Şuanda 62 konuk çevrimiçi
BugünBugün1922
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9646
Bu ayBu ay9646
ToplamToplam10478070
hapishane günlüğü 32: suriye'de 15 gün PDF Yazdır e-Posta
İbrahim Yalçın tarafından yazıldı   
Perşembe, 17 Şubat 2011 05:11


Suriye’ye ilk gelişimden iki yada üç gün sonra idi. Cemil Esad’ın Lazkiye’deki evine, Mihrac Ural’la beraber gittik. Beni Cemil Esad’la tanıştırmak istiyordu. Cemil Esad tarafından büyük bir nezaketle karşılandım. Acilciler’in Türkiye sorumlusu olarak tanıştırıldığımı sanıyordum. Daha sonra Ali Sönmez’den öğrendiğime göre, Acilciler’in Türkiye sorumlusu değil, alevi’lerin Türkiye sorumlusu olarak tanıştırılmışım. Arapça bilmediğim için bana yalan söylenmiş.

Cemil Esad ile, Mihrac’ın tercümanlığı aracılığı ile konuşurken, Cemil Esad’ın bana, sürekli olarak tanınmış Alevi dedelerinin ismini sormasına anlam verememiştim. Suriye’ye ikinci gelişimden bir süre sonra, Ali Sönmez ile karşılaşıp sohbet ederken, Cemil Esad ile tanıştırılıp tanıştırılmadığımı sordugu zaman, olayın gerçek yüzünü öğrendim.  

Mihrac Ural, Suriye’deki durumumuzu bana anlatırken, sürekli Cemil Esad ile olan ilişkilerinde ‘’taktik’’ yaptıklarını, ‘’yalan’’ söylemek zorunda kaldıklarını, aksi taktirde, Suriye’de barınmanın kolay omadığını söylüyordu. Sorunlarımızın, gerektiğinde taktik yaparak halledilmesi söz konusu olduğunda, neden yapılmasın ki? Diye Mihrac’a hak verdiğimi de burada belirtmek durumundayım. Öyle ya, madem ki, hiçbir yerde elde edemeyeceğimiz lojistik destek sağlıyorlar, o halde bazı konularda pragmatik davranmanın ne sakıncası olabilir ki?

Taktik yapıyoruz yoldaş. Buna mecburuz, diye anlatılan şeylerin, taktik falan olmadıklarını, asıl taktik yapılan ve aldatılanların Suriyeliler değil, Acilciler olduğunu o zaman elbette bilmiyordum. Bilmeme de zaten imkan yoktu.

Orta-Doğu’da, tabriI caizse, kimin elinin kimin cebinde oldugunun belli olmadığı bir bölgede, filler çatışırken, Mihrac gibi bazı eşeklerin filler arasına girerek, onun bunun kucağında ortalık oğlanı olarak ayaklar altında ezilmenin gönüllü fedaisi olacağını nereden bilebilirdim ki.

Silahlı mücadeleyi esas mücadele biçimi olarak gören ve bu amaçla, özellikle silahlı eğitim için bu bölgeye gelen militanlarımızın, filler arasına atılarak kurtlar sofrasında yem olarak kullanılması kimin aklına gelirdi.

Filistinli örgütler birbirleriyle çatışırken, üstelik de, Türkiye devrimci örgütler, haklı olarak, bu çatışma içersine girmeyeceklerini ilan etmişken, bizlerin, böyle bir münasebetsizliğe kalkışması da neyin nesi oluyor? Bu tavrın, örgütsel yapımızı Suriyelilerin kucağına oturtmak için alınmış ihanet tavrından başka hiç bir anlama gelmeyeceği açıktır.

’Emperyalizme, siyonizme ve bölge gericiliğine karşı enternasyonalist bir savaşta yer aldık’’ diye, boyundan büyük sözler sarfeden bir küçük adam’a sormazlar mı peki… Sen kimsin? Sen kim oluyorsun da, yılların çözemediği bölge sorunlarına taraf oluyorsun? Sen bu alana bu amaçla mı geldin?

