Şuanda 186 konuk çevrimiçi
BugünBugün2006
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9730
Bu ayBu ay9730
ToplamToplam10478154
beşir esad rejimi savunulamaz PDF Yazdır e-Posta
İbrahim Yalçın tarafından yazıldı   
Pazar, 24 Temmuz 2011 17:06


ABD’nin, Orta-Doğu’daki stratejik önemi itibarıyla en işbirlikçi ve en gerici ülkesi Mısır’dı, Hüsnü Mübarek rejimi Halk muhalefeti karşısında fazla dayanamadı ve devrildi.

ABD yönetimi, bir süre bekledikten sonra Mübarek rejiminin artık devam edemeyeceğinin kesinleşmesi  üzerine  desteğini çekerek yeni işbirlikçiler aramaya koyuldu. Protestocuların demokrasi ve özgürlük taleplerinin ‘’ demokrasinin gereği ‘’ olduğunu, talepleri ’’haklı ve vazgeçilmez’’ bulduğunu  söylemek zorunda kaldı.

Libya’da Kaddafi yönetimine  karşı da, üç aşağı beş yukarı aynı politikayı izledi. Fransa’nın oldu bittiye getirerek başlattığı saldırıya kerhen destek vermesine karşın, rejimin yıkılıp  yıkılmayacağını, yıkılacaksa yerine gelecek alternatif hareketin kim yada kimlerden oluşacağı ve siyasi eğilimlerine ilişkin  belirsizlikler nedeniyle, tıpkı Mısır örneğinde olduğu gibi önce beklemeyi yeğledi ve Kaddafi’nin  gidici olduğuna ikna olduktan sonra da, muhalif güçleri açıktan desteklemeye, Türkiye’yi de Kaddafi rejimine karşı  tavır almaya zorladı ve bunda da başarılı oldu.

Tayyip Erdogan yönetiminin, Nato’nun, Libya’ya müdahalesi gündeme geldiği zaman, ‘’Nato’nun Libya’da ne işi var’’ diye ahkam kesmesine rağmen, ABD’nin tavrı netleşir netleşmez U dönüşü yaparak, Libya’ya yönelik harekata Türkiye’nin de katılması bunun açık göstergesi oldu.

Mısır kadar olmasa da, son derece önemli bir başka Orta-Doğu ülkesi olan Suriye’de, 3 ayını dolduran yönetim karşıtı protestolar aralıksız devam ediyor.

Her gün değişik sayılarda protestocunun öldürüldüğü haberleri ile çalkalanan Suriye’nin geleceğine ilişkin yapılan yorumlar, Kaddafi yönetiminin akıbetine  ilişkin değerlendirmeler kadar net olmasa da,  gündem Suriye’dir artık...

Beşir Esad yönetimi her geçen gün halk destegini kaybediyor. Sokak gösterileri ve yönetim karşıtı protestolar  ülkenin her yerine yayılmış durumdadır.

Olayları durdurmak için verilen tavizler ve reform sözlerinin, bugüne kadar defalarca verilmiş ama lafta kalmış olması itibariyle inandırıcı olamadığı ve bu yüzden de, bir türlü önünün alınamadığına tanık oluyoruz.

Öte yandan, Türkiye’nin, ‘’komşularımızla sıfır sorun’’ diye başlattığı sözde iyi komşuluk politikası, Suriye’ye karşı alınan yeni dış politika ile daha başlamadan iflas etmiştir.

TC’nin, yeni Suriye politikası  bu iflasın dışa vurumudur. Beşir Esad yönetiminin şiddetinden kaçan muhaliflere sınır kapılarının açılması, muhalefet temsilcilerinin Türkiye’de toplantılar yaparak örgütlenmelerine göz yumulması ve Muhalif güçler arasındaki iç sorunların bir kenara bırakılarak tek bir çatı altında mücadele etmeleri konusunda üstü kapalı verilen siyasi destek mesajları ,Suriye-Türkiye ilişkilerini kolay kolay tamir edilemeyecek bir noktaya getirmiştir.

Ayrıca, iki ülke arasında yaşanan gerilimin sonuçları, doğal olarak doğrudan iç politikalara da yansıdı ve Kürt sorununun çözümü konusunda yeşeren ümitlerin bir anda kararmasına neden oldu.  Seçilmiş milletvekillerinin hapiste tutulması, Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesi ve  söylemlere yansıyan savaş çığırtanlığı bunlardan sadece bir kaçıdır.

CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu’nun bile açıkça dile getirdiği gibi, ‘’Kürt sorununun, bir kere daha terör(!) sorunu’’ kapsamında ele alınıp,  1990’ların devlet terörü politikasına yeniden dönülmek istenmesi yönündeki eğilimler  ağırlık kazanmaya başladı.

Suriye rejimi ile kavgalı bir Türkiye’nin, en başta Kürt sorunu konusunda takınacağı tavrın, çözüm üretici olmayacağını, geçen dönemin yaşanmış deneyimlerinden hareketle rahatlıkla söyleyebiliriz.

Tam da bu noktada, devrimci sosyalist güçlerin, ufukta görülen, baskı ve şiddet politikalarına karşı birlik ve birlikte mücadele etmeleri için şimdiden hazırlıklı olmalarını zorunlu kılıyor. İster iç politikadaki baskı ve şiddet politikasına karşı daha fazla demokrasi ve özgürlük mücadelesi için olsun, ister dış politka konularında yayılmacı ve emperyal amaçlı politikalara olsun, mümkün oldugunca ortak bir tavır alışın hayati önemini belirtmek gerekmiyor.

Tunus ve Mısır’da başlayan halk ayaklanmalarını, daha fazla özgürlük ve demokrasinin sınırlarını genişletme adına destekleyen devrimci demokratik güçlerin, aynı tavrı, her ne olursa olsun Suriye konusunda da göstermeleri gerekmektedir.

Beşir Esad yönetiminin, ‘’olayların arkasında İsrail,ABD ve B.Avrupa ülkelerinin kışkırtması olduğu”  iddiası yeni değildir, Tüm gerici yönetimlerin sıkıştıkları her yerde, dış düşman(!) arayıp, olayların asıl kaynağını göz ardı etme çabasıdır.

Suriye yönetiminin iç politikada karşılaştığı tüm sorunların arkasında dış güçlerin parmağı olduğunu söylemesi ile Türkiye yönetiminin, geçmişte devrimci mücadele ve son 30 senedir de Kürt özgürlük mücadelesinin arkasında batılı güçlerin, ülkeyi bölüp parçalamak için, ‘’taşeron örgüt’’kullanılıyor(!) iddiası arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Her ikisinin de yaptığı karartma politikasıdır. Amaç hedef şaşırtma ve dezinformasyondur.

Önce bir konunun altını iyice  çizmek gerekiyor.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de demokrasi ve insan hakları konusunda  kavram kargaşası devam ediyor. Demokrasi ve insan hakları denildiği zaman her kafadan bir ses çıkıyor ve kavramlar,onu telaffuz edenin konumuna göre farklı yorumlanıyor.. Suudi Arabistan’dan ABD’ne kadar her yönetim kendine göre bir demokrasi tarifi yapıyor ve biri diğerini demokrat olmamakla suçlayabiliyor. Yeryüzünde, demokrasi kavramı kadar içi boşaltılmış bir başka kavramın olmadığını söylemek bu anlamıyla yanlış olmasa gerek.

Tek tek ülkeler ve genel olarak da Uluslararası çıkar ilişkileri söz konusu olduğunda  adı geçen kavramın, güçler dengesine bağlı olarak kabul gördüğü veya görmediğine tanık oluyoruz. Hiç kimse ortaya çıkıp ta bu kavramın anlamsızlığı üzerine tek bir söz etmiyor. (Edenlerinde sesleri cılız kaldığı için pek duyulmuyor) Demokrasinin en gerçekçi(!) tanımının diktatörlük demek olduğunu hiç kimse söylemiyor. Sosyalist demokrasi ve burjuva demokrasisi olarak adlandırılması gereken bu kavramın her iki konumda da diktatörlük olduğu gerçeğinden söz edilmiyor.

İçeriği tamamen boşaltılmış bulunan bu kavramın, kendisini meşru gösterebildiği tek bir savunma aracı vardır. Serbest seçimler..

Serbest seçimlerin yapılıyor olmasını, adı geçen ülke(ler)de demokrasinin tüm kurumlarıyla işleyişinin kanıtı olarak ileri sürenler, ’’taşları bağladıktan sonra köpekleri sokağa saldıkları gerçeğinden kesinlikle bahsetmemektedirler. Diğer taraftan, ellerinde bulunan yazılı ve görsel basın aracılığı ile tek yanlı ve orantısız bir güç kullanımıyla yapılan propaganda ve daha da ötesi en akla gelmedik dezinformasyonla emekçi kesimlerin gerçek iradelerinin manipülasyonundan da bahsedilmiyor.

