Şuanda 257 konuk çevrimiçi
BugünBugün2044
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9768
Bu ayBu ay9768
ToplamToplam10478192
ortadoğu'da kaynayan kazan ve... PDF Yazdır e-Posta
İbrahim Yalçın tarafından yazıldı   
Cumartesi, 26 Şubat 2011 02:05


ORTADOĞU’da KAYNAYAN KAZAN VE MODEL ÜLKE TÜRKİYE’Yİ BEKLEYEN TEHLİKE...

Kuzey Afrika ve Orta-Doğu’da meydana gelen ve çoğu yorumcu yada sözde uzman(!) tarafından  baş döndürücü gelişmeler olarak adlandırılan  ayaklanmaların nereye kadar devam edeceği ve nelere yol açacağı henüz bilinmiyor.

Tunus’ta, Zeynel Abidin Bin Ali ‘nin, Kasım 1987'den bu yana sürdürdügü baskı rejiminin yıkılması ardında, Mısır’la devam eden ve Hüsnü Mübarek’i deviren fırtına, şu günlerde  Libya’da, MUAMMER KADDAFİ’nin sonunu hazırlıyor.

Önümüzdeki günlerde, sıranın  Sudan olacağı ise kesin gibi..

Uzun yıllar, Osmanlı ve İngiliz sömürgeciliği altında bulunmuş olan Orta-Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde, Cemal Abdul Nasır’ın, 23 Haziran 1952’de Hür Subaylar örgütü’nün kansız bir darbeyle yönetime el koyması ile başlayan Arap Milliyetçiliğinin yükselişi, 1970’li yıllardan itibaren, Üçüncü Dünya ülkeleri olarak adlandırılan geri bıraktırılmış ülkelerdeki radikal arayışların da etkisiyle doruğa çıktı.

 Ocak 1953’'te tüm siyasi partilerin kapatılarak,  ‘’Özgürlük Birliği’’ adlı altında  devlet  içersinde çekirdek örgütler kuran Nasır yönetimi altındaki Mısır, 1953 tarihinden itibaren cumhuriyet ilan ederek, bölge ülkelerinin örnek alabileceği yeni bir yönetim modeline de öncülük etmeye başladı.

Cemal Abdul Nasır tarafından kaleme alınan, Felsefetü's-Savra (Devrimin Felsefesi) adlı kitap,  tam da bu dönemde, yükselmekte olan Arap milliyetçiliğinin teorik el kitabı olarak  coşkuyla karşılanmıştır.

Cemal Abdül Nasır fırtınasının Kuzey Afrika ülkelerindeki ilk yansıması, Libya’da, Muammer Kaddafi ve arkadaşlarında görüldü..

1956’da Arap milliyetçiliği fırtınasından etkilenerek,  anti-siyonist hareketlere katılan Muammer Kaddafi ve arkadaşlarının birlikte kurdukları Özgür Subaylar Hareketi, Albay Kaddafi’nin,Türkiye'de  tedavi amacıyla bulunmakta olan  Kral  İdris’e karşı darbe yaparak, Devrim Komuta Konseyi  adına yönetime el koyarak, Anayasal kuruluşları feshedip, İslami ilkelerine dayanan yeşil Sosyalizm kuracağını açıklamasıyla Libya’da yeni bir dönemi başlattı.

Tıpkı, Nasır’da olduğu gibi, Kaddafi’de, Arap birliği için çalışmak, bağımsız ülkelerle birlikte ırkçılığa karşı mücadele ederek sömürgeciliğe ve toplumsal baskıya karşı yeni bir düzen kurmak adına yola çıktığını ilan ediyordu.

Muammer Kaddafi’de,  Cemal Abdul Nasır’da olduğu  gibi, Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler kurmakla işe başlayıp, Afrika ülkelerindeki kimi sol egilimli hareketlere destek olup, onlara yakın durdu.. Nasır’ın Felsefetü’ Savra (Devrimin Felsefesi) adlı kitabından etkilenerek, kendi Yeşil Kitap’ını yayınladı.

Özellikle, 1969’lu yıllardan itibaren, milliyetçi müslüman solcu söylemlerin kasıp kavurduğu Arap yarımadasının Baascı yönetimleri, aynı dönemde,  anti- Amerikancı ve Anti-siyonist söylemleri bayraklaştırarak,  yönetimleri altındaki ülkelerde,  demokratik teamüllerin ötesinde, esas olarak, baskı ve zora dayalı bir uygulamayı ikame ettiler.

