Şuanda 473 konuk çevrimiçi
BugünBugün2769
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10493
Bu ayBu ay10493
ToplamToplam10478917
mihrac ural; içimizdeki haindi, deşifre edildi PDF Yazdır e-Posta
İbrahim Yalçın tarafından yazıldı   
Perşembe, 20 Ekim 2011 09:47


Engin Erkiner, Mihrac Ural olayı ile ilgili olarak amaca ulaşıldıgını söylüyor. Evet, ulaşılmıştır.

Bundan bir buçuk yıl önce, ‘’Mihrac Ural dosyası tamamlanıyor’’ diye yazmıştım. Tamamlanmadan bir yığın şey çıktı ve geldik bugüne...

Umarım bir kez daha bu iblisi yazmak zorunda kalmam. Umarım diyorum, çünkü, tam bitti derken ortaya öyle şeyler çıkıyor ki şaşırıp kalıyoruz. Baksanıza, en son Mehmet YAVUZ olayı patlak verdi.

Mehmet AĞAR gibi derin devlet katilinin kucağında büyümüş ve Ankara Ticaret Odası (ATO) başkanı Sinan AYGÜN’ dergahında Milletvekili aday adaylığına kadar yükselmiş(!) olmasına rağmen, AĞAR-ERDOĞAN Anlaşması ile ANAP-DYP birleşmesi sabote edildiğinde ayaklar altında ezilmek üzereyken, kulağından tutularak Mihrac URAL’a gönderilip, yeniden devrimci(!)lik yapmakla görevlendirilmiş olan Mehmet YAVUZ adlı ufak-tefek bir ergenekon bozuntusunun şeceresini ortaya çıkartmamış olsaydık, Mihrac URAL vakasını taaa o zaman kapatacaktık.

Kısmet bu güneymiş...

Tam üç buçuk senedir Mihrac URAL olayını deşifre ediyoruz.

Bu siteyi takip edenler biliyorlar.

Yoldaşlarını öldüren bir devrici katili olduğunu yazdık ve bunu ispat ettik.

Ali Çakmaklı cinayeti ile ilgisini herkes biliyordu, inkar etti. ‘’Biz öldürmedik’’ama ‘’yanlışlıkla cinayeti üstlendik’’ dediler. Öyle olmadığını ve Ali Çakmaklı yoldaş’ın planlı bir şekilde pusu kurularak sırtından kurşunlandığını, cinayet öncesi, hakkında, ‘’karanlık adam’’, cinayet sonrası ise,’’neden karanlık adam’’ diye yazılar yazıldığını ve bu yazıları Mihrac URAL’ın kaleme aldığını belgeleriyle ortaya koyduk.

Ali ÇAKMAKLI’nın katledilmesinden bir kaç sene sonra bile, Mihrac URAL’ın CEPHE dergisinde, Ali ÇAKMAKLI için ‘’bir polis ajanı’’ diye yazdığını ortaya çıkarttık.

Nebil Rahuma’nın katledilmesinde de Mihrac Ural yönlendirmesi vardır.

Nebil Rahuma’nın yakalatılmasındaki rolünü yeterince yazdık ve ispat ettik.

‘’Ser verdim sır vermedim’’ diye palavralar atan bir sahtekar olduğunu ortaya çıkarttık. Yakalandığı gün polis’le anlaştığını ve ‘’acilcileri ehlileştirme’’ sözü verdiğini kendi el yazılı çekleşmeleriyle ispat ettik.

Hiç işkence görmediğini, hem emniyette yanında bulunan ve birlikte cezaevine sevk edildiği bir devrimcinin ağzından dinledik, hem de kendi kendisini ele veren ‘’elektrik işkencesi’’(!)ni anlatan çetleşmelerdeki palavralarından teyit ettik. ‘’Beni yere yatırdılar altıma battaniye serdiler çarmıha gerdiler ve şarteli sürekli indirip indirip kaldırmak suretiyle elektrik verdiler her tarafım parça parca oldu’’’’ diye palavra atan bir sahtekarla karşı karşıya olduğumuzu gördük.

Ankara Emniyet Müdürlüğünde, kendi yoldaşlarına ‘’konuş o önemli değil, kabul et’’ diye bağırdığını, Mustafa Burgaz’dan dinledik.

