Şuanda 90 konuk çevrimiçi
BugünBugün1939
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9663
Bu ayBu ay9663
ToplamToplam10478087
mayıs'ta... mutlaka (3) PDF Yazdır e-Posta
İdris Köylü tarafından yazıldı   
Pazar, 10 Temmuz 2011 07:44


Ellerini boynundan geçirip başının arkasına bağlayıp uzaklara, ta uzaklara bakarken hep bir şeylerin içinde kaybolup gitme tutkunun yabancısı değilim. Bunca yıllık arkadaşımsın, içini bir ayrı bilirim, dışını bir ayrı… Hayal kırıklıklarının, kırgınlıklarının, onmazlıklarının en yakın tanığıyım… Bütün bunların ötesinde inanç ve coşkunda nasıl olup da bunca yıl bir aşınmaya uğramadan,  yer yer kırıcı da olsan bir kaya gibi aşınmadığına akıl erdiremedim. Dalıp dalıp gidiyorsun. Hangi ufuk çizgisindesin, hangi yıldızda, hangi meydandasın… Bir adım ötesi ölüm olan amansız kavgaları bile romantik bir öykü tadında anlatmaya başladığında gözlerin ışıldıyor.
Ben orda doğdum diyorsun, kavganın rahminde vücut buldum. O kavgalar ki,  aklımın, beynimin, yüreğimin örsü çekici oldu. Demir böyle dövüldü, çeliğe böyle su verildi… Çelik gibi kırılgan, kadife gibi katı oluşumuzun sırrı başka nerede aranabilir ki… O günlerin basınında yer almış bir fotoğrafını gösteriyorum sana. Suratına bakan korkar diyorum… Bir nemrut surat, bir eşkıya… Gözlerindeki kin korkudan ari, kapana kısılmış bir kaplan gibi hınçla bakıyorsun…
Yaa!… Diyorsun, gülüyorsun… Çocukların gözleriyle çek fotoğrafımızı diyorsun, yalansız ve yapmacıksız fotoğraflar elde edersin… Biz kendimizi birilerine anlatmak ihtiyacı duymadık… Çocuklar, ağzımızdan çıkan hiçbir sözcüğe ihtiyaç duymadan anlarlar bizi… Yalnız çocuklar… Bakışımızdaki sevgiyi de gülüşümüzdeki sıcaklığı da onlarda görürsün, yalansız, yapmacıksız… Sohbet konusu rahatsız etti seni, beni yalnız bırakıp, hiçbir şey söylemeden, bir açıklama yapmadan kalkıp gidiyorsun… Belli ki sinirlendin…
Temmuz gecesinin rehavetinde balkondan etrafı seyrediyorum… Sözünü ettiğim zamanın basınında yayınlanmış fotoğrafını getiriyorum gözümün önüne… İstersen bana kızmaya devam et… Saldırgan ve kinle dolusun… “Kimseye karşı kinim yok” demiştin… “Devrimciler kişisel kin tutmayacak kadar da asildir. Bizim ancak sınıf kinimizden söz edilebilir, kişisel kinimizden değil… O fotoğrafta yaşam hakkına kastedilen bir ben değilim. Bütün devrimciler, yarının bütün mimarları, insan olmanın erdemini taşıyan herkes”…
Ya senin hakkında yazılanlar, çizilenler, söylenenler… Soyguncuydun, suikastçıydın, katildin, kahramandın… Bütün isnatlar sanaydı… Yalanın bini bir para… Seni yeni tanımıyorum ki…  Fedai ruhunu, sevgiyle ışıl ışıl bakan gözlerindeki gülümseyişi, bir lokmayı herkesle paylaşmayı bilen karakterini benden başka kim daha iyi bilebilirdi ki… Kim bilir, belki de asıl korkuları senin bu hasletindi…Alçaklığın bütün silahlarını kuşanarak üstüne üstüne gelmelerinin nedeni buydu…olsundu…5 yaşındaki oğlun,”nasıl bir annen ve baban olmasını isterdin?” sorusuna “annem gibi annem babam gibi babam” yanıtını vermişti ya..gerisi ne gam..Sosyolojik, psikolojik ve bilmem ne olojik açılardan irdelenebilecek bu duruma ilişkin yaşamının iki kesitine tanık oldum…
