Şuanda 377 konuk çevrimiçi
BugünBugün2110
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9834
Bu ayBu ay9834
ToplamToplam10478258
arap baharı mı, yalancı bahar mı? PDF Yazdır e-Posta
İrfan Dayıoğlu tarafından yazıldı   
Salı, 20 Eylül 2011 17:28


Uzun bir süredir kendisine entellektüelliği, bilim adamlığını yakıştıran bir çok kişi tarafından Arap aleminde gelişen değişimler üzerine bir bahardan bahsediliyor.  Tunus’ta, Mısır’da ve Libya’da gerçekleşen iktidar değişimleri bir devrim olarak sunulmaktadır.  Devrim iktidarın bir sınıftan başka bir sınıfa geçişini ifade eder. Oysa bu ülkelerde diktatörler devrilmiş ama iktidar bir başka sınıfın eline geçmemiştir. Ek olarak hala iktidarın kimlerin eline geçeceği bile netleşmemiştir.  Bu açıdan bir Arap baharından bahsetmek verili koşullarda hala olanaklı değildir. Elbette diktatörlerin yıkılmasına aklıselim kimse karşı çıkmaz. Ancak yıkılanın yerine neyin konulacağı da bir o kadar önemlidir.

Bu satırların yazarı bunları düşünerek,  sakın bu olanlar emperyalizmin bildik senaryolarının hayata geçirilmesine dönüşmesin temkinliliği ile olanlara yaklaşmıştı. Geldiğimiz noktada niyetin sadece bu ülkelere demokrasi gelmesi niyeti olmadığı, esas amacın bu ülkelerdeki  enerji kaynaklarının ele geçirilmesi olduğu açığa çıkmıştır. Egemenler açısından bu ülkelerin kimler tarafından yönetileceği, kitlelere hangi hakların verileceği tamamen kendi ekonomik çıkarlarına endeksli olarak gündeme geliyor.

Örneğin, Suriye’de diktatör Baas rejiminin hemen değişmesini isteyen batılı güçler, acaba neden  Suudi aile diktası gerici rejimin değişmesini istemezler ?  acaba neden Şiilerin aynı amaçlı ayaklanmalarının gerici Arap rejimlerince bastırılmasına seyirci kalırlar ? bu sorulara doğru cevaplar verirsek, olanların bölgemize bahar getirmediğini hemen görürüz. Yoksa bazıları gibi diğer ülkelerdeki halk ayaklanmalarını, ilerici devrimci görüp, sıra Suriye’ye gelince emperyalist oyunu derseniz, kendinizle çelişirsiniz. Oysa oynan oyun hepsinde aynı, birini selamlayıp, diğerine tu kaka denilemez.

Devrimciler değişime karşı çıkmazlar, ama seyirci de kalmazlar. Oynanan oyunları görerek, halkın bu durumdan kazanımlarını arttırması için çaba gösterirler. Yoksa yarın yukarda adını saydığımız üç Arap ülkesinde batılıların  çıkarlarına endeksli, dünden daha ileri anayasası olmayan İslami maskeli gerici partiler iktidar olacaktır. Bu iktidarların hiç birisi, Tayyip’in iktidarından daha demokrat olmayacak, tam tersine, hiç bir demokratik geleneği olmayan bu ülkelerde, değişim özde değil sözde olacaktır. Belki bir kişinin diktası olmayacak, ama iktidar  kesinlikle batı yanlısı bir avuç oligarkın elinde olacaktır.

