Şuanda 103 konuk çevrimiçi
BugünBugün1952
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9676
Bu ayBu ay9676
ToplamToplam10478100
40 yıllık devrimci yaşamımın muhasebesi: 15 PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Pazar, 08 Mayıs 2011 18:01


1981 yılı örgütümüzün Almanya’da örgütlü Türkiyeli örgütler arasında hatırı sayılır bir konum kazandığı yıl olmuştur. 1981 başından 1982 mayısına kadar, devrimci örgütler arasında yapılan eylem birliği toplantılarının hemen hepsinde divan başkanlığı yaptım, bu toplantılar sayesinde Türkiye ve Kuzey Kürdistanlı örgütlerin lider kadroları ile tanışma fırsatı buldum. Ideolojik ve politik donanım açısından TKP kadrolarını kendi çizgilerini özümseme bakımından yetkin bulmuştum. Diğer örgütlenmeler daha çok ideolojik politik düzeyleri ile değil, pratik eylemleri ile övünürlerdi. Tabii tek tek her örgütlenmede yetkin arkadaşlar bulunmaktaydı, ancak benim dediğim örgütlenmenin tümü içindir.  Bizim örgütlenmemiz de küçük bir örgüt olmasına karşın, düzey olarak ortalamanın üstündeydi.

1981 yılı sonlarına doğru Mihraç ve Salih Avrupa’ya geldiler, benim ve Hanna’nın çabalarıyla birkaç şehirde seminerler düzenledik, bu seminerlerde Mihraç konuşmacı idi, ağzı iyi laf yapardı konuşmaları kitle üzerinde etkili oluyordu. Elbette kitleye Filistin kamplarında yüzlerce savaşçıdan bahsediyor, ülkeye yeniden dönülerek silahlı mücadelenin başlatılacağından bahsediyordu. Bunlar 12 Eylül zülmünden kaçarak yurt dışına çıkan mültecilerde bir umut yaratıyordu. Sempatizanlarımızın örgüte bağlılığı artıyordu. Ancak yıllar sonra öğreniyorduk ki, yapılan sadece sahte bir dopingti. Yüzlerce savaşçı adayı ya Avrupa’ya kaçmıştı, ya da ülkeye döner dönmez kısa sürede yakalanıp hapse girmişti.

Bütün bunlar bugünden değerlendirildiğinde bir çok soruyu akla getirmektedir. En hafif deyimle yaşananlar istenmeden de olsa büyük bir örgütsel tasfiyedir. Bu sadece bizim örgütümüzde değil, diğer örgütlerde de yaşanmıştır. PKK’yi dışında bırakırsak, bütün sol örgütler büyük bir tasfiyeyi yaşadılar. Özellikle büyük bir tabana ve örgütsel değer ve birikime sahip TKP’nin trajik sonu ve DEV-YOL örgütlenmesinin Taner tarafından bilinçli tasfiyesi beni çok etkiledi. Benzer tasfiyeler zamanla bütün yapılarda da sürdü.

 Bütün bunları sadece bir iki ajan faaliyetinin eseri saymak olayı çok hafife almaktır. Sorunun kaynağında ideolojik/politik yetmezlik, yetmez önderlik, hak edilmemiş mevkilere gelmiş sahte liderler yatıyor.  Objektif olarak yaşananlar bir tasfiye olmuştur ve bu tasfiyeler bizzat lider kadrolarca hayata geçirilmiştir.  Almanya’da bir iki ay kalan Mihraç ve Salih, Stutgart kentinde bir polis kontrolü sırasında arabadan inip kaçmaya çalışırken yakalanmış ve Suriye’ye iade edilmişlerdir. Üzerlerinde Suriye vatandaşı kimlikleri çıkmıştı. Ancak arabada örgüt bildirileri, yayınları bulunmuştu. Yani aslında Türkiyeli oldukları ayan beyan ortadaydı. Buna rağmen tuttuğumuz Avukat ve köylüm ve akrabam olan Bir DHB(li arkadaşın girişimleri ile Suriye’ye iade edilmişlerdi.

Mihraç’ın Almanya’yı fehtetme diye adlandırdığı ziyareti bu kadar da kısa sürmüştür. Bu süre içinde de kendisinin emrine amca oğlum ve arabasını vermiştim, belki hatırlar. Yani kendisinin her hangi bir ilişkisi daha hala oluşmamıştı. Bu açıdan bizim desteğimiz olmadan bir şehirden bir başkasına gitme durumu bile olamazdı. Fetihçi mantık bana çok yabancıdır, bu açıdan fatihlerle aram hiç iyi olmamıştır ayrıca. Gelinen noktada kimin kimi ne zaman ve nasıl feth ettiği de açıktır aslında, devrimciler feth etmeye geldikleri alanlarda kendileri feth edilmişlerdir aslında. Mihraç’ın  ülkeden tek tanıdığı ben ve Hanna idik. Nereye gitmişse bizimle birlikte veya bizim verdiğimiz ilişkiler ile gitmiştir.