Anan senin zayıf yanında ve “zaafında”… Kaçaktın… Normal koşullarda ananı ziyaret etmek hemen hemen imkânsızdı… Gecenin ikilerinde üçlerinde, el ayak çekilince köye gelir, gizlice ananı ziyaret eder, taş çatlasın yarım saat sonra alel acele çeker giderdin… O gün şansın pek yaver gitmedi… Geç saatlerde bir araçla ananın evine geldiniz… Biri eşin dört kişisiniz… Takip edilmiştiniz ama takipçileriniz sizi evde yakalamak için geç kalmışlardı… Ananın evinden ayrıldınız, araçla yola çıktınız… Senin ananı ziyaretlerin ihbar edilmişti ve bu olay öncesi de kıl payı yırtmıştın. Ananı ziyaret ettin, şakalaştın ananla… Tedirgindi… Başına “iş” geleceğini biliyordu… İşi yine “matraklığa” vurdun, “korkma anacığım” edin, “az kaldı”… Onların bizden korkmasına, bizim şimdiki kaçışımız gibi onların kaçmasına az kaldı… Ama biz onları kaçırmayacağız… Muhtemelen yarım saat kaldınız, eşin ve diğer iki arkadaşın araçla yola çıktınız… Evet, korktuğun başına gelmişti… Yola pusu kurmuşlar… Eşin hamile, “karnı burnunda”… “ Çatışmayacağız” diyorsun…”Bir Sinan’ımızı aldılar, ikinci Sinan’ı vermeyeceğiz”…Arkadan geliyorlar, sizi takip ediyorlar… Yolun bir bölümünde sizi geçtiler… Arkanızdan, farları göz alıcı bir TIR geliyor… Şoför arkadaş TIR’ın ışığını arkaya alıp aracın lambalarını söndürüyor, bir U dönüşü çekip ters yöne gidiyorsunuz… “İzleyicileriniz” TIR’ın ışığının sizin aracın ışığı olmadığını epeyce geç fark etmiş olmalılar ki, girdiğiniz ters yönde peşinize hemen takılmıyorlar… Sık sık gizlendiğin köyün yoluna giriyorsunuz… Çatışma kaçınılmaz olursa hamile eşin enine boyuna tanıdığın köylülerin evinde saklanacak… Bir Sinan’ınızı “almışlardı, ikinci Sinan’ınızı vermeyecektiniz”…
Aracı yüksekçe bir tepenin üstüne çekip, ana yolu gözlüyorsunuz… “Evet, beklenen oldu”… İzleyicilerinizin aracı köy yoluna saptı, geliyor… “Bu alan meydan okuma alanı”… “Gelsinler” diyorsun, “gelsinler bakalım, el mi yaman, bey mi yaman, görelim bir”… Hatta burada beklediğinize ilişkin “izleyicilerinize” “işaret” bile vermiştiniz, yanılmıyorum, değil mi? “o köyden” iki arkadaş da takviye güç olarak gelmişti, burası öyle devrimcileri dar sokaklarda kıstırıp alınlarına kurşun sıkma yeri değildi, burası sizin çöplüğünüze benzemezdi, “ buyurun, tuzakların kahramanları(!)…bekliyoruz”…
Ama “yemedi”, pabucun pahalı olduğunu anladılar. Bir müddet bekleyip gerisin geri döndüler…
“Refakatçi arkadaşlarınız” da sizinle geliyorlar… “Yolda ne olur, ne olmaz”… “izleyicileriniz çoktan kirişi kırmışlardı ama araç bozuldu… Çalışmıyor… Yokuşa yukarı aracı ite ite çıkarıyorsunuz, sürücü arkadaş “ düz kontakt” yapıp aracı çalıştıracak. Tepenin üstünden geri geri aracı bırakıyor, başlangıç noktasına geri geliyorsunuz, araç çalışmıyor… Bir, iki… On… Yoruldunuz… Hava soğuk, karnınız aç… Sabah oluyor… İlçeden gelen tamirci aracı tamir edip yola devam ediyorsunuz… “Asayiş berkemal”… “Sıkı” izleyicilerinizin bir takibi daha boşa çıkıyor, yakalanmıyorsunuz…
Aylardan Mayıstı…
O duruşmanı izlemeye gelmiştim… Gerçekten zor durumdaydın ve bu komployu nasıl açığa çıkaracağını merak etmiştim… Hani şu geçen sohbetimizde sözünü ettiğim devrimcilerin sırtındaki bıçak, yüzü hala açığa çıkarılmamış pisliğin itirafıyla yargılandığın dava… Adı geçen olayda değişik mahallerde bombalar patlamıştı… İsrail elçiliğinin bombalanmasından tut da, Amerikan Juslag deposu, yerli yabancı tekellerin, bankaların bombalanması… Bombalandığı iddia edilen yerler arasındaki mesafe iki şehir arasındaki mesafe kadar olmasına karşın, polis ve savcılık bu durumu göz ardı etmiş, seni peşin peşin suçlu ilan etmişlerdi… Otuz üç gün mü kalmıştın işkencede… Bu itirafçı-ki sana göre bu bok herif iftiracıydı- “gizli” itirafçıydı… Aynı dönemde “resmi” itirafçılarda emniyetteydi ve aynı örgüt davasından yargılanmıştınız… Her ne hikmetse o uzun sıkıyönetim mahkemelerindeki yargılamalarınızda