Bunu bilmek için kahin olmaya gerek yok, verili durum bunu gösteriyor zaten, Mısır’da, Tunus’ta, Lubya’da yapılacak ilk seçimlerde geçmişte yeşil kuşak temsilciliği yapan İslami hareketler iktidara en yakın adaylardır. Batılılar bu ülkelerde halkın memnuyitsizliğini iyi gözlemleyerek, artık eskisi gibi yönetilmek istemeyen kitlelerin muhalefetini çıkarlarına endeksli hareketlerin kontrolünde destekleyerek, gelişmelerin kendi aleyhlerine dönmesinin önüne geçiyorlar.  Bölgedeki devrimci dinamikler zaten eski yönetimlerce ezilmiş olduğundan, kitlelere öncülük edecek devrimci bir muhalefetin gelişmesi öyle çok kolay değil.  Bu açıdan bu ayaklanmalarda genellikle dinci hareketler öncülük ediyor. Bu hareketler bugün için kitlelerin bazı somut istemlerini savunsalarda, iktidara geldikten sonra ne hale dönüşeceklerinin en ileri örneği ülkemizdir.

Geçmişte mağdur olan ve bu mağduriyetini kullanarak iktidar olan Tayyip Erdoğan öncülüğünde gelişen islamo-faşist yönetim modeli bugün Arap halklarına yegane ve en ileri seçenek olarak sunuluyor. Siz düşünün ortadoğudaki halkların içine düşürüldüğü durumu. Denize düşenin yılana sarılması misali bugün Fetullah önderlikli Türk İslam modeli kurtuluş reçetesi olarak bölge halklarına sunuluyor. Işte bahar denilen ve devrimci bir çıkış olmadığı taktirde fırtınalı bir kara kışa döneceği bugünden belli « devrimci dönüşüm ».  Elbette bunları söylemek, bölgedeki durumun değişmemesini savunmak değildir. Değişim elbette desteklenmelidir. Ancak gücümüz oranında da biz bölge devrimcileri, halkları bekleyen tehlikeleri bugünden  kitlelere açıklamakla da yükümlüyüz.  Bu ülkelerdeki insan hakları ihlalleri, zulüm düzenleri herkesin malümüdür. Ancak Arap Baharı neden sadece bir kaç Arap ülkesinde gelişiyor ?  Neden batılı güçler bazı ülkelerdeki halk hareketlerini desteklerken, bu ülke yönetimlerinin zorbalıklarına son vermesi için baskı kurarken, başka ülkelerde Şii halkın ayaklanmalarına sessiz kalıyor ?

Demek ki, amaç sadece halkların zulümden kurtulması değil, asıl amaç kendi iktidar alanlarını genişletmektir. Sen Mısır’da Mübarekin devrilip yargılanmasını alkışlayacaksın, Suudi Arabistan,  ve bazı küçük petrol şeyhleri önderlikli Arap ülkelerindeki gelişmelere, memnuyetsizliklere, halk ayaklanmalarına sessiz kalacaksın. Sırf buralarda iktidar değişiklikleri olursa İran yanlıları iktidara gelebilir  düşüncesiyle bu ülke halklarının zulüm altında yaşamasına göz yumacaksın. Aklı olan sana inanır mı ?  Ama ne yazık ki, hala size inananlar çoğunlukta.

Bugünden baktığımızda bölgemizde bir ilerici, devrimci dönüşümden bahsetmek, Bir Arap baharı olduğunu söylemek abesle iştigaldir.   ülkemizdeki halkların  deyimiyle  « Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır  »   geldiği söylenen bahar böyle bir bahara benziyor, eğer uyanık olmazsak elimizdeki kazma küreği de yakarak ancak bahara çıkabiliriz.  Bugün bölgemizde yaşananlar ,  sadece biçimsel iktidar değişiklikleriyle sonuçlanan, özde egemenlerin iktidarını bir başka biçimde sürdürmekten öte geçmeyen değişimler olması hesabıyla YALANCI BAHAR’dır.

