Şuanda 41 konuk çevrimiçi
BugünBugün1908
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9632
Bu ayBu ay9632
ToplamToplam10478056
40 yıllık devrimci yaşamımın muhasebesi - 8 PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Pazartesi, 28 Şubat 2011 20:03


Gözaltına alınışımızın 8.günü sabahı tutulduğumuz Gayrettepe birinci şubeden Sultanahmet adliyesine bir otobüsle getirildik. Toplam 24 kişiydik. Getirilir getirilmez adli tabibliğe çıkarıldık, üstünkörü bir muayeneden sonra ,birçok arkadaşta darp izleri (arkadaşların ısrarla işkence gördüklerini söylemelerine karşın), görülmezden gelinerek sağlam( !) raporu alarak gruplar halinde önce savcılığa, ardından da nöbetçi hakimin karşısına çıkarıldık.

Ben savcılıkta bana işkence yapıldığını söyledim, ancak verdiğim ifadeyi kabul ettiğimi de belirttim. Daha sonra bir grup arkadaşla sanırım 5-6 kişi hakimin karşısına çıkarıldık, hakim kurulmuş bir makine gibi, herkesin yüzüne savcılığın iddiası olan  anayasanın 146-1, 141,143. Maddelerini okuyordu. Sıra Haydar Yılmaz’ın kardeşi 13 yaşındaki Halis Yılmaz’a gelmişti. Hakim aynı maddeleri onun yüzüne bakmadan okuduktan sonra kafasını kaldırıp Halis’e baktıktan sonra « bu çocuk kim, sen ne arıyorsun oğlum, sen bırak anayasayı zorla ilga etmek, daha zurna bile çalamazsın, çık dışarı » diyerek hepimizin gülmesine yol açtı.

Biz hakim karşısına çıktıktan sonra  dış koridorda kararı bekliyorduk, biraz bekledikten sonra  polisler gelip bize serbest olduğumuzu belirttiler.  Bu arada tutuklanan 7 arkadaş, Engin Erkiner, Ali Sönmez, İbrahim Yalçın, Muharrem Kaya, Belma Gürdil, Hilal Orkunoğlu ve Arzu Sayman hemen Bayrampaşa cezaevine doğru yola çıkarılmıştı. Biz diğerleri ise hakimin serbest bırakma kararına savcılığın itirazı var mı, yok mu ? diye bekletiliyorduk.  Bir süre sonra polisler gelip benimle Alişan Özdemir yoldaşı birbirine kelepçeleyerek beklememizi istediler, başımızda iki polis bekliyorduk. Diğer tüm arkadaşlar artık gitmişti. Bizi mahkemeye getiren birinci şube polis şefi Savcı odasına girip çıkıyordu.

Ben bu arada Alişana takılıyordum, iyi oldu çıkarsak peşimize takılacaklar, biraz cezaevinde kalıp , biraz kendimizi teorik olarak yetkinleştirip çıkarsak daha yararlı oluruz diyordum. Alişan ise « yapma be yoldaş  İYÖD başkanı idim ve ikibuçuk yıl yattığım cezaevinden yeni çıktım, bir daha girmek istemiyorum, bu işin şakası bile beni deli ediyor » diyerek  tepki gösterdi.  Bir süre bekledikten sonra  polis şefi yanımıza gelerek, savcılığın aslında illa da tutuklanmamızı istediğini, ancak kendisinin ısrarı ile şimdilik serbest bırakıldığımızı, mahkememizin dışardan süreceğini belirterek, kelepçelerimizi çözdürdü.

Biz Alişan ile hemen dışarı çıkıp hızla bölgeden uzaklaşıp Aksaray’a doğru yayan yürüdük, üstümüz başımız perişan haldeydi. Kir-pas içindeydik. Bende bir kuruş para yoktu, Alişan Aksaraya geldiğimizde bir kebapçıya girelim diyerek, hemen ilk kebapçıya daldık. Karnımızı iyice doyurduktan sonra dışarı çıktık, artık ayrılma zamanımız gelmişti. Alişan Yoldaş bana 10 lira dolmuş parası vererek ayrıldı. Ben bu parayla Boğaziçi üniversitesi yurduna gitmek üzere Etilere giden dolmuşa bindim. Akşam  saat 10 sıraları yurt binasına girdiğimde yurtta doktorcu arkadaşlar beni karşıladılar. Arkadaşlar üstüm başım perisan halde gelmeme çok şaşırmıştı. Ayrıca o akşam çıkan gazetelerde benim de tutuklanan arkadaşlar arasında ismim ve resmim bulunuyordu. Arkadaşların ilk sorusu kaçtın mı olmuştu. Ben hemen durumu izah ederek serbest bırakıldığımı anlattım. Arkadaşlar hemen odalarının balkonuna güzel bir sofra kurdular, birlikte kadehlerimizi boğaza karşı güzel bir manzarayı seyrederek kaldırdık. Burada yıllarca omuz omuza birçok gençlik eylemine katıldığım,  eylemler içinde ölümüne güven duyduğum iki doktorcu arkadaşımın adlarını anmadan geçemeyeceğim. Bu yoldaşlarımın biri Mehmet Ali Yuva, birisi de sevgili Serdar Kaya’dır. Ayrı örgütsel yapılarda olmamıza karşın, birbirine güvenen yoldaşlar olarak bu arkadaşlarım başta olmak üzere daha birçok yoldaşım, Su Apaydın, Neşe Nur Domaniç, Zerrin, Suut, Cemal, Ayşe Nur, Reyhan,  başta olmak üzere onlarca farklı örgütlerden devrimci  kardeşlerimi  sevgiyle yad ediyorum, umarım bir gün bu yoldaşlarımla bir araya gelir, gençlik anılarımızı tazeleriz.