İçeriği boşaltılmış kavramlarla oyalanarak yönetilmek istenen geniş halk yığınlarının, Sınıfsal bakış açısı karartılarak, olayların milliyetçi ve maneviyatçı bir gözle görülüp öylece yorumlanması isteniyor.

Söz konusu Suriye olduğunda,

Deniliyor ki; Suriye rejimini destekleyelim. Rejim yıkılırsa yerine kökten dinciler gelecek. ABD ve AB’nin emperyalist devletleri bölgeyi tamamen kontrol altına alacak.

Bunu söyleyenler, yıllardır aynı bölge üzerinde başta ABD ve AB’nin hegemonyası olduğunu bilmiyorlar mı?

Soğuk savaş döneminde, özellikle Suriye ve Libya’nın, Sovyetler Birliği ile ilişkileri münasebetiyle, sözde Anti-emperyalist sloganlar atması dışında, iç politikada  buna uygun bir politika güttüğünü bilen var mı?

Suriye ve Libya’da olduğu gibi, buna benzer bir çok üçüncü dünya ülkesi de aynı şeyi yapmıştır. İçerde, baskı ve şiddet politikası uygularken, dışarda, anti-emperyalist söylemlerle, iç politikadaki baskı ve şiddete dayalı yönetim biçimini devam ettirmeyi yeğlemiş olup sosyalist sistemin gücünü de bu anlamda kendi çıkarları adına kullanmıştır.

Sosyalist sistemin dağılmasından sonra bu ve benzeri ülkelerin bir çoğunda anti-emperyalizme ilişkin tek bir eylem değil, söylem bile duyulmamıştır.

Sendikalar, dernekler,meslek odaları gibi, demokrasi bilinci ve eğitiminin olmazsa olmaz koşulu olan kurumların yıllardır  yasak edildiği bu ve benzeri ülkelerde, bugünlerde patlak veren ve ciddi oranda örgütsüz olduğu görülen halk hareketlerinin nereye kadar devam edeceği ve hedeflerinin neler olacağını kestirmek kolay olmayacaktır. Buna karşın, şu anki konumu itibarıyla, bir sonraki dönemde, en fazla örgütlü olanın en fazla söz söyleme yetkisi olacağını da söylemeye gerek olmadığı ortadadır.

Anti-emperyalist ve ilerici olduğu kimi çevreler tarafından ileri sürülen Suriye’de, devrimci-demokrat parti ve grupların son derece etkisiz ve cılız olması, bugüne kadar ilerici olduğu iddia edilen yönetimin ne kadar ilerici ve devrimci(!) olduğunun da bir diğer göstergesidir.

Deniliyor ki, Suriye rejimini destekleyelim.Suriye Baas partisi, bölgedeki ABD jandarması İsrail’e karşı Filistin halkının yanındadır.

Bunu söyleyenler, Suriye yönetiminin kendisiyle ters düştüğü andan itibaren FKÖ’nü, ülkesindeki  mal varlığına da  el koyarak kapı dışarı attığını neden söylemiyorlar. Diğer tüm Arap ülkeleri gibi kendisine bağlı bir Filistin örgütü kurarak Filistin mücadelesini bölüp parçaladığından neden söz etmiyorlar. Bugün ismi cismi bilinmeyen Ebu Nidal örgütünü kurduran ve bu mücadeleyi kendi çıkarları adına kullanmak isteyen Suriye değil miydi?

Kaldı ki, İsrail’e karşı Filistin halkının mücadelesini destekler gözükmesi karşılığında, Suriye’nin desteklenmesi gerektiği söylemine karşın, birilerinin çıkıp ta, sırf bu yüzden Suriye yönetimine destek olmaktan söz edenlerin Tayyip Erdoğan’ı da desteklemeleri gerektiğini söylerse ne cevap verecekler?

Deniliyor ki; Suriye rejimi yıllardır Türkiyeli Kürt ulusal güçlerini destekledi, Türk ve Kürt devrimcilerine yıllardır kucak aştı ve ülkede barınmalarına göz yumdu.

