Şuanda 497 konuk çevrimiçi
BugünBugün2183
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9907
Bu ayBu ay9907
ToplamToplam10478331
40 yıllık devrimci yaşamımın muhasebesi: 12 PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Pazartesi, 04 Nisan 2011 18:19


1979’da gerçekleşen ayrılık,  bizi ortadan tam ikiye bölmüştü. İstanbul’da, Hatay, Adana ve Kayseri bölgeleri ve Ceza evlerinde  Acilciler grubu daha etkin olurken, Karadeniz bölgesinde Sadık Varerlerin HDÖ’ye katılımı, Ege’de Binbaşı Eşber ve Adana’dan Ali Çakmaklı,  İstanbulda  da Mete,Hilal, Hami ve Ziya Erdönmez’in  katkıları ve en önemlisi de Merkezi eylem kadromuzun dışarda kalan en önemli kişisi Nebil yoldaşın bu grupta kalmasıyla  HDÖ grubu da önemli bir güç sahibi olmuştu.

Cezaevlerinde başlayan tartışmalarda, bir tarafında Rıza Salman, öbür tarafında da Engin Erkiner ve Mihraç Ural’ın bulunduğu tartışmalar giderek dışarıya da yansımış ve ayrılık ideolojik ciddi bir gerekçe olmamasına karşın kaçınılmaz hale gelmiştir. Ayrılık ta, HDÖ tarafında yer alanlar içinde Nebil yoldaşı saymazsak, ciddi askeri formasyonu olan hiç bir eleman bulunmuyordu. Bu grup görünüşte daha keskin bir askeri eylem söylemini öne çıkarmasına karşın, daha çok örgütün legal kadrolarını, liberal anlayışlı kadrolarını yanına çekerken, sürece daha politik yaklaşan, askeri mücadeleyi, politik mücadele ile beslemek gerekir, kitlesel örgütlenme yapmak gerekir diyen Acilciler tarafında kalan yoldaşlar ise aslında karşı taraftan çok daha askeri eylem deneyimi olan ve bu çizgiyi pratikleri ile de sürdüren kadrolardan oluşmaktaydı.

Ayrılık olmuş ve iki grupta bu ayrılıkta haklılıklarını ispatlamayı amaç edindikleri için hemen askeri eylemlere yönelmişlerdi, ülkenin örgütlü olunan hemen her alanında iki tarafta güçleri oranında askeri eylemlere girişmişlerdi. Bir tarafta askeri eylemlilik içinde yürütülen çalışmalar, bir taraftan cezaevlerinden yazılan yazıların kitle içinde yaygınlaştırılması ile günler geçerken, bölge sorumlularının cezaevleri  ziyaretleri sonucu  izlenmenin kaçınılmaz olduğunu görmeye başlamıştım. Nitekim Nebil yoldaşın nişanlısı olan Filiz yoldaşın cezaevi ziyaretlerini İstanbul örgütü olarak yasaklamamıza karşın, yoldaş zorunlu olarak ziyarete gittiğini, kimsenin Nebil’in ihtiyaçları ile ilgilenmediğini belirterek ziyarete devam ediyordu. Yine Günay yoldaş hemen hemen tüm cezaevlerini ziyarete gidiyor ve ardından da hemen hemen her bölgedeki yoldaşlarla görüşmek zorunda kalıyordu. Yine Haydar Yılmaz yoldaş, çezaevinden 78 ortasında çıktıktan hemen sonra bölge sorumluluğu düzeyinde görev alarak eylemlere girişmişti.

Yoğun pratik içinde kimse geçmişte yaşanan operasyonlarda içine düştüğümüz hataların değerlendirmesine girmiyor. Devletin etrafımızda ördüğü imha amaçlı çemberi görmüyordu. Ben, beni ziyarete gelen Günay ve Haydar yoldaşlara artık devletin çok yakında bize yönelik büyük operasyonlara girişeceğini, bunu görmemek için kör olmak gerektiğini belirterek, izlenmenin cezaevleri  ziyaretleri ile kaçınılmaz olduğunda ısrar ediyordum. Ancak ideolojik, politik formasyonu olmayan dışardaki kadroların örgütsel çalışmaları yürütmek için cezaevlerindeki yoldaşları ziyaret etmekten başka yolu yoktu. Bu durum ise silahlı mücadele yürüten bir örgüt için ölüm demekti. Nitekim bunun böyle olduğu 1979 aralık ayı ile başlayan ülke çapında her iki grup, HDÖ ve Acilciler örgütlerinin  çökmesine yol açtı. Her iki taraftan yüzlerce yoldaş art arda yakalandı. Kimin kimi ele verdiği, kimin poliste çözüldüğü bilinmez oldu. Böylesi büyük darbenin tek bir nedeni vardı, cezaevlerini ziyaret edenlerin aynı zamanda bölge sorumlusu olarak görev alması. Bu durumu görmek için kahin olmaya gerek yok. Mihraç’ı, Rıza’yı, Engin’i, İbrahim’i, Nebil’i ziyaret edenlerin polis tarafından izlenmeyeceğini kim iddia edebilir. Bölge sorumlularımız adeta birilerinden yetki almak amacıyla Cezaevlerinde yoldaşları ziyaret ediyor ve ne yazık ki, bu ziyaretlerden sorumlu olarak bölgelerine dönüyorlardı. Bu sorumlular çoğu zaman bölgelerde ciddiye alınmıyor, onları ciddiye almayanlar da bu yoldaşlar tarafından hemen harcanıyordu.