Ben mahkeme salonundandan okul yurduna gelerek  olası bir polis takibini atlatmayı hedeflemiştim. Bir kaç gün okulda kaldım, okul daha öğrenime geçmemişti. Bütünleme imtihanlarına giren arkadaşlar dışında kimse yoktu. Serbest bırakılmamızın ikinci günü çıkan gazetelerde,  tutuklanan 7 yoldaşa ek olarak, benim, Ali Çakmaklı, Cumali çakmaklı ve adını hatırlamadığım iki arkadaş, toplam 5 kişi hakkında giyabi tutuklama kararı alınmıştı. Artık yurt binasında da illegal kalmak zorundaydım. Ben okula gelir gelmez, hemen bir yoldaşı çağırarak Gebze’de bulunan Şeker kıza haber göndermiştim, kısa süre sonra geleceğimi belirttim. Nitekim bir hafta sonra yeniden  çalışma yürüttüğüm alana dönmüştüm. Bölgedeki sempatizanlarımız, beni bir kahraman gibi karşılamıştı. Bu bölge ile ilgili en küçük bir bilgi vermemiş olmam, bir de işkence izlerinin hala üzerimde bulunması, rahat yürüyeyemem,  ayaklarda oluşan yaralar bu  yoldaşlarımın örgütümüze güvenini bir kat daha arttırmıştı.

Ben ise giyabi tutukluluk durumunu bildiğimden, buradaki ilişkileri bir sisteme kavuşturarak, bölgeden ayrılmak istiyordum. Ancak bu istemimin kısa sürede olmayacağı da belli idi. Ayrıca bölge çalışmalarımızın deşifre olmamış olması,  rahat hareket etmeme olanak sağlıyordu.

Merkezi çapta bir darbe yemiş olmamız geride kalan örgüt ilişkilerimizde bir şok etkisi yaratmıştı. Yine gazetelerin attığı başlıklar, örgütü karalamak amacıyla işte Engin yoldaş için, « Devrimciler yalan söylemez dedi ve her şeyi bir bir anlattı », « 13 yaşında pisikolojik sorunları olan çocuğu kurye olarak kullanmışlar » (Halis Yılmaz’ı kastederek) oysa Halis İbrahim Yalçın’ın evine televizyon seyretmek amacıyla gitmiş ve o gün orda bulunduğu için yakalanmıştı. Polis’te ise hiç bir şey anlatmamıştır. Örneğin benim ile bir süre aynı hücreye konulduğunda bana « abi bana Haydar abimin nerede olduğunu çok soruyorlar, ben hiç söylermiyim, enayiler bilmiyorlar ki, abim başka bir kimlikle hapishanede yatıyor » diyerek  bildiklerini anlatmadığını izah etmişti. Ben de ona sürekli hiç bir şey bilmeyen çocuk numarası yaparak buradan çıkabileceğini, tersi durumda kendisinin de tutuklanabileceğini  izah etmeye çalışıyordum.  

Yine Belma ve Hilal ile ilgili olarak bazı köşe yazarları ağza alınmayacak iğrenç hikayeler yazıyorlardı.  Bütün bunlar gerçeği bilmeyen arkadaşlar üzerinde olumsuz etki yaratıyordu. Ben kendi adıma elimden geldiğince ulaşabildiğim yoldaşlara moral vermeye çalışıyor ve kısa sürede yeniden mücadelenin kaldığı yerden devam edeceğini anlatmaya çalışıyordum.  Operasyondan bir süre sonra İstanbul içinde çalışma yürüten bir çok yoldaş ile doğrudan ilişkiye geçmiştim. Rahat hareket edebilmek için doktor yoldaş tarafından bana bir kimlik ayarlanmıştı. Bir süre yoldaşlar arasında ilişkileri sağlamak için doktor yoldaşın çalışma yapmasını uygun bulmuştuk. Benim bulunduğum Gebze ye doktor iki defa gelmişti. Yine okuldan bazı yoldaşlar da benimle ilişkiye geçmişlerdi.

