Şuanda 206 konuk çevrimiçi
BugünBugün2021
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9745
Bu ayBu ay9745
ToplamToplam10478169
kapitalizm nereye? fantezi ve gerçek (4) PDF Yazdır e-Posta
İdris Köylü tarafından yazıldı   
Çarşamba, 07 Eylül 2011 22:53


Kapitalizmin bu gün bulunduğu/gelmiş olduğu aşamaya ilişkin birinci tespit şudur: Kapitalizmin sözcüleri-IMF, Dünya Bankası, Avrupa Bankası v.d- eveleyip gevelemeden ilk kez, açıkça “bu krizin şimdiye dek yaşananlardan çok farklı ve korkutucu” olduğuna ilişkin tespitlerine ek olarak, krizin sistem ölçeğinde derinleştiğini ve bundan böyle sistemin krizlerle yaşamaya alışması konusunda hem fikir olmaları, kapitalizmin tarihi birikimini tükettiğinin ve artık gidebileceği bir yerinin de kalmadığının itirafıdır. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde devresel bunalımlarını sürekli bunalıma terk eden sistem, yirmi yıl öncesine kadar daha geniş aralıklarla tekrarlanan, emperyalist/kapitalist sömürü sisteminin manevralarıyla eskisinden daha ağırı dayatıncaya kadar sistemin bertaraf etmeyi başardığı kapitalizmin baş ağrısı krizler, son yirmi yıldır süreklilik kazanmıştır ve artık ölümcül “kalp ağrılarına” dönüşmüştür. Ekonomik endeksler gerek finans sektöründe gerekse reel sektörde eksileri göstermektedir. Gıdadan makineye, elektronikten dayanıklı tüketim mallarına varıncaya kadar ekonomik büyüme resesyon sınırı aşıp krize dayanmıştır. Liberalizmin, kapitalizmin sorunlarını çözeceğine ilişkin öngörüler iflas etmiştir. Gerek ABD de gerekse AB, Japonya ve Hindistan’da batık bankalar “kurtarılma” sırasına girerek, liberal ekonomiye atfettikleri “her derde deva” iksirini inkâr noktasına gelmişlerdir. Ekonomik olarak kapitalist sistem çökme noktasındadır. “Dibe vurmaya” önlem olarak kamu harcamaları kısıtlanmakta, ücretler düşürülmekte, işten çıkarılmalarla işsizlik tavan yapmaktadır. Yirmi yıldır yürütülen sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma, işçi haklarının budanması da kapitalizmin çöküş noktasına gelmesine engel olamamıştır. Bir başka deyişle kapitalistlerin kolay gerekçesi olan işçi hakları, sendikal mücadele, ücretlerdeki iyileştirme budanarak son yirmi yıldır yerini açlıkla tokluk arasında bir ücrete bırakmasına, toplu ücret pazarlıkları tarihe karışmasına, Amerikanvari mafya sendikacılığının sınıf sendikacılığı yerine ikame edilmesine karşın sistem, kendisinin doğurduğu ve iç çelişkilerinden kaynaklanan, hızla “infilak etmeye doğru” aldığı yolun önüne geçememektedir. Kapitalizmin sözcüleri sistemin iflasını ilan etmiş durumdalar ve panik içindedirler. Yukarıdaki başlık altında-Kapitalizm: Nereye? Fantezi ve gerçek- buraya kadar irdelemeye çalıştığımız gözlem, kapitalizmin ekonomik ve mali/finansal yapısının gelmiş olduğu aşama itibariyle anlaşılmasına yönelik bir özet olup, iç çelişkilerinin kavranmasına ışık tutmaktır. Amacımız, kapitalizmin ekonomik analizi olmayıp, ancak bu iç çelişkilerin doğru kavranmaması durumunda da sınıf mücadelesinde doğru adımların atılamayacağına ilişkin inancımızdır. Aksi durumda sınıf mücadelesinin sağlam zemini, mücadele araçlar ve örgütlenme biçimi popülizmin kaypak zeminine teslim edilecektir. Amaç, bu çelişkilerin toplumsal görüntülerinin tespiti ve bu zeminde devrimcilerin sınıf mücadelesine örgütlü müdahalesinin tartışılmasıdır. Özetle, Devrimci eylem için olgunlaşması beklenen “objektif durum” kapitalizmin tarihinde hiç görülmemiş biçimde yaşanmaktadır. Üstelik bir mucize gerçekleşmezse kapitalizmin artık kendini düze çıkarma gücü de bitmiştir. Bundan ötesinde kapitalizmin işleyişinde bir normalleşmenin olmayacağı yine sistemin sözcüleri tarafından itiraf edilmektedir. Yönetenler artık eskisi gibi yönetemediklerini en