12 Eylül faşizminin, ülkeyi kasıp kavurduğu bir dönemde, militanlarının çoğu hapishanelerde tutuklu bulunan bir örgüt sorumlusunun, hapishaneden kaçar kaçmaz dışarıya çıkması yetmiyormuş gibi, herkesi de dışarı çıkartmak için yırtınmasının önemli bir amacı olmalı. Bu amaç neydi?

Örgüt sorumlusu olduğunu iddia eden bir adamın, Suriye’ye ayak bastıktan sonra, ülke içersinde neler olup bittiğine kulaklarını tıkayarak, Suriye hükümeti adına, FKÖ’ne savaş ilan etmesi ve bunu da bölge gericiliğine karşı devrimci tavır aldık diye utanmadan ilan etmesi akıl alacak bir iş mi?

Böyle bir akılsızlığın, acemilik yada teorik yetmezlik olarak mazur gösterilemeyeceği, sonraki gelişmeler ışığında bilinçli bir yönlendirme ve ihanet olduğu gün yüzüne çıkmadı mı?

Lübnan’da, filistinlilerin kendi aralarında çıkan çatışmada öldürülen Selahattin KAYA’nın örgütümüzle hiçbir alakası yokken, üstelik de, Suriye’de, elindeki kimlik zorla alınarak mecburen Lübnan’a gitmek zorunda bırakılmışken, bu çatışmanın ortasında kalarak öldürülen Selahattin KAYA’nın ‘’yoldaş’’ diye ilan edilerek ölüsü üzerinden nemalanmak ve ‘’kan parası’’ almak, kendisine devrimciyim diyen bir örgütün yapabileceği iş midir?

Selahattin KAYA’nın elindeki kimlik alınarak, Lübnan’a gitmek zorunda kalmasını, orada bulunan tüm Acilciler bilirken, bir kaç ay sonra Selahattin KAYA’yı, öldüğü için ‘’yoldaş’’ ilan eden ve adına anıt mezar yaptıran sahtekarlık karşısında, buna tanıklık eden militanların adı geçen örgüte karşı güven duymaları nasıl beklenir?

Binbir türlü hile, yalan ve entrikayla, devrimci siyaset yaptığını söyleyen ve bu kisve altında kişisel çıkarlar elde eden bir hokkabazın, bugün içersine düştüğü durum karşısında önüne gelen herkese saldırması son derece doğal olmalı. 35 senedir sürmekte olan  rüyadan uyandırılmış ve gerçekler karşısına çıkartılmıştır.  

Acilciler örgütüne karşı İHANET’i, Suriye’ye karşı da  UŞAK’lığı açık olarak ortaya çıkarılmıştır.

Türkiye solu’nun bugün içersine düştüğü çıkmazın baş müsebbibleri, bizim Mihrac Ural’ımız, oldugu kadar, diğer örgütlerin de Mihrac URAL’larıdır. Biz Mihrac URAL’ dan bahsederken sadece bizim soytarıdan değil, her örgütün içersine sızmış yüzlerce Mihrac Ural’lardan bahsediyoruz.

Acilciler örgütüne karşı işlenen İHANET, Suriye’ye yapılan UŞAK’lık bizimle sınırlıdır. Dışımızdaki örgütlerden Mihrac URAL’ların ihanet ve uşaklıklarının da neyle sınırlı olup olmadıgı onların sorunudur.

CEMİL ESAD VE MURAT SÖKMENOĞLU

Dogrusunu söylemek gerekirse, Suriye ile ilişkilerde ‘’taktik’’yapıyoruz sözlerine ilk başlarda inandım ve destekledim de, Türkiye’ye dönüşümden bir kaç gün önce bir kez daha Cemil Esad tarafından evinde ağırlanmak üzere davet edildik. Orada, bana sorulan sorular karşısında sıkıldım ve sorulara verdiğim cevapların hepsi kafadan sallama uyduruk cevaplar olduğu için şüphelenmemesi için yeni bir konu açmak istedim.  Aklıma, Hatay milletvekili Murat SÖKMENOĞLU geldi.  Konuyu değiştirmek için, geçtiğimiz günlerde, TBMM’de, Hatay milletvekili Murat Sökmenoğlu’nun bir konuşma yaptığını, konuşma sırasında, ‘’Hatay’da ayrılıkcı hareketin hızla büyümekte olduğundan ve bu duruma kısa zamanda müdahale edilmediği tahtirde Hatay’ın anavatan’dan kopabileceğinden söz ederek, acil tedbir alınması gerekliliğinden bahsettiğini’’ söyledim.