Bunu söyleyenler, Suriye yönetiminin Türkiye’deki Kürt özgürlük mücadelesini destekler gözükmesini inandırıcı buluyorlar mı?

Suriye yönetiminin kendi içlerindeki Kürt vatandaşlarına kimlik bile vermez, taşınmaz mülk edinmelerini dahi yasalarla engeller ve en temel insanı haklarından ( insan yerine koymayarak kimlik dahi vermezken) yoksun bırakırken, Türkiye tarafındaki Kürtlerin hak alma ve özgürlük mücadelesini desteler gözükmesini samimi mi buluyorsunuz?

Suriye’nin kendi Kürt vatandaşlarına karşı uyguladığı baskı ve terör politikasının, Türkiye’nin kendi  Kürt vatandaşlarına uyguladığı şiddet politikasından daha hafif olduğunu söyleyebilir misiniz?

Suriye’de serbest seçim var mı?

Suriye Anayasası’nın 8. maddesi, seçimde hangi parti fazla oy alırsa alsın, Baas Partisi’nin çoğunlukta olmasını garantilemiyor mu?

Suriye ordusu, zamanın Genelkurmay Başkanı Rıfat Esat komutasında 1982’de Hama kentinde yaklaşık 40 bin kişiyi öldürmedi mi?

Bugün de olayların merkezlerinden birisi Hama değil mi?

Öldürmekle muhalifler bitirilemiyor.

Suriye’de yıllardan beri başını kaldıran herkese Ihvancı (Müslüman kardeşler) denmez mi?

Ihvancı demek, katli vacip demektir.

Suriye yıllardan beri işte böyle bir özgürlükler(!) ülkesidir.

Bütün bu gerçekler karşısında Suriye rejimine sempatiyle bakmak ve rejim giderse ABD gelir aldatmacasıyla baskıcı rejimlerin devamını savunmak, sınıfsal bakış açısından uzaklaşarak milliyetçi bakış açısının bataklığına saplanmak olur.

Bu bakış açısı en açık biçimiyle, Doğu Perinçek’in  İşci Parisi tarafından Ulusal Kanal adlı TV’ye yerleştirilen Genel Kurmay emeklisi generaller tarafından savunulmaktadır.

Bütün dünyanın gözleri önünde cereyan eden olayları sadece emperyalistlerin bir oyunu olarak görmek ve buna göre değerlendirerek iç dinamiği yadsımak, emperyalistler ve işbirlikçilerinin ekmeğine yağ sürmektir.

Bugün durmak bilmeyen Suriye rejim karşıtı gösterilerin nedenleri öğrenmek istiyorsak, gözümüzü dışarıya değil Suriye’nin içlerine çevirmemiz gerekiyor.

Bunun için cevabını aramamız sorunlar bulunuyor.

Suriye’de örgütlenme özgürlüğünün olduğunu söyleyebilen var mı?

Suriye’de özgür seçimler olduğunu iddia eden var mı?

Suriye’de  en temel insan haklarına duyulan bir saygı var mı?

Suriye’de fırsat eşitliği gibi bir kavramdan söz edilebilinir mi?

Suriye’de eşitlik ve adalet kavramlarının hiçbir kıymeti harbiyesi var mı?

Suriye’de kaç tane gizli servis olduğu ve bu servislerin kime karşı faaliyet gösterdiğini söyleyebilecek kaç kişi var?

Suriye’de, örgütlenme özgürlüğü, sözde de olsa demokrasi kurumları var mı?

Kendisi devlet başkanı, kardeşi devlet başkanı yardımcısı bir başka ülke daha var mı?

Suriye’de  baba’dan oğula geçen bir yönetim mevcut değil mi?

Suriye ajanı, Muhabarat işbirlikcisi Mihrac Ural adında bir serseri dışında, ‘’Suriye parlamentosunun yüzde elliden fazlası anayasa’ya göre zaten işçi-köylü temsilcilerinde oluşmaktadır bu bakımdan genel seçimlerin bu ülkede hiç bir önemi yoktur’’ diyebilen ve ‘’gerçek halk demokrasisi’ nin Suriye’de olduğunu savunan bir başka allahın kulu mumla aransa bulunabilir mi?

Vardır, bulunabilir diyebilen bir kişi varsa çıksın söylesin. Söylesin ki Suriye rejimini birlikte destekleyelim. Var mı?

 

Son Güncelleme: Pazar, 24 Temmuz 2011 20:34