Mihrac Ural’ın resmi olarak yakalandığı günden bir iki gün sonra Samsun’da yakalanan ve doğruca Ankara’ya, Mihrac Ural’ın yakalandığı yere getirilen Zeynel EREN’in, Samsundan yakalanmasına rağmen Ankara’ya getirilip orada üç gün tutulmasına rağmen Mihrac Ural ile yüzleştirilmediğini ve üç gün hiç bir şey sorulmadan orada tutulduktan sonra Bursa’ya götürülüp Bursa’da sorgulandıklarını ortaya çıkarttık. Zeynel EREN ve orada yakalanan diğer yoldaşların doğrudan Ankara’ya getirilmeleri, kendilerini ele veren kişinin Ankara’da yakalanan Mihrac URAL olduğunu gösteren en ciddi delildir. Mihrac URAL’ın bu arada polisle anlaşması üzerine, Zeynel ve yoldaşına hiçbir soru sormadan Bursa’ya götürülerek, sanki Bursa operasyonunda yakalananlar tarafından ele verildikleri ima edilmiştir.

Mihrac URAL’a soru sorduk. ‘’yakalandığın zaman Antakya’ya götürüldün ve Antakya’da sorgulandın mı’’ dedik.’’Götürülmediğini sorgulanmadığını, çünkü Antakya’da deşifre olmadığını’’ söyledi.

Bu cevaba kargalar bile güldü elbette. Mihrac URAL Antakya’da deşifre olmamış(!)mış. Oysa, daha önceki yazılarında 1977 yakalanmalarında deşifre olduğu için Antakya’yı terk ettiğini ve bu nedenle önce Adana’ya ardından İstanbul’a ve Ankara’ya gittiğini söylemiyor muydu?

Kaldı ki, o dönemi bilen yoldaşlarımız çok iyi bilirler, Türkiye’nin neresınde olursa olsun azçok Antakya ile ilişkisi olmuş herkesi Antakya’ya götürdüler ve sorguladılar. Mihrac URAL Antakya’ya götürülmedi(!) Öyle mi?

Hayır, Mihrac Ural Antakya’ya gizlice götürüldü, sorgulandı ve her şeyi deşifre etti. Resmi kayıtlara Antakya sorgusu bu nedenle geçirilmedi.

Mihrac URAL’ın yakalandığı gün teslim olduğunun bir başka delili de, Bursa operasyonundaki rolüdür. Isparta cezaevine yanımıza getirildiği zaman, ‘’Bursa’dan hiç söz etmedi. Orada çekilmiş resimlerinden bahsetmedi. Eşber ile birlikte yolda yürürken bile resimlerinin çekildiğini biz yazdıktan sonra kabul etti.

Bize gösterdiği yarım sayfalık polis ifadesinde Bursa ile ilgili tek bir kelime söz edilmiyordu. 30 sene sonra Yakalandığı zaman Bursa’da resimlerinin çekildiğini ve bunların polis’te kendisine gösterildiğini söyleyen bir adam’ın bize gösterdiği polis ifadesinde bu soruların olmamasını nasıl yorumlayacağız?

Mihrac Ural adlı işbirlikçi melun polis ifadesini bu nedenle yayınlayamıyor. Kaybolmuş(!)muş. Olur mu öyle şey, Adamın Mehmet YAVUZ, emniyet genel müdürlüğü arşivine giriyor, söyle alsın. Almamış mı peki? Sahi neden almamış. Herşeyi gördüm diyen bu soytarı sadece senin polis ifadeni görmemiş öyle mi?

Mihrac URAL yakalandığı an polisle anlaşarak Acilciler örgütünü polise peşkeş çeken bir ihanet içersine girmiş ve bu ihaneti bugüne kadar’da devam etmektedir.

Abdullah ÖCALAN’a yönelik suikast girişimi bu ihanetin nerelere kadar sızdığını göstermek açısından önemlidir.

Serdar (A.K) bu ihaneti yazdığı zaman her zamanki beylik laflardan öte bir şey diyebildi mi? diyemedi. Diyemez. Yazarsa cevabını alacak, bunu çok iyi biliyor.

Mihrac URAL adlı içimizdeki hanini her yönüyle deşifre ettik.

Müntecep KESİCİ yoldaş’ın katili olduğunu tüm çıplaklığı ile gözler önüne bir kez daha serdik.

Yusuf ( ZİHNİ ALAN) ı katlettiğini, nedenleriyle birlikte yazdık.

Sami( GKHAN SAÇ) yoldaşı işkence ile katlettiğini yazdık.

Hanna Maptunoğlu olayını yazdık. Hanna yoldaşın kimler tarafından ve neden tutuklandığını yazdık. Hanna yoldaş’a döktüğü sahte gözyaşlarına prim vermedik ve o gözlerde akan yaşın timsah gözyaşları olduğunu ortaya koyduk.

Trablus’ta, ‘’emperyalizme, siyonizme ve bölge gericiliğine karşı enternasyonalist kavgada şehit düştüler’’diye yalan söyleyerek gizlemeye çalıştığı ihanetini ortaya serdik. Bu yoldaşların kesinlikle tarafı olmayacağımız, Filistinlilerin kendi aralarındaki bir çatışmaya, Suriye yanlısı el saika örgütü saflarında FKÖ gerillaları ile çatışmaya zorlanıp, FKÖ gerillaları tarafından katledildikleri gerçeğini yazdık.