77 Ağustos darbesinden daha büyük bir örgütsel yıkıma yol açan 78 operasyonu örgüt içinde o dönem tartışma konusu bile yapılmamıştı. İstanbul, Ankara, Karadeniz, Bursa, Hatay bölgeleri başta olmak üzere, örgütlü olduğumuz hemen her alana sıçrayan bu operasyon sonucunda Genel Komite’nin hemen tüm üyeleri içeri düşmüştü. Yapılan tüm askeri eylemler deşifre olmuştu. Buna rağmen bu operasyonun kilit isimlerinden bazıları çok kısa sürede serbest bırakılmış, bir kısmı ise « ser verip sır vermediği için » tahliye beklemekteydi. Bugünden bakıldığında örgütün 77 Ağustos darbesinden sonra polis denetimi altına girdiği görülmektedir. Bu denetimin olması için birilerinin doğrudan polis olması gerekmiyor.  Örgütü izlenir hale getiren bir örgütlenme anlayışı bu denetim için yeterlidir. Sorumluları bulunduğunuz cezaevlerine çağırarak talimat ile örgütü yönetme sevdanız bu denetim için yeterlidir. Nitekim 79 operasyonu cezaevlerinde başlayan izlenmenin sonucudur. Polis bu izleme ile herkesi olduğu yerde yakalarken, yoldaşı yoldaşa düşürmek için de, şu konuştu, arkadaşını ele verdi benzeri komplolarla da yoldaşın yoldaşa güvensizliğini yaydı. Olan çok basittir. Devletin en üst düzeydeki denetim bölgesi çezaevleriden dışarıyı sizi ziyarete gelenler aracılığıyla yönetmeye çalışırsanız, sonuç doğrudan polise hizmettir. Bu sizin iradeniz dışında böyledir. Eğer gönüllü bir ajan değilseniz, büyük bir ahmaksınız, başka türlü bu işler böyle yürütülmez.

Nitekim yaşadığımız en büyük örgütsel ayrılığın temelinde  ideolojik-politik ayrılık değil, güven-güvensizlik ikilemi vardır. Bu ayrılıkta eğer Engin, İbrahim ve Haydar Yılmaz, Mihraç ile birlikte tutum almasaydı, ayrılık değil Mihraç’ın tek başına örgütten ihracı yaşanırdı. Bunun böyle bilinmesi gerekiyor. İstanbul’da birkaç ay bulunan Mihraç ve ekibi diğer yoldaşlar için öyle iddia edildiği gibi hiç te önemli değildi. Onların İstanbul’a cezaevleri ve özellikle Engin referanslı gelmeleri bu bölgede barınmalarını sağlamıştır. Yoksa kim örgütün ilişkilerini hiç tanımadığı insanlara devr ederdi. Tabi diğer taraftan da, Mihraç’ın yanında İstanbul grubunun önceden tanıdığı Nebil yoldaşın bulunması da ayrı bir referans oluyordu.

Olayların sebep ve yol açtığı sonuçlar doğru değerlendirilmezse, sonradan gelişen olayları izahta hataya düşülür. Mihraç bugün siyasi varlığını en çok saldırdığı Engin, İbrahim ve Haydar’a borçlu olduğunu unutmuş görünüyor. Bugün Rıza yoldaşa sarılmaya çalışıyor. Dün  yapılanları unutuyor.  Rıza’nın kendisini, kendisinin de Rıza’yı hiç sevemediğini unutmuşa benziyor.  Kendisine çok sevdiği Genel Sekreterlik koltuğunu Engin yoldaşın örgütten ayrılarak hediye ettiğini unutmuşa benziyor. Dün başına yemin ettiği İbrahim’e ve Haydar’a bugün amansız saldırıyor, haklarında infaz kararları alıyor. Insanların belleklerinin silindiğini düşünerek hergün başka bir şey söylüyor. Hiç olmazsa geçmişte bu yoldaşları yanlış tanıdığını, onların ajanlığını, itirafçılığını göremediğini söyleyip özeleştiri vererek işe başlayabilirdi. Ancak o her dönem doğru( !)  düşündüğü için, bu yoldaşların ne olduğunu eskiden beri biliyormuş, ancak bunu en yakınındaki yoldaşlarından örgütün bekası (!) için saklamış her halde.