Biz faaliyetlerimize aralıksız devam etmekteydik, Stuttgart’ta PKK taraftarları ile ortak bir derneğimiz vardı. Burada yapılan yürüyüşlere yüze yakın taraftarımız katılmaktaydı. Fabrikalarda çalışan taraftarlarımızın katkıları ile yayın faaliyetimizi sürdürüyorduk. Frankfurt’ta çorumlu, Hataylı ve Malatyalı taraftarlarımız faal çalışma yürütmekteydi. Yine Darmstat’ta Malatya Fethiyeliler arasında hatırı sayılır bir taraftar kitlemiz vardı. Köln’de TKEP taraftarlarıyla ortak bir dernekte faaliyet yürütüyorduk. Yine başka birçok şehirde komiteler ve tek tek arkadaşlar vasıtasıyla yayın faaliyetlerimiz sürmekteydi.

Bu dönemde ilan edilen örgütsel birlik perspektifli  TKEP- THKP-C Acilciler ittifakı her iki örgütün yurt dışı taraftarları arasında büyük bir heyecan yaratmış ve çalışmalarımızı daha da aktif bir hale getirmişti. Nitekim 82 yılı başlarında benim kişisel girişimimle ve TKEP’li yoldaşların onayı ile iki sayı CEPHE-BİRLİK YOLU Bültenini çıkardık, her sayısı biner adet basılarak iki örgütçe dağıtıldı.

Yine aynı dönemde iki örgütün ortak düzenlediği bir kaç gece yaptık. Bu gecelerden birisi de 13 Mart 82’de  Köln’de yapıldı. Gece olduğu genen sabahı 3 TKEP’li yoldaş İzmir’de idam edilmişti, biz de bu idam olayını akşam gecemizi başlattıktan sonra öğrendik. Ben hemen sahneye çıkarak olayı kitleye duyurdum, haber salında bulunan bine yakın taraftarlarımız arasında infiale yol açtı. Ben, Hanna ve iki TKEP’li yoldaş toplanarak gençlerin salondan hissettirmeden çıkarak, gece yakınında bulunan Köln Türk Konsolosluğu önünde bir protesto eylemi yapmasına karar verdik, salondan aralıklarla iki yüz kişi çıkarak bu eylemi gerçekleştirdik. Iki örgüt taraftarı bir örgüt gibi davranmaktaydı, herkes solda birlik çabalarına  destek vermekte tereddüt etmiyordu. Nitekim bir müddet sonra  Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’nin ilanı yurt dışında büyük bir sevinçle karşılanmıştı. Bizim ve TKEP’li yoldaşların birlik özlemi çalışmalara bir ivme kazandırmıştı.

Üç TKEP’linin idam edilmesinden sonra Türkiyeli ve Kürdistanlı tüm örgütler Köln kentinde bir araya gelerek  12 Eylül faşist iktidarı tarafından yapılan idamları protesto için Almanya çapında büyük bir protesto yürüyüş ve mitingi yapma kararı aldılar. Bu toplantıların divanında bir ay boyunca Ben, TKEP’li ve Dev-Solcu bir arkadaş bulunduk, zaman zaman çok sert tartışmalar yaşandı, kitlesel kalabalığı olan örgütler (DEV-YOL, TKP, KOMKAR gibi örgütler) kendilerince küçük olan örgütlerin söz ve oy haklarını yok saymaya çalıştılar. Her toplantıda olduğu gibi burada da yapılacak ortak konuşma metinlerinde ve çıkarılacak çağrı bildtirilerinde, yapılacak basın toplantılarda cuntanın tanımı üzerinde, faşist mi, değil mi ? askeri cunta mı, askeri faşist cunta mı ? denilecek konusunda toplantılar dönem dönem kitleniyordu. Bu durum da genel olarak faşist demeyen örgütlerin bildirilerin altına şerh koyması ile aşılıyordu.  

8 Mayıs 1982 günü Almanya’nın Duisburg kentinde yapılan yürüyüşe 30 bin insan katılmıştı, bu yürüyüşün tertip komitesi adına konuşmayı ben yaptım. Konuşmam tabii üzerinde tüm örgütlerin anlaştığı 5 sayfalık bir metinden oluşmaktaydı. Bu yürüyüşten sonra ben artık Almanya(yı terk ederek fransaya yerleşecektim. Yani Almanya örgütümüz adına çalışma yürüttüğüm son eylemimdi. Bu açıdan kendimce önemli bulurum.