Sovyetler Birliği ve sosyalist bloğun etkisi ve sempatisi ile kurmak istedikleri  demokratik kitle örgütleri, ( sendikalar, dernekler, özellikle de kadın ve gençlik örgütleri) toplumsal alt yapıda hiçbir etkinlik sağlayamadan, inisiyatifleri,  merkezi yönetimin etki ve yönlendirmesinde  kalan,  sözde kurumlar olmaktan öte gidemedi. Hal böyle olunca, adı geçen bu ülkelerdeki demokrasi eğitimi ve geleneği de son derece cılız ve etkisiz kaldı.

Kalıcı demokrasi kurumlarının olmaması nedeniyle, sağlıklı bir demokrasi geleneği ve kültürünün de doğal olarak bulunmadığı  bu ve benzeri ülkelerde, bugün meydana gelen ayaklanmalara karşın, ayaklanan halk kitlelerinin ortak toplumsal taleplerinin sözcülüğünü yapabilecek etkin bir demokratik kurum da bulunmuyor.

Mevcut yönetimlerin baskı ve sindirme politikasına baş kaldıran halk hareketinin ne istediğini anlamak ve ne yapmak istediklerini tam olarak bilmekten zorlanan ABD ve batı Avrupa ülkelerinin kararsızlıkları da zaten bu nedenledir.

ABD ve Batı Avrupalı emperyalist güçler, soğuk savaş döneminin iki kutuplu dünyasında, bagımsız baglantısız’lık adı altında kendilerine kafa tutan bu ülkelerde , uzun süre etkisiz kalmış olmaları bakımından, kurumsal olarak, köklü, işbirlikçi kurumlardan yoksun olmalarının sıkıntısını yaşamaktadırlar.

Tunus’da, Zeynel Abidin Bin Ali’nin, Mısır’da Hüsnü Mübarek’in, Libya’da Muammer Kaddafi’nin yerine kim getirilecektir? Bu ülkelerdeki mevcut yönetimlerin yerini alacak olan güç dengeleri nasıl oluşturulacaktır? Bu ülke  halklarının İsrail siyonizmine ve dolayısıyla da ABD ve batı Avrupa’ya karşı duyduğu öfke nasıl ve hangi güç odakları tarafından törpülenecektir? Şu anki durum, adı geçen ülkeler bağlamında,  bütün bu sorulara net bir cevap vermekten uzaktır.

Nüfusunun ezici çoğunluğu müslüman olan bu ülkelerdeki kökten dinciliğin ağırlıklı olarak kendini hissettirdiği bir yana, özellikle de İran faktörü, ABD ve Batı Avrupalı emperyalist güçlerin, bölgeye yönelik politik belirlemeler yapmasındaki kararsızlıkları açısından önemli olmaktadır.

Zengin yer altı kaynakları ve özellikle de petrol yatakları ile  büyük bir pazar olan Kuzey Afrika ve Orta-Doğu ülkeleri üzerinde oynanan  ve oynanacak olan oyunlarda, tüm bu faktörlerin özellikle dikkate alınarak, adımların ona göre atılmak istendiği şu günlerde , Türkiye faktörünün vazgecilmez  bir alternatif olarak ABD ve Batı Avrupa’nın gündemine girdiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

TÜRKİYE MODEL ÜLKE.

Yeşil kuşak ve BOP( Büyük orta-doğu projesi) ardında ortaya çıkan Tayyip Erdogan faktörü, tam da bu dönemde, emperyalist güç odakları açısından önemli bir avantaj olarak gündemin ilk sırasına yerleşmiş bulunuyor.

Uzun uzun anlatmaya gerek olmaksızın dosdoğru söylemek gerekirse, Kuzey Afrika ve Orta-Doğu’da ortaya çıkan( yada çıkartılan) büyük kalkışmanın ne yöne kanalize edilerek durulması istenebilir sorularının cevabı, uluslararası güç odakları tarafından Türkiye modeli olarak belirlenmektedir.

Türkiye’nin müslüman kimliği, bölge ülkelerle olan tarihsel bağları, ABD ve batı ile olan ilişkileri, en önemlisi de Ilımlı olarak gördükleri islami yönetim erk’i, Türkiye’nin model ülke olarak belirlenmesinde, alternatifsiz olduğu anlamına gelmektedir.

Devrilen yönetimlerin yerlerine ikame edilecek olan geçici yönetimler eliyle, kısa bir süre de olsa, ülke içersinde, radikal müslüman örgütlere kimi tavizler veriliyormuş gibi gösterilmek istense bile, uzun vadede bu tür kökten dinci örgütlerin inisiyatifleri köreltilerek, bu örgütlerin, varsa eğer, İran ile olan ilişkilerinin de en aza indirilmeye çalışılarak, yönelimlerinin,  AKP veTayyip ERDOGAN’a  çevrilmesine çalışılacaktır.