Cemil ESAD birden çok heyecanlandı(!) ve hemen yanında bulunan sekreterine, konuşmalarımı not etmesini söyledi. Anlatmaya devam ettim, ‘’ Murat Sökmenoğlu’nun bu konuşmasından hemen sonra, Hatay’da, halka 10.000 civarında protesto mektubu gönderttiğimizi’’(!) anlattım.

Murat Sökmenoğlu’nun, bu mektuplardan sonra bir kez daha TBMM kürsüsüne çıkarak, kendisine gönderilen potesto mektuplarını bir çuval içersinde meçlise getirerek milletvekillerine gösterdiğini ve bir önceki konuşması’nın ne kadar isabetli olduğunun, kendisine gönderilen bu protesto mektuplarıyla teyit edilmiş olduğunu, acilen  tedbir alınmadığı taktirde, Hatay’ın Suriye’ye katılmasını isteyen bölge halkının, kısa zamanda hareketlenebileceğinden(!) bahsettiğini vb anlattım.

Cemil Esad’ın heyecanı doruğa çıkmıştı. Eline kağıt-kalem alarak yeni bir Türkiye-Suriye sınırı çizmeye ve bizimle sınır pazarlığı yapmaya kadar işi uzatması karşısında şaşırmıştım. Şaşırmıştım çünkü, otururken, laf olsun diye söylediğim sözün bu kadar ciddiye alınacağını tahmin etmemiştim. Üstelik, bu adamın elinde çok ciddi bir istihbarat  ilişkisi vardı ve benim anlattığım palavraların gerçek olup olmadığını bilmemesi de imkansızdı. İstese, bir kaç saat içersinde, TBMM’de böyle bir olayın olup olmadığını, olduysa bile, hangi gün olduğunu ögrenebilirdi.

Konuşma bitip de dışarı çıktığımız zaman, Mihrac Ural’da, tıpkı Cemil gibi heyecanlı heyecanlı bana, ‘’ Allahsız, sen ne yaptın? Adamın beyni tavana vurdu, bunları nerden uydurdun’’ derken son derece mutluydu.  O anda aklıma geldi söyledim ama bu adamın bu sözlere bu kadar önem vereceğini bilsem söylemezdim, çünkü bunların yalan olduğunu, bugün yada  yarın öğrenir ve hiçbir inandırıcılığımız kalmaz’’ dedim. Mihrac ısrarla öğrenemeyeceğini, ‘’ Bu konuşmanın gizli oturumda konuşulduğunu ve bizim bu konuşmayı özel ilişkilerimizden öğrendiğimizi söyleriz’’ diyordu.

Hemen oracıkta Mihrac’a aynen şunları söyledim. ‘’Cemil Esad denen bu adam ya aptalın teki, yada, bizimle dalga geçiyor. Bizimle sınır pazarlığı yapabilecek kadar bizi ciddiye aldıgına göre, hakkımızda hiçbir şey bildiği yok’’ dedim.

Öyle olmadığını, Bizim, Cemil’le değil, Cemil’in, Mihrac Ural’la birlikte bizlerle, yani Acilciler’le dalga geçtiğini çok sonra anlayacaktım.

Mihrac Ural ve Cemil Esad ikilisinin ‘’Türkiye’deki Hataylı’ların Kurtuluş Cephesi’’ (THKC) kurduklarını, Mihrac’ın, bu Cephe’nin sekreteri oldugunu, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) Sekreterliğine de Salih Hoca’yı (Kemal Bayram)  getirdiklerini ve zaman içersinde, THKP-C’nin tasfiye edilerek, öbür tarafa  (Mihrac’ın THKCsi) ilhak edilmesine çalıştıklarını zaman içersinde öğrenecektim.