adı bile edilmeyen, iddianamelere konu bile olmamış bu olaylar, yıllar sonra imalatçılarınca atölyelerinde imal edilmişti…”Resmi itirafçıların” ikisi birlikte bir güzel dövmüşlerdi seni… Başlangıçta polis sanmıştın, gözlerin kapalıydı ve kim olduklarını bilmiyordun… Adetten olmamasına karşın gözlerindeki bağı çözdüklerinde, karşında bir dönem “arkadaşların” olan itirafçıları gördün ve seni döven bunlardı… Odadaki polisler dışarı çıkmıştı… Sütuna yaslanmış olanına yaklaştın ve bir kafa darbesiyle devirdin pezevengi… Burnu kırılmıştı ve ortalık kan gölüydü… Sonrası geldi tabi, seni külçeye çevirdiler ve sürükleyerek hücrene geri götürdüler…
Cezaevinden tahliye olmanı içlerine sindirememişlerdi ve yeniden deliğe tıkılmalıydın… Kendilerine göre senaryo eksiksizdi… İddianame okunmuş, suçların dizi dizi liste liste sıralanmıştı ve yanılmıyorsam otuz yıl hapsin isteniyordu… Suçlamaya göre sen adeta bomba makinesiydin ve bir gecede bombalamadığın yer kalmamıştı… Polis, bombalanan yerlerin muhtarlarını görgü tanığı olarak tuttuğu tutanakları imzalatmış, mahkeme tanıkları dinlemeye çağırmıştı… İlk dinlenen bayan muhtar, mahkemenin seni teşhis etmesini istediğinde teşhis edememiş, seni tanımadığını ve görmediğini söylemişti… Tutanaktaki imzanın kendisine ait olduğunu, polisin gerekçe göstermeden önüne tutanağı uzatıp imzalamasını istediğini, kendisinin de itirazsız imzaladığını söylemiş, mahkeme başkanı kadın muhtara kızmıştı… İkinci dinlenen muhtar Kürt kökenliydi. Ona da aynı prosedürü uyguladılar… “Görmedim, tanımıyorum” dedi… Mahkeme başkanı bu kez fena azarladı adamı, “ görmediysen niye imzaladın, sana zorla mı imzalattılar” diye çıkıştı… Muhtar Kürtçe şiveyle” vallah hakem begim, oradaki işkenceleri bilsen, sen de aynen benim gibi gıkın çıkmadan imzalardın” deyince, mahkeme başkanı “ tamam, tamam” deyip yerine oturttu… Üçüncü tanığın yine bir kadın muhtar… Afili bir kadın, rüküş, şırfıntının biri… Aynı işlem… “Teşhis et”… Kadın sanıklar arasından seni arıyor… Bir daha bakıyor, bir daha bakıyor… Teşhis edemiyor… Mahkeme başkanı ayağa kalkmanı söylüyor, başkana çıkışıyorsun “ teşhis edemedi, beni hedef mi gösteriyorsunuz, zorla mı teşhis ettireceksiniz”… Kadın senin “bombalama” eylemini nasıl yaptığını anlatmaya başlıyor… Yanında olsa bu kadar detayı hatırlayamaz, hocası dersine iyi çalıştırmış… “ Saat dokuzda polis aracının içinde bana getirildi, neden bombaladığını, anlattı, gülüyordu”… “Şimdi iyice tanıdım”… “ Kadına küfrettin, mahkeme duydu, duymazlıktan geldi”… Biz güldük… O arada gözüne bu tezgâhı hazırlayan polis ilişti… Hemen müdahale ettin… “Sorguyu yapan polis mahkemede, önce onun dışarı çıkarılmasını istiyorum, tanıkları etki altına almaya çalışıyor”… Başkan polisi azarladı, dışarı çıkardı… Mahkeme sana söz veriyor. “ Saat dokuz kavramı iki ayrı vakit için kullanılır… Beni sabahın dokuzunda mı getirmiş, akşamın dokuzunda mı? Kadın “Akşamın dokuzu diyor”… Tanıkla polisin yüz yüze gelmesinin, işaretleşmelerinin engellenmesini ve polise, “akşamın dokuzunda mı, sabahın dokuzunda mı götürüldüğünün” sormasını istiyorsun. Mahkeme polisi çağırıyor. Sen diyor başkan “sanığı bu kadına sabahın dokuzunda mı götürdün, akşamın dokuzunda mı? Polis kem küm ediyor, başkan kızıyor, çıkışıyor polise… Polis “Sabahın dokuzu” diyor… Savcı ayağa fırlıyor,  bütün duruşma usullerini ihlal ederek bir sigara yakıyor. “ Sanığın tahliye ve beraatını istiyorum”… Atılı suçtan tahliye ve beraat etmiştin, tezgâh yine bozulmuştu…
Aylardan Mayıstı…