Hami, Mete, Karakız kardeşler, Ziya bulundukları alanda çalışmaları kaldığı yerden sürdürüyorlardı. Legal alanda çalışmalar sürdürülmesine karşın, örgütün eylem kadrosu dağıldığı için kısa sürede eylemlere yeniden başlayabilmek olanaklı görünmüyordu. Bu dönemde bölgesel küçük çaplı eylemler, ve kitle çalışmaları yapılıyor, ama koordinasyonu yürütecek yetkin yoldaşlar olmadığı için yapılanlar denetlenip, yön verilemiyordu. Askeri eylem yapabilecek kapasitede insan sayısı yok denecek kadar azdı. Biz örgüt yapısı hakkında sınırlı bilgilere sahip olduğumuz için, örgütün lider kadrosunun hemen tamamının hapiste olduğunu da bilmiyorduk, her an başka bölgelerden yeni yöneticilerin gelip bölgeyi yeniden toparlayacağı anı beklemeye başlamıştık.

Sonradan öğrendik ki, öyle pek kayda değer bir yönetici dışarda kalmamış, yapılması gerekenin dışarda kalanların kendi başlarına yeniden bir yapı kurması gerektiği imiş. Ama bunun farkına çok geç varmıştık.  Istanbulda operasyon fırtınasından kurtulan arkadaşlar ile ilişkiler, her arkadaşın kendi bağımsız çabaları ile sağlanmaya çalışılıyordu. Artık bu örgüte gönülden bağlı arkadaşlar devrime olan bağlılıkları ile, yani duyguları ile yön bulmaya çalışıyordu.  Bu arayışımız bir kaç ay sürdü. Bu arada cezaevlerinden haber bekler hale gelmiştik. Ordaki arkadaşların yön vermesi ile hareket etmeyi uygun buluyorduk.

Böylesi bir ruh hali içinde ben çalışmalarımı bulunduğum alanın yanında, eskiden ilişki içinde bulunduğum bazı bölgeleri de içine katarak  yürütmeyi uygun buldum. Yanımda güvendiğim bir iki yoldaşımla adeta kendi başına bağımsız bir örgüt çalışması yürütüyordum. Sonradan İstanbul’un diğer bölgelerindeki yoldaşlarında,  aynı yöntemle çalışmaları kendi yetenekleri  ölçüsünde yürüttüklerini öğrenecektim.

 Bunu anlatmamın nedeni, yeterli örgütsel deneyime, yeterli teorik ve ideolojik-politik bilince sahip olunmamasına karşın, onlarca yoldaşımızın öndersiz kalmasına karşın, sadece devrime olan  samimi inançlarından dolayı tek başlarına kalsalarda, örgütümüzün adını yaşatmak için can bedeli bir mücadeleden asla vaz geçmediklerini  yeni kuşakların bilgisine sunmaktır.  Yani bu örgütün tarihi yazılırken,  yüzlerce isimsiz kahramanı anmadan, onları yeni kuşaklara tanıtmadan, sadece bir kaç kişinin etrafında geçen olayları anlatmanın  bizi yanılgıya götüreceğini anlatmaktır amacım.  Benim tanıdığım öyle inançlı, sıradan emekçi Acilciler var ki, değme önderler pratikte yaptıklarıyla onların eline su dökemez. Işte Her devrimci örgüt gibi THKP-C Acilciler (Halkın Devrimci Öncüleri) tarihi de, bu isimsiz kahramanların canları pahasına yazdıkları tarihtir aslında.

Bugün medya da adı tanınan arkadaşlarda, o isimsiz kahramanlar gibi elbette hizmet etmişlerdir. Ancak mücadele içinde görev gereği yönetici konumlarda bulunmak bir devrimciyi asla ayrıcalıklı hale getirmemelidir.  Kendimi hiç bir zaman ayrıcalıklı görmedim, kimsenin de ayrıcalıklı olduğunu kabul etmedim. Her yoldaşım eğer yapabileceklerinin azamisini yeteneği ve olanakları çerçevesinde yapmaya çalışmışsa benim için örgütsel konumu ne olursa olsun aynı değerdedir.

Sonuçta yapılan devrime, sosyalizme, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya özlemimize hizmet ediyorsa, birey bu amaçlar için can bedeli bir mücadele yürütmüşse, benim gözümde hataları ve eksiklikleri ne olursa olsun, bilinçli düşmanlık yapmadığı sürece aynı değerdedir.

(Gelecek yazımda ,  Mihraç ve ekibinin İstanbula gelişi ve yol açtığı sonuçları anlatmaya çalışacağım)