Biz söylediğimiz her şeyi, genel olarak 200 eski Acilci yoldaşımızla konuşarak tartışarak yazdık. Yazdığımız her yazıdan sonra geriye dönüp baktık ve bu yazılanlara itiraz edenlerin, karşı çıkanların, doğru olmadığını söyleyenlerin olup olmadığını, varsa kimler olduğunu ve karşı bir tezlerinin bulunup bulunmadığını da araştırdık. İddia ediyorum. Yazdığımız hiçbir şeye karşı çıkan doğru olmadığını söyleyen ve karşı iddiada bulunan kimseye rastlamadık.

İlk başlarda, yazıklarımızdan rahatsız olanlar oldu, bunları biliyoruz. Doğrudan değil ama karnından(!) konuşanlarda oldu. ‘’Şimdi sırası mı bunları yazmanın ne gereği var’’ diyenler de oldu. Ama hiç kimse (birkaç tane yalaka dışında) çıkıp ta ‘’Mihrac URAL bunları hak etmiyor o bir devrimcidir ‘’diyen olmadı.

Mehmet AĞAR’dan bize yadigar(!) Mehmet YAVUZ soysuzunu saymıyorum. Bu soysuzu adam yerine koymam için bir neden yok. Görevlidir. Görevini yapıyor. Görevini yaparken suçüstü yaptık derdest ettik, şimdi saha dışındadır, taca atıldığının farkında olmasına rağmen kısık sesle de olsa havlamaya devam ediyor. Ona söylenecek söz bitti. Mehmet AGAR gibi bir katil’in maşası ile tartışacak değiliz elbette. Sırası geldiğinde tokatlanacak olan bir pislikle uğraşmaya degmez.

Mehmetcik Mehmet YAVUZ’dan başka kimler var(dı)? Nam-ı değer Ömer ÖDEMİŞ.  Ö. Ödemiş, aylarca bize karşı kullanıldı, küfrettirildi. Bazen kendimizi tutamadık muhatap olduk. Aslında değmezdi, yanlış yaptık. Nihayetinde ‘’sahibinin sesiydi’’ ve görevini yapıyordu. Sonu hüsran oldu. Mihrac URAL tarafından kullanıldı ve bir köşeye fırlatıldı. Tıpkı, bir kaç aylığına kiralanmış Zeki BAYTERİN gibi.

Ö.ÖDEMİŞ şimdi ‘’Acilciler’’ diye bir örgütün olmadığını söylüyor. Söylemlerindeki samimiyeti rahatlıkla görebilirsiniz. İyide be güzel kardeşim(!) daha önceleri neredeydiniz diye adama sormazlar mı?

Otur oturduğun yerde ve namusunla ticaretini yap hayatını kazanmaya çalış. Saygı duyarız. Mihrac URAL gibi bir tüccarla iş yapmaya kalkar üstelik de ona yüzde beş komisyon vermeye kalkıp sen kendin de yüzde on almaya kalkarsan sonunun böyle olacağını düşünmüyor muydun?

Yıllarca Orta-Doğu’da kalmışsın, Mihrac URAL’ın ne mal olduğunu bilenlerdesin. Taa 1982’de Avrupa’daki yoldaşlara haber salıp, ‘’gerillalarımız için uyku tulumu lazım’’diye getirttiği uyku tulumlarını bile satıp paraya çeviren bir hırsızın hırsızlıklarına tanık olmamış olamazsın.

Mihrac URAl adlı soysuzun, esrar –eroin tüccarları arasında numune taşıyıcılığı yaptığını da duymadım bilmiyordum diyemezsin. Bunları bildiğin halde, böyle bir adamın sırtına basarak para kazanamayacağını bilmen gerekirken, şimdi ortaya çıkıp her gördüğüne sızlanarak bu adamı şikayet etmene kim inanır. Mahkeme’de bile dolandırıldığını söyleyecek kadar kin ve öfke doluysan eğer bu her şeyden önce kendi eksikliğin olmalı.

Şerif (BEŞİR KANMAZ) savunuyor. Sözüm yok. Sözüm yok, çünkü, o bizim birinci Mehmet YAVUZ’umuzdur. Onun adı Şerif, Kanmaz değil kandırılmış ve Hanefi AVCI tarafından ucuza kapatılmıştır.. Mehmet AĞAR tarafından ucuza kapatılan Mehmet YAVUZ’un içimizdeki izdüşümüdür.

Devam edecek....