Şunun iyi anlaşılması gerekiyor, devrimciler ya diktatörlerden yana olacaksınız, ya da muhalif hareketleri koşulsuz destekleyeceksiniz ikilemi ile karşı karşıya değildir. Bu tutum belirlenmiş bir senaryoda figüran rolünü baştan kabul etmedir. Oysa biz devrimciler için koşullar ne kadar kötü olursa olsun,  olanaklar ne kadar kısıtlı olursa olsun kendi bağımsız politikamız mutlaka olmalıdır. Bugün cılız da olsa gelişmelerin yaşandığı ülkelerde devrimci örgütlenmeler mutlaka vardır. Bize düşen bu hareketlere olanaklarımız ölçüsünde destektir.  Bölgede ABD yanlısı diktatörlüklere karşı gelişen halk hareketleri görmezden  geliniyor ve kimsenin aklına BM’yi göreve çağırmak gelmiyor.   Ancak bazı arkadaşlar Suriye yönetiminin, veya bir başka dikta yönetiminin zorbalıklarına son verilmesi için BM ve benzeri uluslararası kurumlarıngöreve çağrılabileceğini söylüyor. Bana göre bu talep  biz devrimcilerin işi değildir. Çünkü bu uluslararası kurumlar,  bağımsız kurumlar değil, tam tersine göbekten bağımlı kurumlardır ve işleri hakları korumak değil, egemenlerin çıkarlarını güvenceye almaktır.

 Elbette Suriye diktatörlüğü  bugünkü politikalarında ısrar ettiği, muhaliflere acımasızca saldırdığı, öldürdüğü için amansızca eleştirilmeli ve derhal bu tutumunu bırakması istenmelidir.  Söz verdiği reformları yerine getirmesi istenmelidir. Ancak her durumda BM ve benzeri kurumları göreve çağırmak, ipleri BM’yi kendi oyuncağı gibi kullanan Veto yetkili ülkelerin eline vermektir. Keşke uluslararası bağımsız bir barış gücü olsa da, çatışmalı tüm alanlarda görev yapsa, ancak biliyoruz ki, böyle bir örgüt yok. Her nedense kimsenin aklına bugüne kadar BM’yi Kürdistanda çatışmalı alanlarda arabulucu olarak göreve çağırmak gelmemiştir.

Bugün egemenler dünyanın hiç bir yerinde eskisi gibi yönetemiyorlar. Ancak halkların da bu sistemi yıkacak bir örgütlülüğü bulunmuyor. Bundan dolayı sistem kendi içinde kendini yeni koşullara uyarlayarak krizden kurtulmaya çalışıyor. Egemenlik alanlarını sağlama almak için  gerekirse insan hakkı savunur gözüküyor, gerekirse düne kadar içli dışlı olduğu rejimleri devirmekten geri durmuyor.  Bu aldatıcı görünüm bazı entellektüelleri bile yanıltabiliyor. Bugün Suriye ve benzeri ülkelerin  gerici iktidar odaklarının devrilmesine karşı çıkacak devrimci bulmak olanaklı değil, ama aynı zamanda ABD önderlikli batılı egemen güçlerin girişimlerini destekleyen devrimci de yoktur.  Bizim işimiz yaşanan bu çelişkili durumdan halkların dünden daha ileri bir konuma yükselmesini sağlayacak politikalar üreterek yararlanmaktır. Bunun için de bölgede örgütlü devrimci bir muhalefetin yaratılmasını veya var olanların desteklenmesini baş görevimiz olarak tesbit etmeliyiz.

Bugün için  bölgemizin en güçlü devrimci dönüşüm dinamiği PKK önderlikli Kürt Özgürlük Hareketidir. Bizim görevimiz bu dinamiğin güçlenmesine destek olmaktır. Elbette siyasal, sosyal projelerimiz bu hareketin görüşleriyle bire bir örtüşmek zorunda değil. Ancak bölgede gelecekte gerçek anlamda, halkların  özgürlük baharını getirecek olan böylesi özgürlükçü anlayışlardır.  Bize düşen bu hareketi bölgenin bütün ülkelerinde güçlü kılacak siyaset kanalları yaratmaktır.