Kısacası hala Almanya’da yaşayan eski Acilciler de tanıktır ki, Almanya Acil örgütlenmesi başta Hanna ve Benim öncülüğümde, yüzlerce yoldaşımızın bir araya gelişinden oluştu. Bunda Mihraç ve avanesinin en ufak bir katkısı olmamıştır, tek katkı yukarda belirttiğim bir kaç toplantıda konuşmacı olmaktır. Soruyorum Mihraç dönemin Avrupa örgütlenmesinden kaç kişinin adını hatırlıyor ? Kaç kişi ile bire bir ilişki kurmuştur. Benim ve Hanna yoldaşın bilgisi dışında hangi ilişkiyi geliştirmiştir ?  bunlara verilecek cevap var mıdır? Bence yoktur. Mihraç hangi maddi katkıyı sunmuştur Avrupa örgütlenmemize? Bizler bizzat fabrikalarda çalışarak kazançlarımızı yol parası yaparak kapı kapı dolaşırken, o gelip bir iki yoldaşımızı ikna adı altında kandırarak Frankfurtta yoldaşlarımıza 30 bin Mark kredi çektirerek götürüp iç etmekle meşgüldü. Hanna yoldaşı kefil göstererek götürülen bu para günümüze kadar ödenmemiştir. Oysa o yoldaşlara devrim sözü verilmiştir ve banka kredisinin her ay düzenli olarak ödeneceği söylenmiştir.

Bu yoldaşlarımdan, doğrudan olmasa da dolaylı olarak (Kredinin ödenebileceğine inanıp sustum) bu suça ortak olduğum için özür diliyorum. Bu yoldaşlar yıllarca çalışarak bu parayı bankaya ödediler, bu örgüt anında bu yoldaşlarla ilişkileri keserek yoldaşların parayı ödeyin çağrılarına kulak tıkadılar. Şu bilinsinki bu 30 bin mark ile parti okulu açıyoruz adı altında Suriye’de bugün hala mevcut olan Mihraç’ın turistik tesisleri kurulmuştur. Yıllarca ot yiyerek değer yaratan Mihraç esas olarak bu para ile değer yaratmıştır. Yine Hanna yoldaşın Suriye’ye giderken yoldaşların barınması amacıyla aldığını düşündüğü çadırlar, uyku tulumları da Basit kasabasında deniz kenarında kurularak turistlere kiralanmıştır. Yaratılan tüm değerlerde yüzlerce yoldaşın alın teri vardır.

Soruyorum, Mihraç ne zaman, İhsan’ı, Mehmet Aliyi, Hıdır Amcayı, oğullarını, ozan İşçiyi, Şahin ve Gülay Yirik’i, İsmail Peközü, amca oğlum Mustafayı, Aysel’i, ozan Şafak’ı ve daha yüzlerce isimsiz kahramanı yad etmiştir, arayıp hatırını sormuştur, ya da herhangi bir yazısında anmıştır ?  Varsa yoksa ben, ben yarattım, ben ot yiyerek birikim yarattım, ben yazdım, tüm dergileri tek başıma çıkardım tüm broşürleri ben yazdım, her şeyi ben bilirim, başkalarının aklı bir şeye yetmez saçma söylemi.

Bu mudur liderlik? Bu mudur bilgili olma. Bre insaf biraz mütevazi ol, biraz aşağıdan at, sen herşeye kadir olabilir misin ? Bunları söyleyen ya megaloman bir akıl hastasıdır, ya da bilinçli bir tasfiyeci ajandır. Bundan ikisi kabul edilmek zorundadır. Benim için yapılan bölgemize has bir megalomanidir. Tabii zorluklarla karşılaşıldığında da, hemen ortama uyma vardır bu hastalıkta, Türkiye’de çalışırken polise yakalanırsın çok zeki olduğun için hemen numaradan(!) işbirliğini kabul eder kendini kurtarırsın, Suriye’ye çıkarsın devrimin yüce çıkarları(!) için Muhabarat ile Cemil Esat ile işbirliği yapılabilir, ne olsa biz politik çıkarlarımız için bunu yapıyoruz dersin oysa bilirmisin ki, gün gelir haberin olmadan onlardan biri gibi olursun, onların yöntemlerini, yandaşlarına karşı tutumunu benimsersin,  onlar gibi komplocu, fiziksel ve örgütsel tasfiyeci olursun ama farkına varmazsın, farkına varınca da işin işten geçtiğini görürsün. Simdi durum budur.  Yüce emeller uğruna insanlığın kurtuluşu adına yola çıkanların büyük bölümü bugün değiştirmek istedikleri egemen sisteme karşı yürüttükleri  can bedeli  mücadele pratiklerine sırt çevirerek,  mevcut egemen sistemin çarkının birer dişlisi haline geldiler. Devrimcilerin görevi bu tipleri deşifre ederek, yeni kuşakları aldatmalarına izin vermemektir.

Not : gelecek yazıda Fransa örgütlenmesini anlatmaya başlayacağım