Burada hemen belirtmem gerekiyor. Bu ihanet tuzağı, Yusuf’un (Zihni ALAN) öldürülmesiyle birlikte açığa çıkmıştır.

YUSUF ALİ ESAD (ZİHNİ ALAN) ÖLDÜRÜLDÜ, HAİN PLAN DEŞİFRE OLDU

O güne kadar, hemen herkesin tahmin ettiği, kuşku duyduğu konu, Mihrac Ural’ın Muhabarat elemanı olduğu, kişiler arasında konuşulmasına karşın, yazılı hale getirilmedi. Bunun yerine teker teker ya da üçer-beşer kişilik gruplar halinde örgütten ayrılındı. 

Cemil Esad, örgütten kopmaları, Suriye’de kimsenin kalmadığını, örgütün eylem yapamaz duruma geldiğini görür ve Mihrac Ural’ı sıkıştırmaya başladı. Onun  bu işi beceremeyeceği kanaatine vararak örgütü Mihrac’ın elinden alarak Yusuf’a devretmeye kalkışması da bu nedenle olmuştur.

Yusuf’ Ali Esad kod adlı Zihni ALAN’ın, Cemil ESAD’la görüşmeye giderken Mihrac Ural’ın, Cemil ESAD’ın sekreterinden elde ettiği istihbarat sonucu, görüşme tarihi ve saatinde Yusuf’un yolunu keserek öldürtmesi, post’un elden gideceği kaygısı ile işlenmiş bir cinayet olarak değerlendirilmelidir.

Yusuf’un öldürülmesi üzerine ,Basit ve Lazkiye’de  bulunan Mihrac’ın adamlarının Cemil Esad tarafından tutuklanarak sorgulanması üzerine, Antakya’dan Mihrac Ural’ın babası Zeki el kasım Ural gelerek, önce Cemil Esad ile görüşmüş, Yusuf’un ailesine KAN PARASI verdik anlaştık diyerek olayı kapatmaya çalışmıştır. Ardından da, Suriye eski sağlık bakanı Zeki el GAMİN ve Baas ideolojisini Suriye ordusuna aşılamak için bizzat, Hafız ESAD tarafından, Hafız Esad’ın savunma bakanı olduğu dönemde görevlendirilmiş olan Muhammed El ZARKA ile görüşerek,  (bu görüşmelerin fotoğraflarını ACİLCİLER blogunda yayınladık) yeni kuşak URUBA’cı, oğul mıhrac Ural’I kurtarılmıştır. Mihrac Ural’ın Cemil ESAD’ın kucağından alınarak, Emni-devlü (devlet istihbaratı) nın kucağına oturtulması bundan sonrasına denk düşmektedir.

Az önce söylediğim gibi, bütün bunlar ve örgüt içersinde oynanan oyunlar ve örgüt içi örgütten haberimin olması elbette mümkün değildi. Dokuz sene hapis yatan, örgütlenmenin başından sonuna içersinde bulunan bir çok militanının içerde olduğu bir dönemde, örgütü ele geçiren Suriye İstihbaratı Muhabarat’ın içimizde cirit attığını bir kaç gün içersinde öğrenerek anında tavır almamız söz konusu degildi.

Suriye’ye geldiğim zaman gördüğüm ve eleştirdiğim konuların yüzeysel olduklarını, asıl eleştirilmesi, reddedilerek tavır alınması gereken konuların, günlük işleyiş ve örgütlenme sorunu  vb olmadığı, sorunun çok daha derin olduğunu zaman içersinde öğrenme fırsatım oldu.

(33.bölüm, Suriye’den Türkiye’ye dönüş ve yakalanma ile devam edecek)

 

 

 

Son Güncelleme: Perşembe, 17 Şubat 2011 05:23