Evet bugünden düne bakıldığında büyük hatalarımızı görebiliyoruz, ben 79 sonlarında Haydar ve Günay yoldaşlara ülkeyi terketmek istediğimi bildirerek bu yoldaşların onayını aldım ve kasım 79’da Türkiye’yi terk ettim. Terk etmemin tek gerekçesi, arandığım  ve ekonomik olanaksızlar dolayısıyla yol arkadaşım eşimin hastalığını tedavi edememekti. Üstelik örgütten bana hiçbir çözüm önerisi de getirilmemişti. Ekonomik olarak finansman önerisi hiç olmadı. Barınma için ev önerilmedi. Bütün bunlar bende bir kırılma da yaratmıştı. Aslında artık oluşan bir güvensizlik te bulunuyordu. Ancak devrime inancım tamdı. Örgütün bu gidişle operasyon yiyeceğini söz konusu iki yoldaşa özellikle ve ısrarla belirttim ve yoldaşların da, koşulları oluşturup bir süreliğine yurt dışına çıkması gerektiğini önerdim. Ancak yoldaşlar sen git bir süre sonra belki bizler de çıkarız dediler. Ben yurt dışına çıktıktan tam bir ay sonra örgütümüz Acilciler ve hemen ardından da HDÖ ülke çapında büyük bir operasyon yedi. Günay,  Haydar, Filiz ve daha tanıdığım onlarca yoldaş, devr ettiğim ilişkilerden bir çok yoldaş hepsi içeri alınmıştı. Diğer örgütlerin 12 Eylül darbesi sonrası yedikleri merkezi darbeyi, bizim örgütümüz bir yıl öncesinden yemişti. İstanbul’da birkaç ilişki hariç herkes yakalanmıştı. 

Bu süreçte Cezaevinden İbrahim Yalçın çıkmış ve bundan aylar sonra ise Engin Erkiner, Ali Sönmez ve İbrahim Büyüker Cezaevinden firar etmişlerdi, örgütsel faaliyetlerin devamlılığı bu yoldaşlarca devr alınmıştı. Artık 12 Eylül’ün ayak sesleri duyuluyordu.  Engin yoldaş cezaevinden kaçtıktan kısa bir süre sonra bana kısa bir mektup yazarak ülkeye çağırmıştı, ben ve eşim dönüş hazırlıkları yapmaya başladık, durumu Hanna yoldaş ile de değerlendirdik, ancak kısa süre sonra  önce Mihrac ülkeyi terk etmiş, ardından 12 Eylül darbesi gelmiş ve birkaç ay sonra da Engin ülkeyi terk etmişti.

Ben ise hala dönüşü bekliyorum 32 yıl oldu, bir ömür geçti, ben hala dönemedim, onlarca arkadaş hala dönemediler.  Belki torunlarımızla birlikte döneriz. Böylesi bir durumda hala paylaşılamayan nedir ?  her şeyi yerli yerine koyarak yol alabiliriz, olayları, yaşananları sebep ve sonuçlarıyla ortaya koyarsak, yoldaşlarımıza karşı tutumlarımızın yanlışlığını itiraf ederek işe başlayabiliriz. Bir kez daha ülkemiz soluna örnek olabiliriz. Tartışmalarımızı ya daha seviyeli bir hale getirir, ya da kesip atarak sonuç alabiliriz. Bütün bunların tek bir yolu var, biz artık 60’ına varmış, belli bir  birikimi olan akil insanlarız, birbirimiz hakkındaki en ağır iddiaları ortak güvendiğimiz insanlardan oluşan bir komisyon önünde dile getirerek, bu komisyonun alacağı karara uyma sözü vererek tartışmaları gelecek kuşakların ders alacağı bir platforma taşıyabiliriz. Gerisi daha çok kin, daha çok birbirini karalama, daha çok duygulara esir olmadır. Ben bu çağrılarıma sonuç alıncaya kadar devam edeceğim. Bu anılarımı yazdıktan sonra da böylesi bir tartışmaya kendi adıma nokta koyacağım.

 

(gelecek yazıda ilk yurt dışı örgütlenmemiz hakkında değerlendirmelerde bulunacağım)