Model ülke’nin Türkiye, Model yönetim biçiminin komuta kademesi olarak da  AKP ve Lideri Tayip Erdoğan olmasına çalışılacak olan bir Orta-Doğu projesinde, yeni bir sömürgecilik döneminin başlatılacağını tahmin etmek elbette güç olmayacaktır.

Libya’dan  hemen sonra, projektörlerin Sudan üzerine çevrileceği anlaşılıyor. Ürdün, Kuveyt, Lübnan ve Suriye’de,  bu sürecin kesinlikle dışında kalmayacaktır. Sudan’ın ardından sıra bu ülkelere gelecek ve bu ülkelerde, diğerlerinde olduğu gibi bir   ayaklanma  olmasa da, aynı düzenleme bu ülkeler için de hayata geçirilecektir. Adı geçen ülke yönetimlerinin daha şimdiden ‘’reform’’ sözü vermeye  başlaması bundandır.

TÜRKİYE’Yİ KARANLIK GÜNLER, HALKLARI  BASKI BEKLİYOR...

Kuzey Afrika ve Orta-Doğu’da tutuşan yangının alevi kaçınılmaz olarak Türkiye’ye de yansıyacaktır. Model ülke olarak öne alınmış bir Türkiye’de, Tayip Erdogan ve AKP iktidarına bir kez daha yol verilmek için tüm kapıların açılacağı kesin gözüküyor. Bu bakımdan, Ülke içersinde,  AKP yönetiminin baskı politikası ve  anti-demokratik uygulamaları hız kazanacak,  demokratik hak ve istemlere karşı yapılacak olan tepkiye yönelik şiddetin dozu artacak, anti- demokratik uygulamalar, sözde demokratik ülkeler tarafından görmemezlikten gelinerek göz ardı edilecektir.

Bütün bunlar, karşılıklı tavizler olarak al gülüm ver gülüm biçiminde olacağından, AKP ve onun iktidarının, Türkiye tarihinde eşine rastlanmayacak bir biçimde, ABD ve Batı Avrupalı emperyalist güçlerin yönlendirmesi altına, bugün olduğundan  çok daha fazla  girmesine yol açacaktır.

AKP iktidarının, uzun zamandan beri, Özellikle Kürtlere  yönelik  uyguladığı, oyalama ve acil taleplerinin zamana yayılarak sulandırılması taktiği, artık ertelenemez bir boyuta gelmişken, bu saatten sonra sertleşerek gerçek niyetini açık edeceği sürpriz olmayacaktır. Aynı şekilde, alevilere karşı da, aynı sert ve katı bir tutumun alınacak olması kuvvetle muhtemeldir.

Bu nedenle, önümüzdeki günler de,Türkiye halkları ve emekçilerini daha demokratik günlerin beklemediği çok açık. Orta-Doğu ve kuzey Afrika’nın bir kez daha dizayn edilmek istendiği bir dönemde, Model ülke olması düşünülen  Türkiye’de, daha da artacak olan baskı ve şiddete karşı, tüm devrimci ve demokratik güçlerin, topyekün güçbirliğine olan zorunlu ihtiyaç,  bu ihtiyaca cevap vermesi gereken muhataplarını sorumluluğa çağırıyor.

Son günlerde, kendilerini ‘’ulusalcı’’ olarak adlandıran ve daha düne kadar Amerikan uşaklıgı  yapmaktan sicilli kimi çevrelerin, kullanıldıktan sonra başıboş bırakılarak sahipsiz kalmaları üzerine ‘’vatansever’’ler olarak haksızlığa uğradıklarını iddia ederek meydanlara çıkmasına aldırmadan, gerçek demokrasi güçlerinin birlikte mücadelesi önündeki engellerin zaman geçirilmeksizin  karşılıklı anlayışla bertaraf edilmesine mutlak ihtiyac duyulduğu bilinmelidir.

Sözü uzatmadan önce belirtmek gerekiyor.

Orta-Doğu ve Kuzey Afrika’da meydana gelen halk ayaklanmaları, baskı ve zulüm altında yaşayan halklar açısından son derece önemli derslerle doludur. Korku duvarını aşıp, korkuyu yenerek kendi gücünün farkına varan halk kitlelerinin birleşik gücü karşısında hiç bir zalim iktidarın tutunamayacağı bir kez daha kanıtlanmış en azından, günümüz dünyasında ihtiyacı hissedilen  ciddi bir örnek oluşturmuştur. Bizim asıl kazancımız burasıdır.