yetkili ağızlardan ilan etmişlerdir. AB nin “hatırı sayılır” ülkeleri Yunanistan, Portekiz, İrlanda resmen iflasını açıklamış, İspanya, İtalya, Fransa topun ağzındadır. İngiltere’de işlerin eskisi gibi gitmediği, ABD nin şaşkınlık ve panik içinde olduğu artık gizlenemiyor. Rusya, Japonya, Hindistan Güney Kore, Malezya v.d ekonomik olarak gelişmiş ülkeler resesyona-ekonomik durgunluğa- çare bulamıyorlar. İki binli yıllarda başlayan merkez kapitalist ülkelerdeki kitlesel eylemler yoğunlaşarak devam ediyor. Yunanistan, İrlanda, İngiltere Fransa ayakta… Dikkat edilirse irdelenen ülkeler kapitalist ülkelerdir ve kapitalizmin geliştiği ağırlıklı olarak Avrupa’dır. Bugüne değin devrimciler arasında tartışma konusu olan evrim döneminin hazırlığı ve devrimci eylemin ön hazırlıklarının yapılması, yani yönetenlerin eskisi gibi yönetemez durumda olmalarına ilişkin tartışmalar geride kalmıştır. Sistemin iç çelişkilerinin süreklilik kazanması ve giderek derinleşmesi bu tür tartışmaların “kıymeti harbiyesini” ortadan kaldırmıştır. Marksın öngörüsü Marks’tan yüz elli yol sonra gerçekleşme noktasına gelmiştir. Avrupa, işçi sınıfı iktidarına, devrimci duruma hazırdır. Kapitalizm kendisini kendi merkezinde vurmuştur. Bu çelişkilerin bağımlı/sömürge/yarı sömürge ülkelere yansıma şiddet ve derecesinin daha yoğun olduğu aşikârdır.   Burada “amacı aşan” bir anlama yanlışlığına düşülmemelidir. Kastettiğimiz şey, alışılagelen deyimle “evrim-devrim” aşamaları tartışmalarının anlamını yitirdiğidir. Yani objektif koşulların bütün Avrupa’da olgunlaşmış olduğudur. Şimdi üzerinde durulması, düşünülmesi ve çözüm üretilmesi gereken şey işçi sınıfını iktidara taşıyacak olan devrimci örgütlenmenin yaratılmasıdır. Objektif koşulların hazır olması işçi sınıfının iktidara talip olmasının gerekli şartıdır ancak yeterli şartı değildir. Yeterli şart, kitleselleşmiş sınıf örgütünün, sınıfı iktidara taşıyacak nitelikte yaratılmasıdır. Oysa salt objektif koşulların hazır olması, işçi sınıfına kendiliğinden iktidarı hediye etmeyecektir. Öyleyse burada ikinci tespite geçilmelidir. Kapitalizmin henüz bugünkü aşamasına gelinmediği yirminci yüz yılbaşlarında dönemin devrimcilerince tek ülkede devrimin mümkün olup olmadığı sorunu tartışıla gelmiştir. Tek ülkede devrimin mümkün olmadığını ileri sürenler Marks-Engelsi referans olarak göstererek, tek ülkede devrimin mümkün olduğunu ileri süren Bolşeviklere karşı Marks-Engelsi “saptırarak” karşı koymuşlardır. Oysa Marks ve Engels yaşamları boyunca Avrupa merkezli hiçbir Sosyalist/Komünist partiye Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde devrimci koşulların hazır olduğuna ilişkin bir öneri ve tavsiyede bulunmamışlardır. Marks ve Engels’in Israrla üzerinde durdukları şey, kapitalizmin iç çelişkilerinin sarmalında boğulmalarıyla yöneten burjuvaların yönetemez duruma düşmelerinin beklenmesi ve ikinci olarak da iktidarı almaya hazırlıklı işçi sınıfı partisinin bu dönemde örgütlenmesi ve hazırlanmasıdır. Kapitalizmin iç çelişkilerinin artacağının elbette bilincindeydiler ancak yaşadıkları dönem kapitalizmin gürbüz ve gelişme çağıdır. Bu dönemin sayısal olarak ne zaman geleceğinin bilinmesi Marksistlerin değil müneccimlerin işidir. Bu nedenle bu öngörü elbette yaşanılan dönemin özelliği nedeniyle gerçekleşmemiştir. Bundan dolayıdır ki yaşadıkları dönem boyunca da devrimci kalkışma için koşulların uygun olduğuna ilişkin haklı olarak bir tek öneri ve tavsiyelerine rastlanmayacaktır. Leninin yaşadığı dönem artık kapitalizmin geliştiği, boy attığı gürbüzleşip serpildiği dönem değildir. Tersine gericileştiği, üretimin toplumsal niteliği ile üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişkinin uzlaşmazlık kazandığı, içerde sömürünün