebook isimli adresten mesajı geçen sevgili Hüseyin Eriştir)

“İrfan abi merhaba 40 yıl devrimci yaşamının muhasebesi isimli yazını okudum çok beğendim herkesin yapması gerekeni yapmışsın bu yazıyı keşke senin iletin olarak alabilseydim.
Harbiyeli yavuz gibi kendi yüzünü saklamaktan korkanlar ancak senin muhasebenle çıkar. zaten Ayrıca o zaman seninde içinde olduğun sendika Devrimci sağlık iş vardı ama diğeri yani bizlerinde var olduğu Çağdaş maden iş ve çağdaş tekstil iş i gözardı etmişsin. malum Merhum arkadaşımız Mustafa atmaca ve yönetimi yani Ümraniye 1.mayıs mahallesini var edenlerde Acilci idi. Ayrıca değerli abim Yakuptan söz etmiş olmanda çok güzel işte kavga terine yapılması gereken bu. işte yeni yetişen gençlige bırakmamız gereken bu ama bu tarihin içinde çirkinlik yapmışlar hayinler, katiller ve hareketin yok olmasını göze alarak başka örgütlere gidenler yasadığını görüncede hah biz bu hale getirdik diyenler olmamalı bunları bunları yaptık ama şu hatamız oldu diyebilmelidir. herkes biz kaçtık sunlar devam etti bugüne geldik ama bizler kabul ederseniz tekrar varız diyebilmelidir ler ve yeni kadrolara yer acma büyüklüğünüde gösterebilmelidirler sevgiyle kal abicim kendinize iyi bakin lütfen”

Birincisi ben Devrici Sağlık İŞ sendikasında çalışmadım, sadece onlara destek oldum, ikincisi birçoğumuz gibi ben Mustafa Atmaca’yı sadece duydum, tanımıyorum, Çağdaş Maden İs’in çalışmalarını biliyorum ibir buçuk yıl bizzat çalışma yürüttüğüm Gebze alanında bu sendikaya birçok işyerinde iüye kazandırmada emeğim geçti.

Bu dönemi sonraki yazılarda dile getireceğim. Geçen yazının sonunda bu yazıda 77 Ağustos darbesini yazacağımı belirtmiştim. Ancak bazı olayları anlatmadan ve bazı belirlemelerden bulunmadan doğrudan 77 darbesine geçmenin yanlış olduğunu düşünerek, bugünkü yazıma ek olarak gelecek yazıda bazı olayları da yazdıktan sonra (Hami Gönenli’nin yaralanması, Haydar ve Muharrem yoldaşların yaralanmaları, Belma’nın faşistlerce bıçaklanması ve Habdarı ziyareti sonra bir ay göz altına alınması ve benzeri olayları anlattıktan sonra 77 darbesini anlatacağım.)

Bu arada benim anlatımlarına katkı yapmak veya itiraz eden yoldaşlar varsa beni bilgilendirirlerse, bu durumu siz değerli okuyucularla da paylaşacağım.