katmerleştiği, kapitalist merkezler dışında kapitalist sömürgeciliğin başladığı çağdır. Kapitalistler arasındaki rekabet ve çelişkinin nitelik ve derinliğinin kapitalistleri savaş ve çatışmalara sürüklediği çağdır. Yani birlikte hareket eden, bütünleşen bir sistemin değil, her biri ayrı ayrı ve aralarında kıyasıya rekabet eden farklı kapitalist ülkeler söz konusudur. Leninin Rusyası bu anlamda kapitalist zincirin en zayıf olduğu noktadır ve zincirin bu noktadan kopması, Rusya’da işçi sınıfının iktidarı alması içinde bulunulan koşullar dikkate alındığında herhangi bir Avrupa ülkesinden daha yakın ve olanaklıdır. Bu koşullar diğer herhangi bir Avrupa ülkesinde yoktur. Kapitalizm, emperyalizm çağına gelmiştir ancak henüz iç çelişkileri Avrupa’da burjuvazinin egemenliğine son verecek kadar güçlü ve keskin değildir. Burjuvazi kendi sınıf iktidarını devam ettirme olanaklarına halen sahiptir. Buradan çıkarak Marks-Engels ile Lenini karşı karşıya getirme gayreti bir teorik noksanlık ve iyi niyet belirtisi olarak görülemez. Marksın Avrupa’da devrim beklentisi, aşağı yukarı aynı zaman diliminde kapitalist üretim ilişkilerini inşa eden Avrupa’nın kapitalizmin bunalımını da aynı zaman dilimi içinde yaşayacağı öngörüsüdür. Yoksa Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde işçi sınıfının iktidarı almak için koşullar hazır olduğu halde Marks ve Engelsin bu ülkede devrimi engellediği gibi gülünç bir durum çıkacaktır ortaya. Bu tür ipe sapa gelmez gerekçeleri ileri sürenlerin komün hareketi öncesi, koşulların uygun olmadığına ilişkin ısrarlı uyarılarına karşın, komün hareketi başlayınca komün siperlerinde bir militan gibi savaşmalarını açıklayamazlar. Ayrıca Marksizm bir ayet de sunmamıştır ki şimdiye kadar, ayet de “ devrim için şu Avrupa ülkesinde koşullar hazır ama siz sütün Avrupa’da devrimci koşullar oluşuncaya ve bütün işçi sınıfı iktidar için hazır oluncaya kadar bekleyin”… Marks-Engelsin söylemediğini Marks-Engelse söyletme gibi bir yeteneğin sahibi olanlar, elbette Marks-Engels ile Lenini de karşı karşıya getirme becerisinin “üstesinden gelmeyi”  kendilerine “iş” edineceklerdir. Hayat, bu türleri, tarihin “kıymetleri bilinmeyen” kader kurbanı ibretlik antikalar gibi müzelerde sergiliyor bol ödenekli Soros namlı velinimetleri için…

Şimdi denilecektir ki, madem kapitalizm gelmiş olduğu aşama itibariyle bu kadar vahim durumdadır, bundan böyle artık iflah olması da olası değildir ve süreklilik kazanan kriz de kapitalizmin kalp krizidir, o halde bu “kalp krizi” nin kapitalizmi ansızın yere sermesi ve insanlığın bu baş belasından böylelikle kurtulması olası değil midir? Şayet insanlık kendini yok eden bu baş belasına birkaç yüz yıl daha-kaç yüzyıl?- katlanmak istiyorsa elbette hiçbir ekonomik, sosyal ve kültürel oluşum ilelebet değildir ve yerini kendisinden sonra gelecek olana bırakacaktır. Tabi, kapitalizmin yeryüzünü cehenneme çevirecek ölümcül silahları hala depolarından çıkmayacaksa, kıtasal çapta açlıklara insanlık hala dayanabilme gücü gösterecekse ve doğa kendisini her geçen gün yok eden bu canavara hala tahammül etme gücünü gösterecekse… Evet, kapitalizm işçi sınıfının ve diğer emekçi kesimin iradi müdahalesi olmadan tarihin bir evresinde yok olup gidecektir. Muhtemel değil daha yakın bir olasılık ise kapitalizmin kendisiyle birlikte insanı ve doğayı da ölümcül sona sürükleyeceğidir. Kapitalizmin evrim geçirerek kendini ortadan kaldırmasını beklemek devrimcilerin değil, aymazların işidir. Devrimciler bu gidişe ancak işçi sınıfının ve diğer emekçi kesimlerin iradi müdahalesi ile bu müdahalenin maddesini, sınıf parti ve örgütünü yaratarak son verme yükümlülüğü altındadır. Gelecek yazıda sürece müdahale etme zorunluluğunu tartışmaya çalışacağız.